Veliaht Prens Salman Veliaht Prens Nahyan’a karşı- Mühdan Sağlam

OPEC+’nın temmuz toplantısında açık restleşmeye dönen Riyad-Abu Dabi ilişkilerinin değişiminde iki ülkenin petrol sonrası döneme yönelik projeksiyonları, benzer hedefleri ve rekabetleri etkili. Bu anlamda petrol arzındaki anlaşmazlık yaşananı su yüzüne çıkaran örnek olarak ele alınabilir.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 10 Eylül 2021
  • 09:41

Birleşik Arap Emirleri (BAE) ile Suudi Arabistan arasında süregiden gerilimin temellerinin son örneği temmuzdaki OPEC+ toplantısında yaşandı. Ancak iki üretici arasında çekişmeye neden olan sadece petrol arzı değil, petrol sonrası döneme ilişkin ekonomik projeksiyon. Yakın işbirlikleri, veliaht prenslerin kameralar karşında gülen yakın pozları, vitrindeki durum. Oysa iki ülke son iki yılda belirginleşecek şekilde pek çok alanda karşı karşıya geliyor. Bu hafta iki ihracatçının rekabetini ve bunu yönetme şekillerini, İsrail ve Türkiye’nin denklemde durduğu yeri; ekonomi ve rekabet merceğinden ele alacağız.

Petrol sonrası döneme hazırlık: Plan savaşları

Körfez İşbirliği Örgütünün iki üyesini bağlayan unsurların başında petrol geliyor. Ancak petrol sonrası ekonomi hesapları, OPEC’ten ikili ilişkilere yansıyan yakınlaşmayı tersine çevirebilir. Suudi Arabistan dünyanın en büyük petrol ihracatçısı, Krallığın dış ticaretinde olduğu kadar, içeride ekonominin dönmesinde petrol hayatî bir öneme sahip. Ancak 2016’da petrol fiyatlarının 30 doların altına gerilmesi, süregelen iklim krizi tartışmaları ve petrole alternatiflerin gündeme gelmesi Riyad’ı yeni bir perspektif geliştirmeye itti. 2030 dönüşüm planı da değinilen gösterenler ışığında filizlendi. Veliaht Muhammed bin Salman’ın liderliğini yaptığı Vizyon 2030 Suudi Arabistan kurtuluş reçetesi. Bu planın hedefi ülkeyi bölgesel, hatta küresel bir finans ve ticaret merkezi haline getirmek, petrol dışı (tarım, sanayi, turizm gibi) sektörlere yatırım yapmak, yatırımcı çekerek ekonomiyi petrolsüz şekilde ayakta tutmak.

Körfezin bir diğer önemli üreticisi BAE, Suudi Arabistan kadar üretimde iddialı değil. OPEC verilerine göre BAE’nin petrol rezervi 98 milyar varil, günlük üretimi 3,2 milyon varil düzeyinde. Abu Dabi’nin GSYH’sinde petrol ve doğalgazın payı doğrudan yüzde 30, buna yan sektörler, taşımacılık, rafineri, alt şirketler ve istihdam ayağı eklendiği payı yüzde 45-50 bandına çıktığını söylemek mümkün. Dünyanın en zengin üçüncü ülkesi olarak kategorize edilen BAE’de kişi başı gelir 44 bin dolar. Bu gelir düzeyinde petrol kadar etkili olan başka sektörlerde var: İnşaat ve ona eşlik eden inşaat odaklı sektörler, turizm, finans ve üretim (Dubai Modeli).

İklim krizinin görünür sonuçlarının hızla yayılması, hidro-karbon sektörüne dönük kısıtlama ve alternatif arayışı Krallık gibi BAE’nin de yeni bir ekonomik vizyonla duruma yaklaşmasına neden oluyor. Bu çerçevede Veliaht Prens Muhammed bin Zayed el Nahyan, geçtiğimiz hafta, dokuz yıl içinde 550 milyar dirhem (150 milyar dolar) yabancı yatırım çekmek için 50 yeni ekonomi inisiyatif başlatacaklarını ilan etti.

Bir başka anlatımla Körfez’in iki petrol üreticisi, ekonomik çeşitlendirme girişimlerini, ülkelerine yatırım çekme, dış ticaretlerini petrol dışı sektörler üzerinden geliştirmeye dayandırdı. Değinilen benzer hedeflerse rekabete gerekçe oluşturuyor. Bu çekişmenin yansıdığı alanlarsa turizm, yabancı yatırım ve dış politika.

Cidde Kulesi Burj Halifa’ya karşı

BAE ve Bahreyn bölgede turizm güçleriyle dikkat çekiyor. Üstelik turizmde iki ülke Müslüman Arapların da yöneldikleri adresler. Bunun nedeni, iki ülkenin de gelen turistlerin alışkanlık ve yaşam şekline (eğlence anlayışı, plaj, alkollü içecek tüketimi…gibi) karışmaması. Öte yandan Suudi Arabistan’da katı İslami kuralların korunduğu görülüyor. Tam da bu nedenle BAE, bölge dışı yabancılarla Körfez bölgesinde tatil isteyenlerin adresine dönüşüyor. Örneğin Dubai’ye Hindistan’dan sonra en fazla turist gönderen ülke Suudi Arabistan. Turizm sektöründeki bu durumun Suudi ekonomisine maliyeti yıllık 15-20 milyar dolar düzeyinde. BAE, Dubai’deki lüks yaşam, devasa kuleler, Burj el Arap, Burj Halifa gibi otellerle hem bölgeden hem de dünyadan turist çekiyor. İşte bu durum Riyad’ın yeni bir adım atmasına neden oldu: Cidde Kulesi (Jeddah Tower) Projesi. Krallık, Dubai’ye olan bu ilgiyi frenlemek için 2013’ten itibaren dünyanın en yüksek kulesi olmak iddiasındaki Jeddah Tower’ın (Cidde Kulesi) inşasına başladı. İnşaat henüz bitmiş değil, ancak temel motivasyon hac dışı turist çekme ve BAE’ın konumunu zayıflatma.

