Türkiye her anlamda AKP güruhu iş bilmezliğinin, vasatlığının, görgüsüzlüğünün ve vizyonsuzluğunun esiri haline gelmiş durumda. Yandaşlıktan gözü dönmüş olanlar farkında değil ama bunun bedelini hep birlikte ödüyoruz, onlarca yıl ödemeye de devam edeceğiz. Muktedirlerin bu benbilirimci kibrinin nelere mal olduğuna ve gelecekte de nelere mal olacağına dair üç çarpıcı örnekten bahsedelim.
Her geçen gün yeni bir sorun yumağıyla karşımıza dikilen İstanbul'un üçüncü havalimanına cuma günü rüzgar sebebiyle çok sayıda uçak iniş yapamadı, uçaklar havada tur atmak zorunda kaldı, hatta bazı uçaklar Tekirdağ'daki Çorlu Havalimanı'na yönlendirildi.
Ertesi günü Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) Genel Müdürlüğü, hava koşulları nedeniyle İstanbul Havalimanı'nda 468 seferden sekizinin, Sabiha Gökçen Havalimanı'nda ise 94 seferden ikisinin başka havalimanlarına yönlendirildiği kaydedildi.
Açıklamada, İstanbul hava sahasında beklenen, içinde yatay ve dikine şiddetli hava akımları, türbülans, düşük görüş şartları, buzlanma gibi hava aracının uçuşunu imkansız hale getiren ve pilotlar tarafından "katil bulut" olarak adlandırılan Cb bulutlarının, özellikle 1500 feet altında iniş ya da kalkış hattında hava araçlarının kaza kırımına yol açtığına dikkat çekilerek, "Bu nedenle söz konusu Cb bulutlarının oluştuğu tüm hava sahalarında hava trafiğinin bekletilmesi, kalkışların durdurulması ya da gerektiği durumlarda trafiklerin başka meydanlara yönlendirilmesi zorunluluk arz etmektedir" denildi.
Hemen gözler yıllar önce havalimanı projesi gündeme geldiğinde dikkat çekilen meteorolojik şartların ve pistlerin konumunun taşıdığı risklere çevrildi. Cuma günü görülen rüzgar kaymasınını ve aşağı yönlü kuvvetli hava hareketlerinin pistlerin yönüyle ilgisi olmadığını söyleyenler de var.
Çünkü, bu hava hadisesi pist hangi konumda olursa olsun uçuşlar için risk oluşturuyordu. Bu söylendiği gibi istisnai bir durum olsa da, havalimanının yapıldığı yerin konumunun meteorolojik açıdan uygun olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bu riskler gerek, Aralık 2014 tarihli TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Üçüncü Havalimanı Teknik Raporu'nda gerekse Mart 2015 Kuzey Ormanları Savunması'nın Üçüncü Havalimanı Projesi Raporu'nda yer aldı. Çok söylendi, çok anlatıldı.
Faydası var mı ya da şu aşamada bir anlam ifade ediyor mu bilmiyorum ama o dönemde nelere dikkat çekilmişti, tekrar edelim:
"Üçüncü havalimanı projesinin ÇED Raporu'nda meteorolojik değerlendirmeler ve hava kalitesi modellerinde Kumköy ve Florya Meteoroloji İstasyonu verileri, yükseklik (ana sondaj verisi) verileri olarak da Göztepe Meteoroloji verileri kullanılmıştır. TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu (İKK) Üçüncü Havalimanı Teknik Raporu, projenin Florya ve Göztepe istasyonlarının proje alanına oldukça uzak oluşlarına ve iklim olarak daha ılıman bir bölgede yer aldıklarına dikkat çekerek bu verilerin proje alanı ile ilgisini sorgulamaktadır. Rapora göre, Kumköy İstasyonu proje alanına 20- 25 km olup, en yakın meteoroloji istasyonu olmakla birlikte konum itibarıyla bir koyda yer aldığından deniz üzeri rüzgârlara açık proje alanına göre daha daha korunaklıdır. Dolayısıyla, ÇED Raporu'nda kullanılan meteoroloji istasyonlarının verilerinin proje alanındaki değerleri yansıtmadığı belirtilmekte ve yıllık 150 milyon kişi kapasiteli bir havalimanındaki meteorolojik parametrelerin düzgün bilinmesi gerektiğinden hareketle proje alanında bir meteoroloji istasyonunun kurularak en az beş yıllık bir ölçümden sonra projenin yapılıp yapılmayacağına karar verilmesinin gerektiği ifade edilmektedir.
