Amerika Birleşik Devletleri, son dört yılda geleneksel siyaset yapma biçimini darmadağın eden; iç ve dış politikada eylem ve söylemleriyle fırtınalar kopartan Donald Trump’a veda ediyor. ABD elitlerinin ‘dünyaya demokrasi dağıtmak üzere seçilmiş bir ulus oldukları’ ön kabulünden bakılırsa, 3 Kasım başkanlık seçiminde verdikleri ‘demokrasi mücadelesi’ de, kazandıkları zafer de ‘göz yaşartıcı’. Demokrat Joe Biden’ın başkan seçilmesinin, Amerikan liberal demokrasisinin zaferi olduğu muhakkak. Amerika’nın yarısının bayram yapmasında da kuşkusuz haklı bir ‘Trump travması’ yatmakta.
Diğer yandan, Trump, ABD kurumsal yapısı ve liberal medyasıyla giriştiği kıyasıya savaşta hala bunca oy toplamayı başararak en başta 2016 seçiminin hakiki galibi olduğunu ispatladı. Biraz da bu yüzden şimdi yenilgiyi sindiremiyor. Bu yazı yazılırken hala hile yapıldığını iddia ediyordu. Bu açıdan 2016’daki rakibi Hillary Clinton’dan özünde farkı yok. Clinton seçimin ertesi sabahı siyasi gelenekler icabı ‘beyaz bayrak’ çekmek zorunda kalsa da kendi ‘kirli çamaşırlarının’ ortaya döküldüğü DNC sızıntılarının katkılarıyla gelen yenilgiyi sindirememiş, intikamını istihbarat kurumlarıyla iş birliği içinde Trump’ın üç yılına mal olan ‘Rusyagate’ komplosuyla almıştı. Trump’ın ‘gayrı meşrulaştırılma’ sürecinde önemli rol oynadı.
Sonuçta bu yıl başında gelen pandemi ve ABD’nin ekonomik krizine rağmen Trump’ın aldığı oylar, ibretliktir. Sistem için ‘makbul aday’ kazanınca ‘Amerika’nın demokrasisine kimsenin müdahale edememiş’ olması da öyle.
Trump’ın yenilgisi kaçınılmazdı
Arkadaşlarım seçimden bir iki gün önce sorduklarında ‘Trump’ın yenilgisini kaçınılmaz gördüğümü’ belirtmiştim. ABD kurumsal yapısı ve elitlerinin sanki ülke tarihinde yalancılık ve sahtekarlık görmemiş gibi yüklendikleri, hiçbir başkana yapmadıkları türden ithamlarda bulundukları, ‘Rus ajanı’ diye etiketledikleri ve hatta ‘Hitlerleştirmeye’ giriştikleri bir adayın, dünyanın süper gücünü ikinci kez yönetmesine ihtimal vermemiştim. Trump’ın yalancılığının özü değil fakat şekli tezahürleri düşünülürse, doğrusu olacak iş değildi. Kazansaydı, çok şaşıracaktım. 235 binden fazla Amerikalının canına mal olan pandemiyi bilim ve akıl dışı, dinci bir retorikle yüzüne gözüne bulaştırması ve inada bindirdiği söylemleriyle hasımlarına gerekli malzemeyi sağlamaktaki kararlılığı, kaderinde etkili oldu.
Trump, yenilgisini posta oyuyla hile yapılmasına bağlayarak tehlikeli bir oyun oynuyor. Sonuçta muhalefetin başını çeken New York Times’ın 2012’de posta ile oy kullanımının sağlıklı olmadığı eleştirilerini dönüp kimse tartışmayacak. Trump tutumuyla, ABD’de ‘faşist darbe yapacağı’, ‘aşırı sağcı tabanına silahlı isyan çıkarttıracağı’ paranoyalarını besleyen hasımlarının eline çok fazla mühimmat veriyor. Fazla zorlarsa, sonu hayırlı görünmüyor.
Bu konuda en isabetli analiz Amerika’daki Sosyalizm ve Özgürlük Partisi’ne ait. Parti özetle, ‘Trump’ın seçim sisteminin hileli olduğunu söyleyerek ABD kapitalist politikalarının temel kuralını ihlal ettiğini’ belirtirken, bunun ‘yönetici sınıfın iki partisi arasında yüzyıldan fazladır devam eden ve sistemin meşruiyeti açısından büyük önem atfedilen barışçı iktidar devrinin imajını zedelemek’ anlamına geldiğini vurguladı. Sebebi aşikar. Trump ve ailesinin ‘şahsi çıkarları’ ve iktidara veda edildiğinde açılacak soruşturmalar ve davalar. Amerikan eltileri geçmiş başkan ve yöneticilerin yolsuzluk ve skandallarının üstünü ustalıkla örtebilmişken, Trump ve ailesinin akıbeti şimdiden meçhul.
