Birinci Haçlı Seferleri sırasında sürekli yağmalanan Halep, kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen emirlerin pençesinde Antakya Prensliğinin ağır haraç ödeyen bir vassalı durumuna gelir. Buna bir de iktidar hırsı ile sürekli birbirini öldüren saraylılar eklenmiştir. Ortaçağ Suriye’sinde taht kavgaları her gün doğan güneş kadar alışıldık bir şeydir. Ancak akınlar ve yüksek haraçlar hayatı dayanılmaz kılınca ‘rutin’, her zamankinden daha fazla can yakmaya başlar.
Bu yüzden kentin önde gelenleri kafa kafaya verip kimi başlarına geçmek üzere çağırabileceklerini tartışırlar. Fakat o dönemde Suriye çevresinde bulunan Türk beylerinin içerisinde kişisel hırslarla karışmamış ve saray hayatından sarhoş olmamış birini bulmaya çalışmak samanlıkta iğne aramak kadar zordur.
En sonunda Mardin valisi Türk komutan İlgazi kente çağırılır. Geçmişinde sultana karşı Haçlıların yanında kılıç sallamış olması gibi Halepliler için bazı kusurları vardır. Üstelik alkole de pek düşkündür. Ancak yine de namlı bir savaşçıdır. İlgazi gerçekten de Haleplilerin arzuladığı gibi ordusunu toplar ve Haçlıların üzerine yürür ve çok önemli bir askeri zafer kazanır.
İlgazi’nin şehre dönmesiyle birlikte tüm kent büyük bir eğlence ile zaferini kutlar. “Allahtan sonra sensin bizim güvercinimiz” diye İlgazi’ye methiyeler düzülür. İsminin önüne onlarca şanlı sıfat dizilir. Hatta İbnü'l Kalanisi ipin ucunu kaçırıp “Geçmiş yıllarda İslam’a böylesi bir zafer hiç nasip olmamıştı” diyecek kadar coşar.
Sarayın kutlaması ise kentinkinden çok daha uzun sürer. İlgazi’den beklenen ‘düşmanları güçsüzken darbeyi indirmesi’ olsa da o, eski saraydan dışarıya adım atmadan günlerce zafer hikayeleriyle kendini içkiye verir. Kalanisi’nin “Şarap içince günlerce sersem sersem dolaşır, aklını başına toplayıp tek bir buyruk veya talimat veremezdi” dediği İlgazi hakkında Amin Maalouf şöyle diyor:
“Midesini öyle çok mayalı içkiyle doldurur ki, kısa bir süre sonra çok şiddetli bir nöbet geçirir. Ancak yirmi gün sonra iyileşecek ve yeni kral II. Baudouin komutasındaki Kudüs ordusunun Antakya’ya ulaştığı haberini alacaktır. Alkolün tükettiği İlgazi üç yıl sonra, başarısını kullanmayı beceremeden ölüp gider.”[1]
Halepliler ise yine döktükleri methiyelerle baş başa kalır.
***
Zorlu zamanlardan bezdiğimizde ya da yenilmiş hissettiğimizde bazı insanlara kendi hayal gücümüzde biçtiğimiz kaftanları giydirmemiz daha kolay olmuyor mu? Toplumsal moral bozukluğu ve çaresizlik, insana olmadık tepkiler verdirmiyor mu?
Sosyalist hareket içerisinde de benzeri bir refleksin olduğunu söylemek gerek.
Şili’de Kasım ayında devlet başkanı seçilen Gabriel Boric’i hatırlıyor musunuz? Hani CIA destekli darbe sonucu öldürülen eski Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin anıtını selamlayınca herkesi heyecanlandıran Boric. Hani yüzlerce sayfalık programında tek kelime sosyalizm olmamasına rağmen kimi dereyi görmeden paçayı sıvayanlarca kahraman ilan edilen ‘eski öğrenci lideri’ Boric.
Aynı Boric’in siyasi tutukluları hâlâ serbest bırakmadığını biliyor muyuz peki? Geçtiğimiz hafta polisinin öğrenci gösterilerine şiddetli müdahalelerde bulunduğunu ve birçok gözaltı yaptığını? Ya da NATO ve Rusya’nın Ukrayna üzerinde giriştiği kirli savaşta açıkça cephe almaktan gocunmadığını ve kendini ‘Zelenski’nin Latin Amerika’daki dostu’ olarak tanıttığını?
Normalde 1-2 kez duvara toslayan bir söylemin sonunda kendini yenilemesi veya yön değiştirmesi beklenir. Maalesef moral bozukluğunun keskinliği buna izin vermiyor: ABD’de Demokrat Partili Alexandria Ocasio-Cortez ‘Amerika’nın sosyalist Temsilciler Meclisi üyesi’ diye önümüze servis edilmişti. Peki çok kısa bir süre sonra karşılaştığımız haberleri hatırlıyor muyuz? Venezuela’da kendi kendini başkan ilan eden ve bugün ABD’nin bile sırt çevirdiği Guaido’ya destek çıkıp ambargoyu desteklemişti. Daha sonra da katıldığı moda gecesinde 'zenginleri vergilendirin' yazılı elbise ile komik duruma düşmüştü. Toplumsal hareketin bütün enerjisini kendi içerisinde öğütünce kendisi de eriyen SYRIZA’ya ne demeli? Zamanında SYRIZA modelini bize de uygulamaya çalışanlar sanki yapılan hatalarla yüzleşmişler gibi neden şimdi de bize Boric satmaya çalışıyor?
***
Ekşi elmayı ısırmak gerekirse, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte sosyalist hareketin belli başlı kesimleri moral bozukluğunu tam anlamıyla yenebilmiş değil. Zafer açlığı özellikle revizyonizme meyleden kesimlerde yılana sarılmakla kendini gösteriyor. Ancak aynı şekilde kendini ‘ortodoks sol’ olarak gören bazı kesimler de bazen aynı moral bozukluğu nedeniyle nostaljiye saplanıp tarihi bağlamından kopartıyor ve onu nesneleştirebiliyor.
Her iki tavra da mesafeli yaklaşmanın ilk başta kulağa karamsar geldiğini söyleyebilirsiniz. Ancak asıl karamsarlıktan beslenen her önüne geleni vaftiz eden anlayıştır. Nitekim iktidarı doğrudan hedefine koymayan ve sistem içerisinde kuracakları adacıklarla küresel sermaye düzenini geriletmeyi hedefleyenler, neoliberal kuşatmanın önünde maça hükmen yenik başlamışlardır.
Oysa toplumsal hareketler son otuz yılın belki de en ‘iyimser’ enerjisini etrafa saçmaktadır. Bugün dünyanın her yanında hemen hemen aynı ekonomik taleplerle küresel sermaye düzenine karşı çıkan her gün yeni bir kitlesel sokak eylemine rastlıyoruz: Güney Kore, Gana, Ekvador, Sri Lanka…
Bir diğer iyimserlik sebebi ise dünya çapındaki pek çok sosyalistin artık isminin başında ‘eski’ olan ve toplumsal hareketin enerjisini emenlere daha mesafeli yaklaşıyor oluşu. Her ‘sol tandanslı’ seçim sonucuna balıklama atlamamak gerektiği ciddi bir kesim tarafından öğrenildi.
Kapitalizmin kaçınılmaz krizi tüm küreselliğiyle milyonları ayağa kaldırırken bize de yenilmişliğin vasatlığıyla aramıza çizgi çekme şansı bahşediyor.
[1] Daha fazlası için: A. Maalouf, Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Çeviren Ali Berktay, Yapı Kredi Yayınları.
Gazete Duvar / 09.07.22