Geçtiğimiz ay içinde üç büyük konfederasyon başkanı bir basın toplantısı ile kameraların karşısına geçip işçi sınıfına dönük saldırılara karşı birlikte davranacakları mesajı vermişlerdi. Hatta iktidar yandaşlığı malum olan Türk-İş başkanı hızını alamayıp hükümete “Biz maraba değiliz”, “Aklınızı başınıza alın” diye kükremişti. Gerçi orada bulunan bir gazetecinin “Almazlarsa ne yapacaksınız?” diye sorması bu altı boş şovun bütün havasını bozmuştu. Ama olsun! iktidar yalakası bir sendikacı için bu kadarı bile fazla sayılırdı.
Toplumda yükselen huzursuzluk ve tabandan gelen basınçların ürünü olarak gerçekleştiği anlaşılan basın toplantısından bu yana yaklaşık bir ay geçti. Ama ortada halen ne açıklanmış bir eylem programı var ne de bu bey ve hanımları tekrar bir arada gören kimse.
Geçtiğimiz günlerde ise bir televizyon programına çıkan DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’na sendikal konfederasyonlar arasında kurulan bu birliktelik yeniden soruldu. Çerkezoğlu soruyu “Önümüzdeki süreçte göreceğiz. Mesele ortak açıklama yapmak değil, sözünün arkasında durarak mücadele vermek” diye yanıtlayarak masadaki diğer iki sendikanın sözlerinin arkasında durmadığını ima etti. Aynı programda “Peki bu durumda DİSK ne yapacak?” diye sorulduğunda ise “Biz mücadelemizi sürdüreceğiz, gerekirse üretimden gelen gücümüzü kullanmaya kadar gideriz” dedi. Sunucunun aklına “Gerekmesi için daha ne olması lazım?” diye sormak gelmemiş olmalı. Çerkezoğlu her zaman olduğu gibi geleceğe dönük mücadele söylemleri ve temennilerle konuşmasını sürdürdü.
Son 20 günde yaşananların ortaya çıkardığı tabloda elbette yeni bir şey yok. Sendikal bürokrasinin tabanda oluşan tepkiye rağmen sermayenin saldırılarına karşı dişe dokunur bir şeyler yapma niyet ve takatinden mahrum olduğu zaten biliniyordu. Kaldı ki bürokrasi ortaya bir eylem planı koymak ve bunu gerçekleştirmek zorunda kalsa bile bunun sonuç almaktan çok büyüyen öfke ve tepkiyi yatıştırmak için yapılacağı açık.
O zaman ne yapılacak? Açlık sınırının 20 bin liraya dayandığı, yoksulluk sınırının 60 bin lirayı aştığı, sermaye ve siyasal iktidarın her bir adımla çalışma ve yaşam koşullarımızı daha da çekilmez hale getirdiği bugünün Türkiye’sinde işçi sınıfı ve emekçiler bu saldırılara nasıl karşı koyacaklar?
Hep söylediğimizi yine tekrarlayalım. İşçi sınıfı ne yapacaksa kendisi yapacaktır. Ne kadarını yaparsa o kadar sonuç alacaktır.
Ne sermaye sınıfının uzantısı olan sendikal bürokrasiden ne de emekçilerin sorunlarından oy devşirmeye çalışan ama alttan alta sermayenin programına destek veren düzen muhalefetinden bu konuda beklenecek bir katkı vardır.
Oluşan öfke ve tepkiyi büyütmek, örgütlü ve eylemli bir güç haline getirmek…
Her bir hak gaspına, her bir saldırıya dişe diş bir mücadeleyle direnmek…
Ortaya çıkan mücadele arayışlarını örgütlülükler etrafında birleştirmek, tüm bu çaba içinde devrimci bir sınıf hareketi ve buna dayalı yeni bir sendikal hareket inşa etmek günün görevidir.
Bu görev fabrikalarda ve işletmelerde bulunan öncü ve mücadeleci işçilerin yan yana gelmesi, omuz omuza vermesiyle yerine getirilebilir. Ancak bu birliktelik sağlanırsa umutsuzluk ve korku duvarına hapsedilen milyonların öfke ve tepkisi açığa çıkarılabilir. Ekonomik krizin faturasının işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına bindirilmesinin önüne ancak böyle geçilebilir.
Sınıf devrimcileri önümüzdeki günlerde asgari ücret ve ocak zamlarına kadar uzanan dönemi kapsayan bir mücadele ve örgütlenme kampanyası başlatacaklar.
Elbette ki sadece kendi güçlerinin ihaneti uzlaşma ve işbirlikçilik cenderesinde etkisiz kılınan sınıf hareketini içinde bulunduğu durumdan çekip çıkarmaya yetmeyeceğini biliyorlar. Ancak milyonların büyüyen öfkesiyle devrimci bir çizginin birleştiği yerde elde edilebilecekleri gören bir tarih bilincine de sahipler. Bütün öncü işçileri kampanya etrafında birleşmeye, sınıf mücadelesinde bir adım öne çıkmaya çağırıyorlar.
Emeğin Kurtuluşu’nun 37. sayısından alınmıştır…