“Usulüne göre gömülmeyen her şey sonradan hortlar”
Lacan
Evvela, bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde, aklımdan geçen temel amaç ve hedefimin bu yazının Tansu Çiller’in bir şekilde önüne düşmesi ve okumasıydı.
Babam Mecit Baskın 30 Eylül 1993 tarihinde polis yelekli ve telsizli kişiler tarafından gözaltına alındı ve işkence edilmiş cansız bedeni 2 Ekim 1993 tarihinde Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde metruk bir binanın arka kısmında bulundu. Ben henüz 4 yaşındaydım.
Yaşıtlarımdan farklı olarak; ölüm, faili meçhul, cinayet, Tansu Çiller, Mehmet Ağar gibi isimler ve kavramlar henüz 4 yaşında kulağıma aşina gelmeye başladı. Aile bireylerim ise aradan geçen zamana rağmen korkuyla yaşamaya devam ediyordu. Öyle bir korku ki bu, “Babanın öldürüldüğünü sakın kimseye söyleme” noktasına kadar gelmişti.
Halbuki Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinden Ankara’ya uzanan zorlu ve ilham verici bir hikayesi vardı babamın. Bu hikayeyi herkesin öğrenmesi gerekir diye düşünerek geçirdim tüm hayatımı.
Ortaokul ve lisenin olmadığı bir ilçeden, eş dost akraba kontenjanından eğitimi için Hakkâri merkeze gelmişti. Başarılı geçen okul yıllarının sonunda iyi bir ortalama ile Ankara Üniversitesi İktisat Bölümüne girmiş ve üniversiteyi bitirdikten sonra ilk görev yeri olan Hakkâri’nin Yüksekova ilçesine nüfus müdürü olarak atanmıştı.
Şimdilerde tanıştığım insanların çoğu, babamın adını duyduktan sonra güzel bir tebessüm ile, “Benim evlilik işlemlerimi zamanında baban yapmıştı” sözleri ile koyu bir sohbet başlar. Köy-köy, ev -ev gezerek kadınların yasal haklarına ulaşabilmesi, çocukların uygun bir biçimde nüfus kütüklerine kayıt edilebilmesi için resmi evliliği olmayanların evlilik akitlerini yerine getirmeyi çabalamıştı. Bu çaba 50 yıl sonra bana içten bir gülümseme olarak geri dönüyordu.
Ankara’ya atanmasından sonra çocuklarına güzel bir gelecek kurma hayali 1993 yılının 30 Eylül tarihinde son bulacaktı!
Peki neden?
Beni ‘normal insanlardan’ ayıran o cinayetin sebebi neydi diye tam 28 yıldır kendime soruyorum.
Aslına bakarsanız ben sadece bir şeyi merak ettim; o metruk binada, o kırmızı tuğlanın üstüne elleri arkadan kelepçelenerek oturtulduğunda aklından ben geçmiş miyimdir? Bir daha Eren’i göremeyeceğim demiş midir?
İşte benliğimde en fazla sızı yaratan düşünce bu oldu yıllardır.
2011 tarihinde Özel Harekat Polisi Ayhan Çarkın Ankara Cumhuriyet Başsavcısına kendi isteği ile verdiği ifadede “Mecit Baskın’ı Altındağ Nüfus Müdürlüğünden alan ekibin içinde ben de vardım. Kendisine ‘Emniyete gideceğiz’ dediğimde ‘Hay hay’ dedi. Kendi eceline doğru yürüdüğünün farkında değildi” dedi.
20 yıl sonra gelen bu itirafı dolayısı ile tutuklanan Ayhan Çarkın mahkeme süresince babamla birlikte pek çok başka cinayet için ifade verdi ve tanıklıkta bulundu. Her söyleminin sonunda ise “pişmanım” diye ekledi.
Lakin bu karanlık olayların üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen maalesef ülke pratiğinde herhangi bir değişiklik olmadı. Katiller aleni bir biçimde korundu ve nihayetinde sanıklar onlarca delil ve tanık beyanına rağmen beraat kararı ile ödüllendirildi.
