Tıpış tıpış Montrö! - Hüsnü Mahalli

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 23 Ocak 2014
  • 12:49

Suriye'de olaylar Mart 2011'de başladı. Silahlı çatışmalar Haziran'da hız kazandı. Geçen süre içinde on binlerce yabancı 80 kadar ülkeden gelerek 'cihat' için Suriye'ye girdi. Kısa süre içinde 1.500 kadar silahlı grup türedi. Yapı ve amacı ne olursa olsun, herkes 'din ve iman' yolunda savaştığını söylüyordu.100 kadar ülke de 'Suriye Dostları' toplantılarında, savaşan gruplara inanılmaz ölçüde askeri, siyasi ve maddi destek verdi. Başta Türkiye, Suudi Arabistan, Katar, ABD, Fransa ve İngiltere olmak üzere, o ülkelerin yönetimleri 'Esad meşruluğunu kaybetti' diyerek, senaryo üzerine senaryo yazdı.

Onlar yazınca, Suriye'de savaşan silahlı gruplar ve dış ülke istihbaratçılarının oluşturduğu muhalif örgütlere de o yazılanlara inanmak kaldı. Sonra, ülkede 150 bin kadar insan öldü, 600 bini yaralandı, 500 bin kadar ev ve bina yıkıldı, ekonomi yok edildi, 3 milyar dolarlık tarihi eser çalındı, sosyal yapı parçalandı, 4 milyon kişi yurt dışına kaçmak zorunda bırakıldı, bir o kadar kişi ülke içinde daha güvenli yerlere sığındı.
Sonra Rusya ile ABD anlaştı.
Peşinden İran 5+1 grubu ile uzlaştı.
ABD yandaşları çok kızdı.
Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye.
Ve onlara bağlı muhalif siyasi ve askeri gruplar.
Herkes farklı telden çalıyor.
"Esad ile asla masaya oturmayız" dediler.
Obama beysbol sopasını gösterdi..
Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan bu kez kendi aralarında kavgaya tutuştu.
Bu kavga, doğal olarak Suriyeli muhalifler ve silahlı gruplara yansıdı.
Bu üç ülkenin desteklediği silahlı gruplar birbirini boğazlamaya başladı.
Barış olursa 'en güçlü benim' demek için.
Benzer şey, siyasi muhalefet için geçerli.

Geçen hafta İstanbul'da toplantı üzerine toplantı yapan Suriye Ulusal Koalisyonu (SUK) Yönetim Kurulu üyeleri sürekli kavga etti. Katar ve Türkiye SUK'u ele geçirme çabasında başarısız olunca, bu kez Cenevre Konferansının yolunu tıkamak istedi.

Birçok konu ve alanda olduğu gibi, Katar ve Türkiye burada da devre dışı.
SUK İstanbul'da toplantı halindeyken, Suriye'de savaşan grupların komutanları Ankara'da kavga ediyordu. Bu grupların Cenevre Konferansı'na sıcak bakması beklenemez. Tüm bu tartışmaları izleyen ABD Temsilcisi Robert Ford sonunda dayanamayıp, Suriyeli siyasal ve silahlı gruplara ve onlara destek veren Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan'a “Fazla uzatmayın, herkes tıpış tıpış Montrö'ya gidecek” dedi. O deyince, herkes sustu. Susmakla da kalmadılar, 34 aydır “Tanımıyoruz” dedikleri Esad Yönetimi’nin temsilcileri ile aynı masada oturdular. Çünkü 'Big Boss' ABD böyle istiyor.

Adı Cenevre Konferansı olmasına karşın, Montrö'de başlayan konferans elbette kolay geçmeyecek. Konferansta, Suriye dahil 31 ülke var. Bu ülkelerin 15'i (ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya, Katar, Suudi Arabistan, Türkiye, BAE, Kanada, Almanya, Ürdün, Kuveyt, Fas, Danimarka) Suriye'de savaşan silahlı gruplara destek veren ülkeler. Çin ve Rusya da Suriye'yi kollayan iki ülke. Geri kalanlar (Güney Afrika, Cezayir, Brezilya, Mısır, Hindistan, Endenozya, Irak, Japonya, Lübnan, İsveç, İsviçre, Danimarka ve Norveç ) ise fazla taraf olmamaya çalışan ülkeler.

Dün gün boyunca konferanstaki konuşmaları dinledim. Herkes bildik tavrını sürdürdü. Suriyeli Bakan Muallim, Erdoğan Hükumeti’ne çok ağır yüklenince, bir zamanlar ‘kardeşim’ dediği Bakan Davutoğlu çok sinirlendi ve kızgın bir yüz ifadesi ile karşılık verdi.

Olağanüstü bir sorun çıkmazsa, konferansın bir hafta sürmesi bekleniyor.
Tartışmaların çok sert geçeceği kesin.

Taraflar Montrö'de anlaşsa bile, ülkeyi normalleştirmek pek kolay olmayacak.
En önemli sorun; IŞİD, yani Kaide ve Nusra saflarında savaşan binlerce yabancının ne olacağı.
Bu sorunun çözümünü; o ruh hastalarını Suriye'ye gönderen, girmelerine yardımcı olan, onlara her türlü maddi, askeri, siyasi ve lojistik destek verenler belirleyecektir.
Türkiye başta olmak üzere.

Çünkü Türkiye'nin Suriye ile 900 kilometrelik sınırı var. AKP Hükümeti’nin yıkıcı tavrı olmasaydı, Suriye'de durum asla böyle olmazdı.

AKP Hükümeti Suriye'de savaşan tüm yerli ve yabancı silahlı gruplara her türlü hareket serbestliğini  tanıyor. Tıpkı, Türkiye'nin 1936'da yine Montrö'de tüm yabancı gemilere boğazlardan geçiş serbestliği tanıdığı gibi.
Belki de, Montrö Anlaşması'nı gözden geçirme zamanı gelmiştir!

Yurt / 23.01.14