Türkiye'nin 2011'de Albay Muammer Kaddafi'yi devirmeye dönük NATO müdahalesine katılarak girdiği Libya macerası giderek tehlikeli bir hal alıyor.
Kaddafi'nin linç edilmesi sonrasında farklı eğilimler taşıyan İslamcı güçler, birbiriyle tarihsel husumetleri olan kabileler ve yeni savaş ağaları arasında parçalanan, 2014'teki seçimden sonra iki hükümet ve iki parlamento şeklinde siyaseten bölünen, bunun akabinde bölgesel ve uluslararası güçlerin dahliyle bir vekâlet savaşına sahne olan Libya artık Türkiye'nin yakasını kolayca kurtaramayacağı bir yer.
Türkiye'ye savaş ilan edercesine bir tutum açıklayan Halife Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu'nun 6 Türk vatandaşını alıkoymasıyla başlayan kriz, bu kişilerin iki gün içinde bırakılmasıyla aşılsa da tehlike geçmiş değil. Çünkü Türkiye'nin pek çok yerde bir tür 'soğuk savaş' verdiği Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır'ın başını çektiği blokla Libya'daki kapışması derinleşiyor.
Bir tarafta Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi, buna bağlı hükümet ve Libya Ulusal Ordusu; diğer tarafta Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne bağlı askerler , İslamcıların ağırlıkta olduğu Ulusal Genel Kongre'nin devamı niteliğindeki Yüksek Devlet Konseyi, bunları destekleyen İslamcı milis güçleri ve Mısratalı direniş grupları hakimiyet savaşı veriyor.
Kabaca Suud-Emirlikler-Mısır üçlüsü Tobruk kanadının, Türkiye ve Katar ise Trablus kanadının Libya'ya hakim olması için tüm ağırlığını koymuş durumda.
Bu vekâlet savaşında iş öyle bir noktaya geldi ki Libya Ulusal Ordusu Sözcüsü Ahmed el Mismari, 28 Haziran'da çıkıp Libya limanlarına yaklaşan Türk gemilerini ve hava sahasına giren Türk uçaklarını vuracaklarını, Libya-Türkiye arasındaki sivil uçuşları durduracaklarını, Libya'daki Türk vatandaşlarını tutuklayacaklarını, Türk şirketleri ve projelerini meşru hedef sayacaklarını açıkladı.
Buna Savunma Bakanı Hulusi Akar "Hasmane tutum veya saldırıların bedeli çok ağır olacak, en etkili ve şiddetli şekilde mukabele edilecektir" yanıtını verdi.
Mismari'nin çıkışını Ecdebiye'de 6 Türk vatandaşının alıkonulması izledi. Türk Dışişleri, Türklerin alıkonulmasını 'illegal milis güçlerinin haydutluk ve korsanlığı' diye niteleyip derhal serbest bırakılmazlarsa Hafter unsurlarının meşru hedef olacağı uyarısını yaptı.
Bazı kaynaklara göre, Türkiye bölgedeki aşiret liderlerini devreye sokarak Hafter tarafına 72 saat süre verdi. Farklı müdahale senaryoları için hazırlıklar sürerken tanınan süre dolmadan Türkler bırakıldı.
El Mirsad sitesinin Libya'da insansız uçaklardan sorumlu olup karadan ve havadan keşif-istihbarat operasyonlarını yürüten ve aralarında üst düzey subayların da bulunduğu 25 Türk askerinin pasaport görüntülerini yayınlaması, alıkonulanlar arasında askerlerin de olabileceği iddiasına yol açtı.
Ancak Türk makamları alıkonulanların Libyalılara ait bir gemide çalışan denizciler olduğunu belirtti.
Bu olaylar Libya krizinin hangi boyutlara ulaşacağını da göstermiş oldu.
Türkiye'nin artan rolü Hafter güçlerini agresifleştiriyor
Bu restleşme, BM'nin yol haritasının ortaya çıktığı bir dönemde Hafter'in Bingazi, Tobruk ve Derne gibi yerlerle yetinmeyip kontrol alanını ocaktan itibaren Fizan çölü ve petrol barındıran güney kesimlere genişletmesi, ve 4 Nisan'da başkent Trablus'u hedefe koymasıyla keskinleşti.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Libyalı kardeşlerimizin yanında dimdik duracağız" çıkışı eşliğinde Hafter'in Trablus hamlesini boşa çıkarmayı vaat ederken Bayraktar'ın ürettiği insansız uçakların etkili bir şekilde devreye sokulduğu görüldü.