Ben bu mahkeme süresince en çok Tansu Çiller’in yargılanmasını ve ona birkaç soru sorabilmem için sanık sandalyesine oturabilmesi için mücadele ettim. Bu mümkün olmadı. Tüm taleplerimizin reddedildiği mahkeme heyetine yeni atanmış bir kadın hakim sanırım olayın ve kişilerin isimlerine aşina olmadığı için sanıklar hakkında verilmiş vareste kararı (Duruşmalara katılmama) ile beraber Mehmet Ağar ve Tansu Çiller’in dinlenmesinin dosyaya yenilik katmayacağı kararından rücu ederek zorla getirilme kararı çıkarması bizlerde büyük bir heyecan yaratmıştı. Akabinde mahkeme başkanı görevden alındı, üyeler yıllık izne çıkarıldı ve asıl heyetin kurduğu bu ara kararı başka bir mahkemenin başkanı inceleyerek zorla getirme kararlarını kaldırdı.
19 kişinin gözaltında katledilmesinden sorumlu tutulan Mehmet Ağar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemi ile yargılanmasına rağmen mahkeme salonuna hiç gelmedi. Ona soru sorma hakkımızı elimizden aldılar.
Babamın öldürüldüğü günden bu yana zihnimde oluşan ‘kara günler’ retrosunun mimarı Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’dır. Bu yazıyı kaleme aldığımda Tansu Çiller’in ben ve benim gibi yüzlerce çocuğun ‘eksik’ büyümesine sebep olduğu yetmiyormuş gibi “Parti kuracağım”, “Milletimi özledim” nidaylarıyla beraber çeşitli sebeplerle tekrar insanların karşısına çıkması o büyük sızımı tekrar acıtmaya başladı.
Çiller’in gönül rahatlığıyla çıkıp basın ve yayın kuruluşlarına “akil insan” edasıyla rahatça demeç verebiliyor olması, eline ve yüzüne ölülerimizin kanı sıçramış olan bu eli kanlıların şahsi cüretinden ziyade ülkemizin ve toplumumuzun ’90’lardaki devlet politikası halinde cereyan etmiş olan seri cinayetlerle yüzleşmek yerine yüzsüzleşmenin vardığı utanç verici noktanın bir sonucudur.
Aksi taktirde, ülkenin ve toplumun yüz karası olarak tarihteki kirli yerini almış olan olayların siyasal müsebbibi ve ikonik yüzü olan Tansu Çiller’in yıllar sonra bu denli pervasızca gün yüzüne çıkıp ahkam kesebilme cüretini kendinde bulabilmesi siyasal çürümenin geldiği noktayı aslında gün yüzüne çıkarıyor.
Tansu Çiller’in saklandığı karanlık dehlizlerden yeniden ortaya çıkması kanımca ülke açısından sadece bir utanç ve ayıp vesilesidir. Zira Tansu Çiller’in ortaya çıkması; devlet adına, devlet için ve devletin organlarıyla meydana gelen katliamlarla yüzleşilmediği ve ülkenin ’90’ların karanlık zihniyetine ilişkin hakiki bir yüzleşmeden son derece ırak olduğunu gösteriyor. Son kertede; Tansu Çiller, devletçi ve milliyetçi güruhun en temel söylemi olan “devlet ve millet bekası” pratiği öne sürülüp, devleti adeta bir cinayet makinesi gibi işletmekten geri durmayan zamanların karanlık yüzüdür. Şimdi ise bu karanlık yüz yeniden sahne almak istiyor.
Su akıyor ve yatağını da bulacaktır. Tansu Çiller’in yüz hatlarında beliren ve simgeleşen her haksızlık er ya da geç son bulacaktır. O zamana dek benim gibi eksik büyümüş çocukların benliğinde yaratılan bu korkunç tahribatlara dair tanıklıklarımızı sizlere ve çocuklarımıza anlatmakla mükellef olacağız.
Evrensel / 13.03.22