Demirel güzellemelerinin tarihi yanıltma sonucu doğurmaması için gerçekleri yazmak gazetecinin boynunun borcudur. Yalnız gazetecinin değil kuşkusuz. Ülkenin fikir insanlarıyla kavgaya girişmiş, onlar hapislerde çürüsün diye çaba göstermiş bir siyasetçiye övgüler düzülmesine edebiyat dünyasının da itirazı var. Onları da aktarmalı ki tarih yanıltılmasın, eli kanlı cephelerin mucidi, mimarı hakkında insanlar yanlış bilgilendirilmesin. Dostum ve üstadım Demir Özlü de aynı kanıdadır; gönderdiği çok değerli mektubunda şöyle diyor: “Geçmişe de bugüne de sınıfsal bakış açılarından uzaklaşarak bakılınca gerçek olanla ilinti kalmaz.”
***
Öyleyse gerçekleri yazmayı Demir Özlü’nün tarih tanıklığıyla sürdürelim: “Ben İstanbul’da avukatlığa 1964 yazında başladım. Aynı yıl ABD Başkanı’nın Türkiye’ye, halkın bilgisi dışında yerleştirilmiş füzeler konusunda gönderdiği mektuba İsmet İnönü’nün verdiği cevaptan sonra İnönü Koalisyon Hükümeti düşürüldü. Yerine Ürgüplü başkanlığında bir geçici hükümet kuruldu. Süleyman Demirel de AP Başkanı olarak o geçici hükümette Başbakan Yardımcılığına atandı. Milletvekili değildi. 1965 seçimlerinde de kendi başına iktidara geldi.” Füzeler krizinin gölgesinde iktidara adım atan Demirel sonra ne yaptı, neler yaptı?
***
Üstü örtülmek, “hataydı, kazaydı, öyle yapmak istememişti” lafı güzafıyla perdelenmek istenenleri biliyoruz. Ama gerçekler öyle değildir; Özlü’nün anlattığı gibidir: “Demirel’in en büyük günahı elbette Meclis’teki oylamada üç eylemci gencin idam edilmeleri konusunda ısrarla oy vermesidir. Çünkü çok açıkça bilinmektedir ki bu gençler ölüm cezasını gerektirecek bir suç işlememişlerdi. Öte yandan yurdumuz açısından bu haksız cezaların uygulanması, sonraki genç insan ölümleri, öldürümleri için toplum çapında büyük bir provokasyon olmuştur.”
***
Demirel’in, iddia edildiği gibi ülkenin yüz akı, aydınların dostu, demokrasinin yılmaz savunucusu, hayranı olmadığını göstermeliyiz. Tanıklığı Özlü’nün katkısıyla genişletelim: “Demirel adeta yeminli bir anti-komünist olarak 1965’ten itibaren, aralıksız TCK’nin 141-142. maddelerinin uygulanması için siyasi polise baskı yaptı. Bu baskılar sonucu siyasi polis, Cibali’de küçük bir lokanta işleten yazar Orhan Kemal’i, iki arkadaşıyla komünist hücre kurdukları savıyla gözaltına aldı. Siyasi Polis Müdür Yardımcısı Vural Yener’e hazırlatılan fezlekeyle Orhan Kemal savcılığa götürülerek tutuklatıldı. 1960 yılları Siyasi Polis Müdürü Adnan Kınay’sa yeminli bir gerici değildi. Karagümrük Ortaokulu’ndan Rıfat Ilgaz’ın öğrencisi ve Selâhattin Hilâv’ın sınıf arkadaşıydı. Bu olaylardan önce benim Eminönü’ndeki avukatlık büroma gelerek Demirel’in baskılarından yakınmıştı.”
***
Demek ki, Demirel övgüsünde ısrar edenlere tarih bilinci gereklidir. Devam edelim: “Orhan Kemal’i Sultanahmet Cezaevi’nde ziyaret ettim. Orhan’ın avukatları Gülçin Çaylıgil ile Ziya Nur Erün’dü. Akşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Doğan Özgüden’di. Orhan Kemal’in tutuklanmasını gazetesine manşet yaptı: “Orhan Kemal’i Süleyman Demirel’e yedirmem.” Sözler Yaşar Kemal’e aitti ve Yaşar Kemal’in yaşamının belki en şanlı sayfasıdır. Sosyalist düşüncenin yükselme dönemiydi. Orhan Kemal bir ay içinde tahliye olmuş, sonra da beraat etmişti.”
***
Demirel’i allayıp pullayan gazeteci kardeşler, gözünüzü biraz da gerçeklere çevirin. Gerçekte ideolojik ortağı olduğu darbecilerle kıyaslayıp Demirel’den zorla bir demokrat çıkarmayın. O “demokratın” izleyicileri bugün iktidardalar; yaptıkları gözler önündedir. Geçmişin suçlularını överek gelecek için umut yaratamazsınız. Özlü’nün isyanına kulak verin. “Orhan Kemal 20 yüzyıl Türk edebiyatının en büyüklerinden biri değil midir? Türk yazarları daha ne kadar yıl nereden çıktıkları bilinen bu Türkiye meydancılarının baskısı altında ezilecek, ezdirilecek?”
Cumhuriyet / 21.06.15