Ayrıca Türkiye'den giden silahlar ve zırhlı araçların görüntüleri internet ortamında dolaşmaya başladı.
Mismari'nin tehditleri, Libya Ulusal Ordusu'nun Trablus'u almak için sıçrama tahtası olarak kullanmak istediği Giryan'daki hezimetin ardından geldi.
Bu tepkiden, Giryan'ın tekrar Trablus güçlerinin eline geçmesinde Türk desteğinin etkili olduğu anlaşılıyor.
BM ambargosuna rağmen silah akışı
Bir vekâlet düzenini alan bu savaş, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kararıyla Şubat 2011'den beri uygulanan silah ambargosunun gölgesinde sürüyor.
Libya Ulusal Geçiş Konseyi kurulduğunda BM yeni bir kararla sadece meşru hükümete silah teminine izin vermiş ancak bunu da Yaptırımlar Komitesi'nin iznine tabi tutmuştu. 2013'de yeni bir kararla ölümcül olmayan askeri ekipmana izin verildi.
2014'te çatışmalar kızışınca Güvenlik Konseyi bu sefer tüm askeri sevkiyatı Yaptırımlar Komitesi'nin iznine bağladı. Yasa dışı silah sevkiyatının önüne geçmek için de 2016'da izleme komitesi kuruldu.
Türkiye'nin silah sevkiyle ilgili detaylar da komitenin Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporlara girdi. 2013'den itibaren Türkiye'den giden bazı gemiler Yunanistan, Mısır ve Libya limanlarında silah yüküyle yakalandı. Bu konuda uzun süre sessiz kalındıktan sonra Erdoğan, 20 Haziran'da askeri işbirliği anlaşması kapsamında Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne silah temin edildiğini söyledi. Erdoğan'a göre Türkiye'nin desteği Hafter'e karşı mücadelede sahada denge oluşturdu.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin Hafter güçlerine verdiği silahlar da Giryan'da ele geçirilen cephaneyle birlikte ifşa oldu. Ganimetler arasında ABD'nin 2008'de BAE'ye sattığı FGM-148 Javelin tanksavar füzeleri de var.
İki tarafın da tezi meşruiyete destek
Libya'daki restleşmenin dili ve kullanılan argümanlar önemli.
Türkiye Aralık 2015'te Fas'ta varılan 'Libya Siyasi Anlaşması' belgesine göre kurulduktan sonra BM tarafından muhatap alınan Sarraj hükümetinin meşruiyetini öne çıkarıyor.
Diğer taraf 2014'te seçimle belirlenen ama İslamcı kesimler tarafından reddedilen Temsilciler Meclisi'nin meşruiyetine atıf yapıyor.
Bir taraf meşru hükümeti silahlandırmakta beis görmezken diğer taraf "Uluslararası tanınmış Temsilciler Meclisi'nin otoritesini reddeden terör örgütleriyle ve onların finansörü Türkiye ve Katar'la mücadele ediyoruz" diyor.
Mismari'nin son kriz sırasında dillendirdiği şu sözler Tobruk kanadında 2014'ten beri tekrarlanıyor: "Sahada Türkiye ile savaşıyoruz… Türkiye teröristlerle birlikte bir savaş yürütüyor... Türkiye savaşa denizden, havadan ve karadan müdahale ediyor."
Yani her iki taraf da savaş için her türlü katkıyı sunarken "meşru otoriteyi destekleme" iddiasında.
BM Temsilcisi Ghassan Selame ise çözüm arayışlarını yürütürken hem Temsilciler Meclisi hem de Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni muhatap alıyor.
Trablus'taki güçler BAE ve Mısır'ı Çad ve Sudan'dan, Tobruk'taki güçler de Katar ve Türkiye'yi Suriye'den Libya'ya paralı milis taşımakla suçluyor.
