Türkiye Ormancılar Derneği geçen hafta sonu 90. kuruluş yıldönümünü Ankara’da düzenlediği “Doğa ve Kalkınma Sempozyumu” aracılığıyla kutladı. Sempozyumda söz alan konuşmacılar Türkiye’nin enerjide giderek artan dışa bağımlılığını ve abartılı talep öngörülerini öne sürerek ticarileştirilmiş proje ve lisanslandırma politikalarıyla yaratılan rant politikalarını gözler önüne serdiler.
Sempozyumda söz alan çevre mühendisi Deniz Gümüşel konuşmasında Türkiye’nin 2013 itibarıyla birincil enerji arzının 120.3 MTEP (milyon ton petrol eşdeğeri), nihai enerji tüketiminin ise 88.7 MTEP düzeyinde olduğunu ve bunun yüzde 78’inin kömür, petrol ve gazdan oluşan fosil yakıtlarca karşılanmakta olduğunu belirtti. Gümüşel’in verilerine göre Türkiye’nin birincil enerji talebinin 2023 yılında 218 milyon TEP’e ulaşması beklenmekte ve fosil yakıtların payının da yüzde 86’ya çıkması öngörülmektedir. Söz konusu toplamda dışa bağımlılık oranımız (ithal kömür hariç) yüzde 53’e ulaşacaktır. Türkiye 2023’e değin en az üç nükleer santral, 80-100 arası yeni kömürlü santral, binlerce HES ve onlarca yeni doğalgaz çevrim santralı ile yerli ve uluslararası enerji tekellerinin iştahını kabartan geniş bir iç pazar sunmaktadır.
***
Sempozyumun bir başka konuşmacısı olan Necdet Pamir ise Türkiye’nin 2013 yılı itibarıyla 246.4 milyar kilovat saat (kws) tüketirken, yurtiçinde gerçekleştirilen 240.2 milyar kws elektrik üretiminin yüzde 72.1’ini fosil yakıtlar, yüzde 24.8’ini hidrolik kaynaklardan elde etmekte olduğunu; rüzgârdan elde edilen elektrik üretimi katkısının ise yüzde 3.1 düzeyinde bulunduğunu paylaşmaktaydı. Pamir’in bize ulaştırdığı bilgilere göre, 1990 yılında yüzde 75 oranında olan yerli kaynaklara dayalı elektrik üretiminin payı 2002 yılında yüzde 50 düzeyine gerilemiş, 2014 sonunda ise yüzde 37 olmuştur. 2002 yılında elektrik üretiminde yüzde 62 olan kamunun payı özelleştirme saldırıları altında hızla gerilemiş ve 2014 yılında yüzde29’a düşürülmüştür. Özelleştirme uygulamalarının sağlayacağı öngörülen toplumsal yararların hiçbirisinin sağlanmadığı; özellikle enerji fiyatlarının düşmediği; aksine, yüksek oranlarda artış gösterdiği bilinmektedir.
Necdet Pamir’in, Profesör Necdet Basa ile hazırladıkları Enerji ve Hukuk Sempozyumu Bildiriler(*) kitapçığına göre bir diğer sorun, enerji tüketiminde ithal kaynakların payının azaltılacağı söylemine karşın, aksine doğalgaz ve kömür gibi kaynaklara dayalı yeni santrallara adeta otomatik olarak lisans dağıtılmasıdır. Örneğin doğalgazda lisans almış ve başvuru ve inceleme aşamasındaki santralların proje stoku 26.3 bin megavattır (MW). Bu rakama mevcut doğalgaz santrallarının kurulu gücü de eklendiğinde ortaya çıkan rakam 47.5 bin MW ile bugünkü kurulu gücün yüzde 70’ine ulaşmaktadır. Yeni doğalgaz santral projelerinin en kötümser tahminle yalnızca üçte birinin uygulamaya geçmesi durumunda dahi gereksinim duyacakları yıllık gaz talebi 40 milyar metreküpü aşacaktır. Bu rakam Türkiye’nin 2013 gaz tüketiminin yüzde 90’ına ulaşmaktadır. Dolayısıyla resmi söylem olan “doğalgaza bağımlılığımızı azaltacağız” temennisi gerçekçi olmaktan uzaktır.
***
Gerçek olan durum ise Türkiye’nin sürekli olarak abartılı talep öngörüleriyle ileride büyük bir enerji açığı ile karşı karşıya olduğu şantajına dayanarak yerli ve uluslararası enerji tekellerine denetimsiz proje lisansları ile deyim yerindeyse, bir lisans enflasyonu yaratılmasıdır. Örneğin, 10. Kalkınma Planı 2013-18 dönemi için elektrik tüketimi yılda yüzde 6 oranında neredeyse doğrusal bir artış öngörmektedir. Bu öngörüye dayanarak kurgulanan projelerin toplam gücü olan 81 bin MW kapasitesi, mevcut kapasite düzeyi olan 68 bin 720 MW ile karşılaştırıldığında ne kadar abartılı, aşırı ve gereksiz bir kurulu güç arzı ile karşı karşıya kaldığımız anlaşılmaktadır. Bir süre sonra söz konusu lisansların aslında hiçbir yatırıma dönüşmemesine karşın, “yeni bir piyasanın” yaratılarak enerji tekellerine yepyeni rantlar aktarmaya yönelik olduğu görülecektir.
Şişirilen rantlar, artan ithalat ve dış bağımlılık Türkiye’nin enerji sektörlerindeki dengesizliğinin yansımalarıdır. Ancak sorunlar sadece iktisadi bağımlılık ilişkileriyle sınırlı kalmamakta, önemli sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. Örneğin Deniz Gümüşel’in paylaştığı bilgilere göre, Avrupa Birliği Hava Kirliliği Haritası’na göre Türkiye, Avrupa’nın en kirli havasına sahiptir. DünyaSağlık Örgütü’ne göre her sene Türkiye’de ortalama 28 bin kişi hava kirliliğine bağlı nedenlerle hayatını kaybetmektedir. Avrupa’da kömür santrallarından kaynaklanan salımların çevre kirliliğine bağlı hastalıklara ciddi katkıda bulunduğu bilinmektedir. Güncel verilere göre, kömür kullanımının Avrupa’ya bir yıllık maliyeti 18 bin 200 erken ölüm, 8 bin 500 kronik bronşit vakası ve yılda 4 milyondan fazla kayıp işgünü olmaktadır. Bu rakamların Türkiye için sadece bir alt sınır olacağı açıktır.
Bilinmelidir ki gelişmişliğin ölçütü “enerji tüketimini hızla artırmakla değil; enerjiyi verimli kullanmakla, tüketimi azaltmakla ve yenilenebilir kaynakların enerji tüketimi içindeki payını artırmaya yönelik politikalarla” ölçülmektedir.
(*) Türkiye Barolar Birliği Enerji ve Hukuk Sempozyumu, 9 Aralık 2014, Ankara (Derleyenler Necdet Basa ve Necdet Pamir).