13 yıl önce bugün, özel olarak New York’ta genel olarak dünyada yaşam son birkaç yıldır gittiği yönde gidiyordu. Son yılların en önemli olayları Asya Krizi’nin, Kosova savaşının yankıları sönümleniyordu. “Süper devlerin” yönetiminde yeni seçilmiş, seçim kampanyalarında, Clinton yönetiminin uluslararası maceralara merakına karşılık, içe dönmeye kararlı olduğunu vurgulayan G.W. Bush yönetimi vardı.
Ertesi gün New York’ta iki yolcu uçağı ikiz kulelere, Washington’da bir yolcu uçağı Pentagon binasına çarptı. Bush yönetimi, kısa sürede saldırıyı düzenleyenlerin Suudi vatandaşı, El Kaide üyesi olduklarını saptadı. Ekim ayında ABD Savunma Başkanlığı ve Pentagon, yeni dört yıllık savunma değerlendirme raporunu açıkladılar.
Rapor diplomatik çevrelerde adeta soğuk duş etkisi yarattı. Rapor terörizme karşı küresel savaş ilan ediyor, dünyada yalnızca ABD’nin küresel çıkarları olduğunu savunuyor, hiçbir ülkenin egemenliğinin, sorumlu biçimde kullanılmadığı takdirde, ABD ordusunun müdahalesini engellemeyeceğini açıklıyordu. Artık ABD’nin kalıcı müttefikleri değil, duruma göre değişen müttefikleri olacaktı. ABD gerektiğinde tek taraflı hareket edecekti.
ABD tüm dünyada terörizme savaş açmıştı. Bu savaşın iki ayağı vardı. ABD ılımlı Müslüman ülkelerin desteğini alacaktı. İkincisi, terörizme destek olan, ABD’ye yardımcı olmayan ülkelerin rejimleri, gerekirse zorla değiştirilecek, bunlar demokratikleştirilecekti.
Önce Afganistan’ın işgali, sonra Irak’a saldırı, ABD istihbarat örgütlerinin hızla artan, yaygınlaşan, hem ülkelerini hem dünyayı bir “olağanüstü hal durumu” olarak gören yetkileri, böylece popüler söyleme giren Guantanamo, Abu Gharib, Büyük Ortadoğu Projesi gibi kavramlar, “bazı koşullarda işkence meşru olabilir mi?” tartışmasıyla... Ha unutmadan, 11 Eylül’ün arkasındaki “gerçek” güçlere ilişkin yüzlerce senaryo bağlamında sonu gelmez tartışmalarla... Tarih yeni bir yöne döndü.
Peki, şimdi neredeyiz?
Bush yönetimi terörizmle savaşmak, kaynakları kurutmak için yola çıktığında, söz konusu “bad guys”, Borabora Dağları’nın mağarasında saklanmaya çalışan sayıları birkaç yüzü geçmeyen El Kaide fanatiklerinden oluşuyordu. Bugünlerde, Afrika’da Boko Haram, El Şebab, Kuzey Afrika ve Magrip El Kaidesi olarak anılan, militan sayısı on binlerle ifade edilen gruplar var. Ortadoğu’da Suriye Irak topraklarında El Nusra, IŞİD adlı, katliamlarını, kestiği kafaları sosyal medyada sergileyen bir örgüt “halifelik” kurdu. IŞİD’in Batı kaynaklı bine yakın üyesi var. Bunların ülkelerine dönme olasılığı üzerine ABD ve İngiltere yüksek düzeyde alarma geçti.
Irak ve Afganistan savaşlarında bir milyona yakın insan öldürüldü, rejim değişti, sonra seçimler yapıldı, “demokrasi geldi” denildi. Şimdi, Afganistan’da Taliban’ın etkisi Pakistan’ı yıkıyor. Pakistan egemen sınıfları da yıkımı hızlandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Afganistan’da son seçimlerden sonra sonuçlar sorgulanıyor. Çatışmalarda, saldırılarda ölenlerin sayısında bu yıl yüzde 44 artış var.
11 Eylül sonrasının belki de en başarılı rejim değişikliği Türkiye’de “ılımlı İslamcı AKP”nin iktidara gelmesiyle başlamıştı. O zaman demokratikleşme iddiasıyla, ABD ve Batı tarafından hararetle desteklenen sürecin de bugün “tadı kaçmış” durumda. Batı medyası bugün AKP liderliğinden, “sultan”, “pan-İslamist”, “otoriter” tanımlamalarıyla, gazetecilerini hapseden, susturan, yolsuzlukların üzerini örten, terörist örgütlere yardım yapan ülke iddiaları eşliğinde söz ediyor.
Komplo teorileri de çeşitlenmeye devam ediyor. Geçen hafta, The Washington Times, İngiltere’de Daily Mirror, Libya’da 11 yolcu uçağının “kayıp olduğunu”, bunların saldırılarda kullanılabileceğini yazıyordu. Internette de Kaybolan Malezya uçağının da bir saldırıda kullanılmak amacıyla kaçırıldığı iddiaları dolaşıyor. İsrail istihbarat sitesi, DBKA da, teröristlerin güvenlik kontrollerinde görünmeyen patlayıcılar icat ettiklerini bildiriyor. En hoşu da, şu Suudi Kralı, ABD elçisine “Şu mesajı liderinize aktarın: Terörizmle hızla, akılcı biçimde ve güçle savaşınız” demiş.
Cumhuriyet/ 10.09.14