Türkiye'nin argümanları ve uluslararası vaziyet
Türkiye'nin savaşa müdahil olurken kullandığı argüman birkaç unsur içeriyor:
-
"Suud-Emirlikler-Mısır üçlüsü Türkiye'nin çıkarlarına karşı savaş açıyor. Türkiye çıkarlarını korumak için Ankara'yı müttefik olarak gören Trablus kanadını desteklemek durumunda."
-
"Mesele silah yardımıysa BAE de yapıyor."
-
"Türkiye sonuçta BM'nin tanıdığı hükümetle çalışıyor."
-
"Doğu Akdeniz'deki yeni enerji savaşında münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesinde Libya, Türkiye için kritik önem arz ediyor. Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi doğalgaz kaynaklarının paylaşımında Türkiye'ye karşı ortak bir oyun içine girerken Türkiye de Libya ile buna karşı koyabilir. Yunanistan, Libya'daki karmaşayı fırsat bilip oldu bittiyle kıta sahanlığını genişletti. Türkiye bu oyunu bozmak zorunda."
Türkiye kamuoyunda karşılık bulsa da tartışmaya açık olan bu argümanlar, Libya'daki iç savaşın parçası olmayı meşrulaştırabilir ya da Türkiye'yi uluslararası hukuk karşısında haklı çıkartabilir mi? Bu yaklaşımın Libya krizinin çözümüne sağlayabileceği katkı nedir? Veya bu yolla Türkiye'nin çıkarları garanti altına alınabilir mi?
Sahadaki durum, bölgesel gelişmeler ve uluslararası eğilimler Türkiye'nin hedefleri ve argümanları açısından olumsuz bir tablo sunuyor.
ENI ile petrol hesapları güden İtalya'nın Trablus kanadına, 2011'de Libya'ya ilk bombayı atan Fransa'nın Tobruk kanadına yatırım yapması bir kenara Avrupa Birliği'ndeki genel hava Hafter'den yana.
Aynı eğilim Arap Birliği ve Afrika Birliği içinde daha güçlü. BM Güvenlik Konseyi içinde ABD Hafter'e el verirken, Rusya da bu kanadı kayırıyor. Çin ise kesinlikte Türkiye'nin tarafında değil. Dahası Hafter ve destekçilerinin, Türkiye ve Katar'ın terör örgütlerini desteklediği iddiası uluslararası alanda artan oranda paylaşılıyor.
Türkiye için kötümser tablo: Garantisi olmayan oyun
Sonuç olarak Libya'daki süreç, bir süre öncesine kadar hem Trablus hem Tobruk'la görüştüğünü ve çözüme katkı sunduğunu savunan Türkiye'yi iç savaşın tarafı hatta parçası haline getiriyor.
Türkiye 'uzlaştıran' ve 'buluşturan' aktör sıfatını çoktan kaybetti.
Bu süreç, Türkiye'yi "İslamcı güçlerin destekçisi" olarak Libya'da sadece bir çevreye hapsediyor. Mevcut durum hangi yöne giderse gitsin Libya'nın geleceğinde Türkiye'yi tartışmalı bir yere koyuyor.
Ayrıca Türkiye'nin savaş alanında işlenen suçlar ve ağır insani tablolarla ilişkilendirilmesi ve bunun uluslararası platformlara taşınması ihtimali de bir başka maliyete işaret ediyor, ki Giryan'daki çatışmalardan sonra insansız uçaklarla katliam yapıldığı ve savaş suçu işlendiğine dair suçlamalar başladı.
Ankara oluşan düşmanlıktan özellikle Hafter'i sorumlu tutuyor fakat 'uluslararası tanınmış' Temsilciler Meclisi de Türkiye'yi Libya'ya savaş ilan etmekle suçluyor.
Temsilciler Meclisi Başkanı Akila Salih son krizde "Türk tehditlerine yanıt vermek için seferberlik çağrısı" yaptı. Müslüman Kardeşler'e karşı sert tutumuyla tanınan Salih Türkiye ve Katar için "terör destekçisi" ithamında bulunmaktan çekinmezken Mısır'ın dahlini 'ulusal orduyu birleştiren faktör' olarak övüyor.
Temsilciler Meclisi Sözcüsü Abdullah Balihek de Erdoğan için itici faktörün Suriye'de olduğu gibi Libya'da da Müslüman Kardeşler projesi olduğunu savunuyor.
BBC Türkçe / 03.07.19