İKK Raporu, proje alanının doğrudan deniz üzerinden gelen rüzgârlara açık olduğu uyarısını yaparak, uçuş için uçağın gelen rüzgârı önden alması gerektiğini, yandan ya da arkadan almasının tehlikeli olduğuna dikkat çekmektedir. Üçüncü Havalimanı'nın kuzey-güney ve doğu-batı doğrultulu pistleri, kuzeybatı ve kuzeydoğu yönünden esen ve kentin iki ana rüzgarı olan lodos ve poyraz rüzgarlarını yandan almaktadır. Dolayısıyla, yandan rüzgâr alan uçakların yağmurlu ve fırtınalı havalarda iniş yaparken kanat katlanması ve türbülans ile savrulmaları muhtemeldir. Sayılan nedenlerden dolayı Türk Hava Kurumu Teknik Birimi'nin projeye onay veremediği bilinmektedir.
Bir başka önemli uyarı da ÇED Raporu'nda iklim değişikliğinden kaynaklanan risklerin (hortum, aşırı sağanak yağışlar ve fırtınalar) değerlendirilmemiş olmasıdır. Öte yandan, ÇED Raporu'nda yılın 107 günü kuvvetli rüzgâr, 65 günü ise yoğun bulutlu olan bu kıyı bölgesinde hava taşımacılığı ve piste iniş ve kalkışların fiziksel çevre şartları bakımından ne denli sorunlu olabileceğine dikkat çekilmektedir."
Şimdi bahar aylarındayız, kış geldiğinde yağışların ve rüzgarların daha şiddetli olduğu günlerde ne olacak? İlk yıl 90 milyon, ikinci yıl 120 milyon ve üçüncü yıl 150 milyon yolcu kapasitesine ulaşma hedefi olan bir havalimanında daha iyi havalarda yaşanan aksaklıklar bu kapasitelere ulaşmayı sekteye uğratır mı? Yolcu garantisi dış hat yolcu başına 20 euro, dış hattan gelip dış hata gidenler için 5 euro ve iç hattan gelip dış hata gidenler için de 3 euro. Havalimanındaki uçuş aksaklıkları bazı havayolu şirketlerinin İstanbul'dan uçuş sayılarını azaltmasına sebep olabilir mi? Uçmayan her yolcunun bedelini devlet yani eninde sonunda yurttaş ödeyecek çünkü.
Bir diğer mesele, geçtiğimiz günlerde Akkuyu nükleer santrali inşaatı sırasında geçen yıl temmuz ayında iki kez çatlak meydana geldiğinin, TAEK'in duruma müdahale ederek çatlağın giderildiğinin sızdırma bir haberle kamuoyuna yansımasıydı. Ardından 10 ay önce yaşandığı belirtilen çatlaklarla ilgili resmi kurumlar tarafından yalanlana gelmezken, Akkuyu Nükleer AŞ şirketi bir hafta arayla iki kez açıklama yaptı. Şirket ilk yaptığı açıklamada, santral inşaatında herhangi bir gecikme olmadığını söylerkeni ikinci açıklamada haberi yalanladı.
İşin ilginci, her şeyden önce Türkiye kamuoyuna açıklama yapma sorumluluğu olan Akkuyu Nükleer AŞ, ikinci açıklamayı Rus haber ajansı RIA Novosti'ye yaptı. Zaten Türkiye olayı bir gazetedeki sızdırma haberle öğrendi, sonrasında da doğru dürüst bir açıklama gelmemesi, nükleer gibi kritik bir yatırımda ülkenin kimlerin eline teslim edildiğinin göstergesi. Bir kaza veya sızıntı durumunda demek önce Rusya'ya haber verilecek, lütfederlerse biz de oradan öğreneceğiz.
