“Dişinizi fırçalarken suyu açık tutmayın! Hâlâ her gün duş yapma alışkanlığınız mı var? Lütfen duşunuzu kısa tutun! Bakıyorum sürekli geziyorsunuz, karbon ayak izinden haberiniz var mı?”
Bu cümlelere hepimiz denk geliyoruz. Cümlelerin böylesine sert tonda olmasının nedeni, evimizin yanıyor olması. Evimiz Dünya: Kedim Şerbet’ten kuşumuz Çipil’e, bir otelin plaj merdivenin altından can veren caretta carettalara uzanan, adını burada saymaya editörün sabrının yetmeyeceği canlılarla dolu bir ev. Bu evde işler yolunda değil. Bunu bilmemek için artık cahil veya vurdumduymaz değil, bayağı kötü olmak gerekiyor. Zira biliyoruz ki bu evde sıcaklık 1,5 derece daha artarsa ya hepimiz kül olacağız ya da sel sularında boğulacağız. Peki evimizi yangın yerine çevirenler kim? Suçlu kim?
Suçlu birey cemaate karşı
Modern toplumun tebaadan vatandaşa, bireye uzanan hattı suç konusunda da benzer bir çizgiyi izliyor: Bireysel suç ve sorumluluk. Ancak iklim krizi, modern hukuk tarihi ve yaptırımları konusunda da birey olmakla ilgili bize başka bir mümkünü sorgulamamız gerektiğini söylüyor.
Yukarıda bahsedilen modern hat, hukuk ve toplum yapısında yaşanan dönüşümün bir ayağı. Bireysel sorumluluk hattı tam da buradan başlıyor. Üstelik bu kötü değil, hatta iyi. Yani savurganlığa dur diyebilmek, alışkanlıklarımızı gözden geçirmek.
Ancak bu modern hattın yükseldiği zemin yadsındığında ancak okyanusta su damlası olabiliriz. Örneğin; dünyadaki su kaynaklarının verimsiz kullanılması bizim günlük duş rutinimizi içerse de, kıtlığın başlıca müsebbiplerinden tarım ve enerji politikalarına bakmak gerek. Peki bu tarım ve enerji politikasının durumunu birey-hukuk ilişkisiyle, bireyin erdemsizliğiyle izah edebilir miyiz?
İşte burada bir sınırla karşılaşıyoruz ve geniş bir çerçeveye ihtiyaç duyuyoruz. Ekonomi-politik hattı gösterme ihtiyacı. Ekonomi-politik hattın adını söyleyelim: Kapitalizm. Ah her kötülüğün kaynağı olan, Elon Musk’ın Jeff Bezos’un kaprislerini bize izleten kapitalizm.
Kapitalizm, (genişletilmiş tanımlarını basite indirgersek) sabit ve değişken maliyetleri en aza indirgeyerek mümkün olan en yüksek kârı elde etmeye dayanan ekonomik sistem. İklim tartışmalarında cezaya kalanın birey olmasının da nedeni. Öyle ya, kapitalizmde bireyler rasyoneldir, cemaatler ise eski, arkeik bir sistemin artığı. Peki kapitalizmin merkezindeki birey gerçekten cemaatleri defedebilmiş midir? Bunlar birbirine zıt mı, zıtlık barındırıyor mu? Bunun iklimle ne alakası var? Sorunun yanıtı için iki cemaate bakalım: Bankalar ve enerji şirketleri.
'Reklamlarımıza sıfır karbon diyoruz işte!'
Bankaya cemaat demenin kafa karışıklığı olduğunu düşünüyorsanız, bu satırın yazarı pek öyle düşünmüyor. Neyse ki sosyoloji burada imdada yetişiyor. Sosyolojiye göre cemaat, üyelerinin ortaklaşa paylaştıkları bir şeye (genellikle ortak bir ideolojiye ya da bir kimlik duygusuna) dayanan, özel olarak oluşturulmuş bir toplumsal ilişkiler bütünü. Peki bu bankaların birlikleri, aralarında özel grupları yok mu? Hepsi bir yanıyla birbirinin rakibiyken, ortak sistem kurup aynı kredi başvurusunu kapıdan çevirecek istihbarat ağları yok mu? İlla isminin Paraağa Cemaati mi olması lazım!. Peki bir banka nedir? Ne yapar?
Türk Dil Kurumu bankayı şöyle tanımlıyor: Faiz karşılığı para alıp veren, kredi, ıskonto, kambiyo işlemleri yapan, değerli eşya saklamaya yarayacak kasa kiralayan, ticaret, sanayi, ekonomi alanlarında türlü etkinliklerde bulunabilen kuruluş. İşte bu kuruluşların bir araya geldiği yerdir cemaat.
Bu cemaatin saygın üyelerinin reklamlarında ciddiyet ve yapaylık vaka-ı adiyedendi. Bir de buna açıktan yalan eklendi. Dünyanın en büyük bankaları iklim konusunda hassas olduklarını ve iklim krizinin baş sorumluları olarak görülen hidro-karbon (kömür, doğalgaz, petrol gibi) projelerine kredi vermeyeceklerini duyuruyor, işyerlerine geri dönüşüm kutusu koyuyor ve kâğıt israfının önüne geçmeye dönük dijital adımlar atıyor.
