Kasım seçimleri hızla yaklaşıyor. Amerikan Rüyasının (The American Dream) artık bir kâbusa dönüşmeye başladığını kanıtlayan bir hava, giderek ağırlaşıyor.
Bu kez farklı
“Amerika’da herkesin rüyaları gerçekleşebilir” savının aslında, soykırıma uğratılan yerliler, modern köleciliğin Afrika’dan kopartarak getirdiği siyahlar, daha yakın zamanda gelişmekte olan ülkelerden gelen göçmenler, sık sık da işçiler için bir kâbus olduğunu, sol ve liberal eğilimli entelijansiya ile sanatçılar yaklaşık 200 yıldır vurguluyorlar.
İç savaşı köleci eyaletler kaybetti, kölecilik kalktı ama siyahlar 1960’ların sonuna, Sivil Haklar ayaklanmalarına kadar vatandaşlık haklarını gerçek anlamda kazanamadılar. Ancak, ırkçılık kimi zaman açık, çoğu zaman sosyoekonomik sonuçlarıyla yapısal olarak varlığını bugüne kadar sürdürdü
Şimdi iki vektörün bileşkesinde, ırkçılığa karşı yeni bir isyan dalgası yükseliyor. Birincisi: Trump döneminde dinci, ırkçı “Yeni Faşist” gruplar, Trump’ın ırkçı, dinci, paranoyak ve otoriteryen söylemin etkisiyle giderek güçlendiler. Irkçı terörizm, siyahları hedef alan polis cinayetleri sıklaşmaya başladı. İkincisi: Trump’ın, insan yaşamına değer vermeden, saçma sapan önerilerle yönetmeye çalıştığı bir pandemi, ölü sayısı artar, ekonomi çökerken yapısal ırkçılığın etkilerini daha da ağırlaştırdı.
Bu kez farklı olan, ırkçılığa karşı yeni dalga karşısında geleneksel muhafazakâr entelijansiyanın korkuları, bu “yeni dalga”dan çok, derinleşen kutuplaşma ve her fırsatta parlamenter demokrasinin kurallarına, güçler ayrılığı ilkesine tecavüz eden, dış politikayı kendi ekonomik siyasi çıkarlarına alet eden Trump yönetiminin ve Trumpçı kitlenin olası tepkilerinin yaratacağı sonuçlar üzerinde yoğunlaşıyor.
Kutuplaşma derinleşirken
The American Interest’in editöründen aktarmıştım. Yazar, Trump’ın “bugünden seçimlere kadar, seçimleri açık farkla kaybetmezse direnmesi durumunda; kaybederse, şubat ayındaki devir teslime kadar yapabileceklerinden” korkuyor, “Trump kazanırsa liberal demokrasiye dönüşü unutun” diyordu.
The American Conservative, dergisinde, “George Floyd’un öldürülmesi Amerika’nın Dreyfus olayıdır” başlıklı bir yorum, Fransa’da Dreyfus adında Yahudi asıllı bir subayın, “Alman casusu olduğuna” ilişkin asılsız iddialarla tutuklanmasından sonra ülkede hızla kemikleşen kamplaşmayla bugünün ABD’si arasında büyük benzerlikler buluyordu.
Dreyfus olayında (1897-99 ve “Büyük Buhran”ın içinde-EY) iki taraf arasında derin bir kültürel düşmanlık vardı. Bir taraf, bu olayı, sosyal ilerlemeyi durdurarak Fransa’yı 1789 öncesine döndürmek için son fırsat olarak görüyordu. Bir taraf da Cumhuriyeti, gericiliğe karşı korumaya ve ilerletmeye çabalıyordu.
Yazara göre, bugün de Amerika’da iki farklı taraf var. Bir taraf Trump’a oy vermeyi, “9/11 terörist saldırısı sırasında, ‘93 numaralı uçağın’ kontrolünü ele geçirme çabasına” benzetiyor. Öteki taraf ise Obama’nın reformcu, aşamalı ilerleme politikasından öte radikal bir çıkış yolu arıyor.
Yazara göre, dün gerici Fransa ile Cumhuriyetçi Fransa arasında bir uzlaşma noktası bulmak olanaksızdı. Bugün polisi kaldırmak isteyen, köleci tarihin simgelerini (heykelleri, sokak, bina isimlerini) yok etmek isteyen taraf ile karşısındaki taraf (Trump kampı -EY) arasında bir uzlaşma noktası bulmak olanaksız. Dün kutuplaşmayı gazete ve dergiler kışkırtıyordu, bugün de sosyal medya… Dün, tüm bu kutuplaşma ve La Belle Epoque (şimdi küreselleşme-EY) sonunda, 1914’te Büyük Savaşın içinde bitti
Yazar, ABD’deki kutuplaşma da felaketlere yol açabilir diyor. Yazının yayımlandığı gün Ohio’nun Bethel kasabasında, silahlı, beysbol sopalı ırkçı kalabalık, barışçı bir Siyah Yaşamlar Önemlidir toplantısına saldırıyor, polis ise seyrediyordu. İki gün sonra Trump, mart ayında duran kampanya toplantılarını yeniden başlatırken, köleciliğin yasal olarak kalkmasının yıldönümünü ve 1921’de yerel siyah burjuvaziyi imha eden ırkçı katliamın yapıldığı yeri seçiyordu.
ABD Rüyası geride kalırken “Kâbus” derinleşmeye devam ederken, kampanyasını bir milyon kişilik dev bir toplantıyla açmayı planlayan Trump’ın, 19 bin kişi kapasiteli salonu dahi dolduramamış olması, “Yeni Faşizme” karşı “sokakların” önemini bir kez daha kanıtlıyordu.
Cumhuriyet / 22.06.20