Santralin yapıldığı yer Ecemiş fay hattının yakınından geçiyor ve etki alanında. Maalesef, bu bilgiler ÇED raporlarında hafifsendi. Santralin ÇED raporunun iptali için Danıştay 14'üncü Dairesi'nde görülen davada santralin oturtulacağı zeminin altının boş olduğunu ve aktif fay hattının çok yakınında yer aldığı belirtilmesine rağmen, mahkeme ve bilirkişi heyeti keşifte zemin etüdü yapmak için bir örnek almadı.
Acilen inşaatının durdurulması ve denetime tabi tutulmasına gereken inşaatta çatlak neden oluştu, zeminden mi kaynaklandı yoksa kullanılan malzemeden mi kaynaklı, çatlak tekrar meydana gelebilir mi, ne gibi önlemler alındı hiçbirini bilmiyoruz. Ama 2023'e yetişecekmiş herkes gönlünü ferah tutsun.
Son olarak, yıllardır hem ulusal hem uluslararası kamuoyunda defalarca gündeme taşınan ancak bir türlü vazgeçilmesi sağlanamayan, 12 bin yıllık insanlık mirası Hasankeyf'i yok eden Ilısu Barajı için 10 Haziran'da su tutma işlemine başlanacak, ekim ayında suni göllerin sularının Hasankeyf'e ulaşacağı tahmin ediliyor.
Hükümet, Göbeklitepe'ye gösterdiği alakayı hiçbir zaman Hasankeyf için göstermedi. Büyük bir kültürel miras, eserlerin Yeni Hasankeyf'e taşınması, kayaların sağlamlaştırılması adı altında fiziki müdahalelerle ciddi bir yıkım yaşadı. Baraj projesiyle tarihi eserlerle birlikte bölgede pek çok insan da yerinden edildi.
Geçen yıl Irak yaşadığı su sıkıntısında Türkiye'yi sorumlu tutmuştu. Ilısu Barajı geçen yılın haziran ayında su tutmaya başlamış ancak Irak'ın talebi üzerine su tutma işlemi ertelenmişti. Barajdan sadece Türkiyeliler değil Irak'ın su sistemi ve tarımı da etkilenecek.
Diğer yandan, barajın tam anlamıyla su tutabileceğinin de garantisi yok. Yakın zamanda Dicle ve Fırat nehirleri son yılların en büyük kuraklığı yaşandı. Dicle Nehri'nde su seviyesinin giderek düştüğü gözlemlendi. Dicle Barajı, suyun debisinde büyük azalmaya neden oldu. Ayrıca, DSİ'nin sulama kanalları nedeniyle suyun tarımsal alanda kullanımı ve bunun da bilinçsiz kullanımı debinin daha da azalmasına sebep oluyor.
Hal böyle olunca, Dicle Nehri son 30 yıl boyunca debisindeki suyun azalmasının en büyük dönemini yaşıyor. Ayrıca, Ilısu Barajı'nda su tutulmaya başlanmasıyla debisi iyice düşen Dicle'den alt havzaya da su akmaması durumu söz konusu...
Sadece üç ayrı proje, üç ayrı risk, üç ayrı bölgede geri dönüşsüz tahribatlar...
Ekonomik, ekolojik ve toplumsal tahribatları olduğu kadar doğaya, kültürel ve tarihi varlıklara yönelik bu zararların önü alınabilirdi. Bu projelerin hepsinden vazgeçilebilirdi. Hiçbiri gerçek bir ihtiyaçtan yapılmadı, ihtiyaç varmış gibi gösterildi. Seçim meydanlarına şov malzemesi yapıldı. Hiçbiri geniş toplum kesimlerince tartışılmadı, bütün işler yandaş takımıyla kapalı kapılar arkasında götürüldü. Yapmayın etmeyin diyen sivil toplum, bilim insanları, avukatlar, aktivistler hain ilan edildi.
Toplumlarına yeni bir şey vaat edemeyen az gelişmiş ülkelerin gücü elinde tutan siyasi oluşumları, hep beton vaat eder. Beton ve rant cumhuriyetinde en büyüğünü, en yükseğini, en genişini yapıyoruz der, sonra yurttaşına aç karnını da doyuruyoruz ya daha neyiniz eksik diye söylenir...
Artı Gerçek / 19.05.19