Reklamları atlıyoruz, o bankaların şık binalarından hesap odaklarına geçiyoruz. Banking Track’in de parçası olduğu bir araştırma grubunun hazırladığı İklim Kaosunda Bankacılık 2021 (Banking on Climate Chaos 2021) raporuna göre, Paris İklim Anlaşması imzalandıktan sonra bankaların fosil endüstrisine verdiği kredilerde 2016’dan 2020’ye ciddi artış yaşanmış. Dünyadaki önde gelen 60 banka söz konusu dönemde hidro-karbon endüstrisine 3.8 trilyon dolar (yani her yıl Türkiye’nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası) kadar kredi vermiş. Peki şu ana kadar “İklim krizi var ve önlem alımını destekliyoruz, haydi, sıfır karbona” diyen, ancak arka planda tezatın en şahane tanımına imza atan bankalar hangileri?
Listede 60 banka var. İlk sırada JP Morgan Chase var. Onu Citibank ve Bank of America takip ediyor. İngiltere’den Barclays, Çin’den Bank of China listenin en başında yer alanlar. Özetle, bizler bisikletin pedallarına daha hızlı asılırken, dertleri kâr olan dünyanın önde gelen 60 bankası, “İklim de neymiş, reklam verdik işte. Alo, merhaba ‘Güzel Kömür Şirketi’, kredi talebiniz onaylandı” demekle meşgul.
Bankalar bu resimdeki tek suçlu değil. Zira banka kredi veriyorsa bir alan olmalı. O krediyi alanlara da bakalım.
Karbon ayak izinde ve Meksika Körfezi felaketinde başrol aynı: BP
2004’te henüz iklim tartışmaları bilim insanlarının uyarılarını kulak arkası edecek düzeydeyken bilim raporlarının baş takipçileri, enerji şirketleri haberi çoktan almış, “geliyor gelmekte olan” diyorlar. Dünyanın en büyük ikinci özel enerji şirketi bir adım atıyor: “Karbon Ayak İzi Hesaplayıcı”. En duyarlı kesim hedefte, zira onlar olanların farkında. BP de bireye suçu yükleyebileceğinin, modern sistemin de hukukun da nasıl işlediğinin farkında. Karbon ayak izi, alışveriş, ev taşıma, seyahat gibi başlıca hareketlerimizin dünyada bıraktığı karbon, yani ateşe dökülen benzin.
İnsanlar günlük karbon ayak izlerinin derdine düşmüşken 21. yüzyılın en büyük felaketlerinden biri gerçekleşiyor: 2010’da BP’nin Meksika Körfezi’ndeki platformundan okyanusa petrol sızıyor. ABD’nin en büyük çevre felaketi olarak anılan bu olayda 4,2 milyon varil petrol okyanusa karışıyor. Bu felakette canlılar kategorisinde milyonlarca balık, deniz canlısı ve 11 insan yaşamını yitiriyor, suya bıraktığı etkinin izleri ve boyutu henüz bilinmiyor. BP bu felaketi milyar dolarlık cezalarla kapatıyor. Eğer bu felaket ABD’de değil, Nijerya’da ya da başka bir ülkede olsaydı, o tazminatı ödeyeceği de şüpheliydi. ExxonMobil ya da diğer şirketler felaketler konusunda BP’den farklı değil. Enerji şirketleri cemaati de sözü geçen, “saygın” bir yapı, suça ortak. Fakat BP özel bir şirket. Örneğin; iklim krizinde bulduğu dahiyane fikirle krizin sorumluluğunu markete giden Ayşe Teyze’ye yüklemeyi, bir yılda tek tatil hakkı olan Ali Bey’e yüklemeyi, onları suç ortağı etmeyi, zihinlere girmeyi başarıyor.
BP bunları yaparken, diğer enerji şirketleri Kuzey Kutbu’nun altını kazmakla, kaya petrolü çıkarmakla meşguldü. Bir de yukarıda adı geçen bankalara ardı ardına kredi talebi göndermekle. Öyle de, salgın bitiyordu ve hayat normale dönecekti. Daha çok proje, daha çok kaya parçalama, daha çok emisyon… Ama iklim krizi? Onu da süper PR şirketleriyle, uzun ve dolambaçlı çok şey söylüyor gibi duran ancak hiçbir şey söylemeyen yeni stratejiler hazırlayarak ele aldılar. OPEC+ hâlâ kesintiyle fiyat artırma derdinde, Gazprom yeni hatlar peşinde, artan gaz fiyatları karşısında kömür şirketlerinin kârı neredeyse iki katına çıkıyor, madenlere hücum politikası var gücüyle sürüyor. Yani işin doğrusu dünya şirketlerin pek de umurunda değil…
Bu noktada birey ne yapacak? Öncelikle aldığımız bireysel önlemler anlamlı, kolektif bilinç önemli. Ancak duş sayınızı azaltırken bu şirketlerin, büyük bankaların açıkça aksi yönde hareket ettiğini ve hepimizin tüm gün duş alsak dahi iklime veremeyeceği zararı birkaç günde verebileceği hasarları unutmayalım. Karşımızda güçlü bir cemaatler grubu var. Yani kapitalizm, sattı hattından cemaati def etmemiş, ancak bunu gruplara hasretmiştir, etkili lobilere, şirketlere, bankalara… Bu noktada ya onlara dur diyeceğiz ya da onların yarattığı akıl oyunlarının labirentine, bireysel çabalara hapsolacağız.
Gazete Duvar / 01.10.21