Turizmin yanında iki ülke arasındaki çekişmeyi ortaya koyan diğer unsur Riyad’ın, büyük şirketlerden merkezlerini Suudi Arabistan’a taşıma talebi. Krallık burada ikili bir politika izliyor: Teşvik ve cezalandırma. Teşvik politikasında yabancı şirketlere yer, çalışan, vize, ticaret gibi alanlarda kolaylıklar var. Ancak bunun bir de ceza ayağı var. Merkezlerini Krallığa taşımayan şirketlerin 2024’ten sonra kamu ihalelerine girmesinin önü kesilecek. Krallık bu uygulamayı Şubat 2021’de duyurdu. İşte bu adımın en fazla etkileneni BAE olabilir. Nedenine bakalım.

BAE içinde Dubai özel bir konuma sahip, 1990’lardaki ekonomik büyüme, yabancı yatırım çekme politikasında Dubai hayatî bir rol üstlendi. Bu durum günümüzde de güncelliğini koruyor, Dubai öyle çok bilinen bir yer ki, pek çok insan ülkenin başkentinin Dubai olduğunu düşünüyor.

Dubai’nin bu bilinirliğinde ticari bir merkez olması etkili. Örneğin dünyada ilk 500’de yer alan şirketlerden en az 45’inin merkezi Dubai’de. Yabancı şirketlerin ve yatırımcıların Dubai’ye akınının ardında ülkenin yabancı şirketlere sağladığı kolaylıklar, teşvikler, hayat tarzına karışmama gibi stratejisi var (buna son olarak vize ve oturma izni, evli olmadığı partneriyle ülkede yaşama, işsizlik durumunda sınır dışı edilmeme gibi kolaylıklar da eklendi). BAE’nin iş iklimi, Dünya Bankası’nın 190 ülkede faaliyette bulunma/iş yapma koşullarını incelediği 2020 raporunda 16’ncı sırada yer almasını sağladı. Aynı raporda Suudi Arabistan’ın faaliyette bulunma koşullarında ilerleme olduğunun da altını çiziliyor olsa da listede 62’nci sırada yer alan Krallık ile BAE arasında uçurum var.

Suudi Arabistan’ın ekonomi ve turizmde BAE alternatif politikalara hız vermesi, bunu ekonomisi açısından hayati görmesi, BAE’nin elini çabuk tutmasını mevziisini güçlendirme girişimlerini tetikliyor. Bunun en net görüldüğü alansa dış politika.

Rekabetin dış politika yansıması: İsrail ve Türkiye ile masaya oturma

BAE ile Suudi Arabistan, İran, Müslüman Kardeşler, Mısır başta olmak üzere bazı zeminlerde ortak bir dış politikaya sahip. Bununla beraber Yemen ve Libya konusunda iki ülke farklı yön ve yöntemler izledi. Düzeyi artan ekonomik rekabet, BAE’nin Suudi Arabistan’dan ayrışan politikalarına yeni ülkelerin dahline de neden oldu: İsrail ve Türkiye.

BAE, İsrail ile Eylül 2020’de imzalanan İbrahim Anlaşmaları uyarınca normalleşme sürecini başlattı. İki ülkenin şirketleri savunma, enerji, finans, dijital ekonomi, teknoloji gibi alanlarda işbirliği yapmaya başladı. Bu anlamda İsrail, BAE için yeni bir güçlenme unsuru sunuyor olurken, Suudi Arabistan için baş ağrısı, çünkü Krallık ile İsrail arasında henüz normalleşme adımları atılmış değil.

BAE’nin dış yatırım, yabancı ortaklıklar kurmasında dış politika üzerinden hareket etmesinin diğer örneği Türkiye ile yaşanıyor. Türkiye ile BAE arasında ağustosta başlayan görüşme trafiği, her iki taraftan da gelen ekonomi vurgusu Abu Dabi’nin Libya başta olmak üzere Türkiye ile yaşadığı farklılaşma ve gerilemeye karşın bir masa etrafından buluşmaya onay vermesinin gerekçelerinden birini de sunuyor.

Özetlemek gerekirse OPEC+’nın temmuz toplantısında açık restleşmeye dönen Riyad-Abu Dabi ilişkilerinin değişiminde iki ülkenin petrol sonrası döneme yönelik projeksiyonları, benzer hedefleri ve rekabetleri etkili. Bu anlamda petrol arzındaki anlaşmazlık yaşananı su yüzüne çıkaran örnek olarak ele alınabilir. BAE, Suudi Arabistan’a göre yabancı yatırım çekme, turizm ve iş iklimi açısından daha üst seviyede yer alıyor. Üstelik Riyad’ın kaşlarını çatması, rekabette el artırması, BAE’nin dış politikasında Körfez dışı ülkelerle daha yakın ilişki kurmasına, ekonomi odaklı bir dış politikaya yönelmesine zemin yaratıyor. Değinilen politikanın son örnekleri: İsrail ve Türkiye. Bu çerçevede Suudi Arabistan’ın da yeni dış politika atılımları görüldüğünde iki Körfez ülkesinin rekabeti akılda tutularak durum ele alınmalı.

Gazete Duvar / 10.09.21