Ekarte edilen Bernıe’nin beklentileri, Bıden ile Harrıs...
Trump’ın yenilmesinden aşikar iki temel faktör var. İlki bizzat kendi kişiliği. İkincisi ise hasımlarının 2020 seçimini kendisine karşı referanduma çevirmeyi başarması.
Amerikan tarihinin pandemiyle gelen en büyük sağlık faciası, ekonomik kriz ve işsizliğin katlandığı bir ortamda, 2016’da Hillary Clinton’ın adaylığıyla başlayan ve Demokratik Parti’nin kurumsal yapısındaki defolara işaret eden tartışmalar, Trump yüzünden kenara konuldu. Partinin ilerlemeci ve sosyal demokrat kanadı Trump’tan kurtulabilmek için merkezdeki sağcılara destek sundu. 70 küsur milyon insan Biden’ı seçmekten ziyade Trump’tan kurtulmak için oy kullandı.
Bu süreci Demokratik Parti kurumsal yapısının tahammül edilemez derecede ‘solcu’ bulduğu ve iki seçimdir türlü dalaverelerle ekarte ettiği Bernie Sanders’ın tutumu izah ediyor. Sanders, seçim zaferi üzerine ‘arkadaşlarım’ diye hitap ettiği Joe Biden ve Kamala Harris’in yanında bu zaferi mümkün kılan ilerici insanları tebrik ederken, şu vurguları yaptı:
“Fakat karşı karşıya bulunduğumuz kriz düşünülürse işimiz bitmedi. Trump’ı yenme yolunda temel adımı attık ama bu sadece bir başlangıç. Şimdi yeni ve yoğun bir iş başlıyor başlıyor. Ve bana göre önümüzdeki en önemli görev, yeni Kongre’nin ve yeni yönetimin işlerin eski gibi olamayacağını anlamasıdır. Bu korkunç bir hata olur. Şirket elitleri ve lobicilerin bu ülkenin ekonomik ve siyasi hayatını belirlediği duruma geri dönemeyiz. Bu ülkenin çalışan ailelerinin, halkının ajandasını yaratacak şekilde bir araya gelmemiz ve bu ajandanın uygulanmasını talep etmemiz gerekiyor.”
Maalesef Sanders’ın bu söylemlerinin silah, ilaç ve sigorta şirketleriyle derin bağları olan Amerikan liberal sağının denetimindeki Demokratik Parti’de karşılığı yok. Biden zengin bağışçılarına seçilirse ‘hiçbir şeyin temelinden değişmeyeceği’ sözünü zaten vermişti. Nitekim, Demorat yahut Cumhuriyetçi taban olsun Amerikalıların ‘herkes için sağlık’ (Madicare For All) mottosunda birleşmesine aldırmadı. Pandemi koşullarında kiralar, konut kredileri veya öğrenci kredisi borçlarının iptali yahut ertelenmesi gibi talepleri sahiplenmedi. Şimdi seçildikten sonra ilk işinin pandemiye el atmak olduğunu söylemesi, şaka gibi.
Biden’ın Demokratik Parti’deki ön seçim yarışında kendisine rakip çıkmış, yüzde 2’lik destekte kalınca çekilmiş olmasına rağmen başkan yardımcısı adayı seçtiği Kamala Harris de farklı değil. Harris, California başsavcılığı sicilinde açıkça görülen sağcı hattın temsilcisi. Ancak renk ve cinsiyet ayrımlarının altının kalın harflerle çizildiği Amerikan sisteminde, ‘Hint ve Jamaika’ asıllı bir kadın olarak ‘renkli’ nüfusun temsilcisi ve liberal makyaja çok münasip. Biden’ın 78 yaşı ile görevi tamamlayamaması halinde Harris’in sırtlayacağı ABD’nin Hillary Clinton ABD’sinden farklı olacağını düşünmek açıkça naiflik.
Kuvvetle muhtemel ki, Trump’tan kurtulan ABD’de Demokratların tutacağı yol, iç politikada Cumhuriyetçi tabanla ‘kucaklaşmak’ ve ‘birlik ruhu’ adına solcu ve ilericileri marjinalleştirmek olacak. Dış politikada da ‘liberal insani müdahalecilik’ hattına dönerek Amerikan militarizmini daha zarifleştirecekler. Biden’in ‘demokratik uluslar zirvesi’ önerisi, ‘Amerika’nın küresel liderliğini yeniden kazanmakta’ somutladığı görüşleri sadece deja vu hissi yaratıyor. Ama ‘yokluğu katlanılmaz bulunan’ Amerika’nın Biden ile müttefiklerle barışacağı dünya liderliği meselesini haftaya bırakalım.
BirGün / 09.11.20