Bu haftaki yazımın başlığı Profesör Oğuz Oyan Hoca’dan. Oğuz Hoca, 8 Kasım tarihli BirGün gazetesindeki yazısını “sınırsız sömürü yetkisi” sözcükleriyle açıyordu.
Söz konusu “yetki” 4 Kasım’da alelacele Meclis’e sunulan ve bir torbanın içine sıkıştırılan “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”nin kalabalık sayfalarında geçen çalışma yaşamına ilişkin düzenlemelerde ifadesini bulmakta. Buna göre, 51 maddelik torbanın 33. maddesinde yer alan “25 yaş altı ve 50 yaş üstünde olan emekçiler için getirilen ‘belirli süreli iş sözleşmesi’” hükmü, yasalaştığı takdirde, söz konusu çalışanlar “geçici ” işçi olarak tanımlanacak; kıdem tazminatı ve işsizlik sigortası gibi hakları tırpanlanmış olacaktır. Bu gelişmelerden hareketle, üç büyük işçi konfederasyonu 3 Kasım’da ortak bir açıklama yaparak şu gerçekleri vurgulamaktaydı:
“25 yaş altı ve 50 yaş üstü çalışanların hiçbir şarta bağlı olmaksızın belirli süreli iş sözleşmesi ile (geçici işçi olarak) istihdam edilmesi sonucunda kıdem ve ihbar tazminatı gibi haklardan yararlanamamaları büyük haksızlıkların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Yaşa bağlı olarak getirilecek bu düzenleme, çalışanlar arasında ayrıma yol açacaktır. Çalışma düzeni ve sosyal adaletin bozulmasına neden olacaktır. Ülkemizde belirsiz süreli iş sözleşmesi esasına dayalı olarak düzenlenen iş hukuku düzeninin altüst olmasına yol açacaktır. Ayrıca yaşa bağlı olarak getirilen bu ayrım anayasanın eşitlik ilkesine de aykırıdır.
Kanun teklifinde 25 yaş altında olup 10 günden az çalışma günü olan çalışanlara yönelik bir düzenleme yer almaktadır. Bu teklifle, 25 yaş altındaki işçilerin uzun vadeli sigorta kollarına ilişkin ödemelerinin yapılması yükümlülüğü ortadan kaldırılmaktadır. Bu teklif çalışanların işsizlik, malullük, yaşlılık, ölüm, iş kazası, meslek hastalığı ve analık gibi hayati öneme sahip haklardan yararlanmasını ortadan kaldıracaktır.”
Dolayısıyla, özü itibarıyla, Türk-İş, Hak-İş ve DİSK, söz konusu düzenlemelerin “yaşa ve çalışma biçimine bağlı olarak sosyal güvenlik haklarından mahrumiyet getirecek bu düzenlemenin de anayasanın eşitlik ve sosyal güvenlik hakkı hükümleriyle çeliştiğini” vurgulamaktadır.
DİSK ise daha örgütlü olarak, “25 yaş altı ve 50 yaş üstü işçilerin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve emeklilik hakkını gasp etmeye yönelik torba yasa tasarısına karşı” işyerlerinde ve meydanlardaki eylemlerini 4 Kasım’da TBMM önüne taşıdı. DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun Meclis önündeki basın açıklaması güvenlik güçlerince engellendi. Bu satırların yazıldığı sırada DİSK’e bağlı sendikaların üyesi emekçiler gerek Meclis önünde, gerekse işyerlerinde ve meydanlarda haklı taleplerini dile getirmeye devam etmekteydi.
Kıdem tazminatının özü
Bu arada ülkemizde kıdem tazminatının içeriği ve algılama yanlışları üzerine 17 Nisan 2019 tarihli Cumhuriyet’te bu köşede kaleme almış olduğum gözlemleri bu vesile ile tekrar iletmek arzusundayım:
Sermaye örgütlerinin ve sözcülerinin savlarına göre, Türk sanayisi mevcut koşullarda küresel ekonomide rekabet şansı yakalayabilmek için kıdem tazminatı yükünden kurtarılmalıdır; kıdem tazminatı yükü işgücü piyasalarında “katılık” yaratmakta ve istihdamın artırılmasını engellemektedir... Söz konusu savlar, 1936 yılında 3008 sayılı yasayla yürürlüğe girmiş olan kıdem tazminatı üzerine hukuk sistemimizde yaratılmış olan boşlukları ve kavram karmaşasını fırsat bilerek özenle öne sürülmektedir. Oysa kıdem tazminatının amacının ve tarifinin doğru yapılması durumunda, bu savların gerçeklerden ne kadar uzak olduğunu görmek ve ardında yatan ana görüşlerin aslında Türkiye ekonomisinin içine düşürüldüğü yönetememe krizinin bedelini emekçi sınıflara yıkmaktan ibaret olduğunu anlamak hiç de güç değildir.
Her şeyden önce, kıdem tazminatının ana amacı hatırlanmalıdır: “Kıdem tazminatı, kıdemliliğin ödüllendirilmesi ve işbaşında yıpranmanın tazminidir.” Zira işçinin çalışırken üretime yaptığı katkı nedeniyle almış olduğu ücret, hiçbir zaman katkısının tam karşılığı olamaz. Bunun ötesinde, işçi çalıştığı sürece bedenen ve fiziksel olarak bir kayba uğrar. Kıdem tazminatı bir bakıma bu yıpranmanın ve işyerine bağlılığın karşılığıdır.
Torba yasanın kalabalık sayfalarının ardına sığınarak, söz konusu teklifi Meclis’e ileten kalemlerin her şeyden önce “Türkiye ekonomisinin süregelen büyük durgunluk sürecinden niçin en şiddetli etkilenen ekonomiler arasında olduğu” sorusunu kendilerine sormaları gerekmektedir. Türkiye ekonomisi, özellikle IMF ile Yakın İzleme Anlaşması’nın imzalandığı 1998’den sonra giderek hızlanarak bir ucuz ithalat ve spekülasyon cennetine dönüştürülmüş durumdadır. “İhracata yönelik inovasyoncu ekonomi”, “Avrasya’nın sanayi üretim üssü”; gibi cilalı sözlerle sürdürülen bu saldırının şimdi krizi fırsat bilerek emekçilerin kazanılmış haklarına karşı giriştikleri saldırıların meşru hiçbir yanı yoktur.
Özellikle, ülkeyi yönetememe krizinin iyice derinleştiği pazar gününü pazartesiye bağlayan geceden beri…
Cumhuriyet / 11.11.20