Gazze cehennemi sadece bölgeyi değil uluslararası ilişkiler ağını yakıyor. İsrail’e destek kuyruğuna giren Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun Hamas’la da mücadele edebileceğini söyleyerek Filistin meselesine hızlıca daldı. Ya da “paraşütsüz düştü” demeli. Elbette Fransa, İsrail’in hayati destekçilerinden biri. Sadece AMX tankları ve Mirage III uçakları değil nükleer sırlarını İsrail’le paylaşacak kadar!
Yine de Macron’un, “Hamas, IŞİD’dir”, “7 Ekim İsrail’in 11 Eylül'üdür” ve “Bu ikinci Holokost’tur” diyen bazı Amerikalı senatörlerin Kongre’de pişirmeye çalıştığı öneriyi aşırması klasik Fransız çizgisini de zorluyor. Bu savrulma karşısında Quai d'Orsay’daki diplomasi kurulları kafayı duvara çarpmış olmalı. Ve Orta Doğu ile mesaisi çok farklı olup zamanında George W. Bush’un terörle savaşına mesafeli duran merhum Cumhurbaşkanı Jacques Chirac mezarında ters dönmüş olmalı.
Avrupa’nın “çapsız liderler kuşağı”, İsrail’in insanlığa karşı suçlarına kendi hükümetlerini ortak etmeleri yetmezmiş gibi toplumu ve medyayı da ahlaki intihara sürüklüyor. Felaket karşısında Brüksel’den “Şu aşamada AB'den bir ateşkes çağrısı yok" açıklaması geliyor. Çünkü Amerikalı efendileri istemiyor. Soykırım kendi bitiş çizgisine varıncaya kadar “ateşi kes” diyemeyecekler!
Fransız medyasına bakılırsa Macron'un oyunu üç yönlü (idi): İsrail'le dayanışma göstermek, çatışmanın tüm bölgeyi alevlendirmesini önlemek, İsrail'le yan yana yaşayan bir Filistin devleti için çözümü ilerletmek.
Macron, Kudüs’te Başbakan Benyamin Netanyahu’ya Hamas’a karşı uluslararası koalisyondan, Ramallah’ta Filistin lideri Mahmud Abbas’a bir Filistinlinin hayatının bir Fransızın hayatıyla aynı olduğundan, Amman’da Kral Abdullah’a iki devletli çözümden söz etti. Bir de İran ve Hizbullah’a ‘Sakın ha cephe açmayın’ diye parmak salladı!
Üç durakta verdiği mesajlarla Macron’un ciddiye alınma şansı yok. Bir kere Fransız kaynaklara bakılırsa Arap diplomatlar fena halde şaşkın. İngiliz ve Amerikalılardan daha öngörülü olduklarını düşünüyorlardı. Fransa da şaşkın! Elbette kimse yarın Charles de Gaulle uçak gemisini Gazze açıklarında beklemiyor. Ha bir Fransız savaş gemisi Gazze sahiline giderek yakıtsızlıktan kırılan hastanelerin ihtiyacını karşılayacakmış! İsrail izin verecek mi, göreceğiz.
"Bu herkesin savaşı. Fransa, Irak ve Suriye'deki operasyonlarında yer aldığımız IŞİD'e Karşı Uluslararası Koalisyon'un Hamas'a karşı da mücadele etmesine hazırdır" diyen Macron’un afallatan bu çıkışına Élysée Sarayı yetkilileri biraz ayar vermek durumunda kaldı. Dediklerine bakılırsa aslında Fransa, Hamas'a karşı neler yapılabileceğini İsrail ve ortaklarıyla görüşmeye hazırmış! Koalisyon güçlerinin sahaya inmesi gerekmezmiş, ondan ilham alınabilirmiş, istihbarat ya da eğitim desteği sağlayabilirmiş!
İsrail’in ‘soykırım’ planlarına ortak olup ya da sessiz kalıp ardından kalıcı barışı arayan aktör pozu vermek de bir tür kendini aklama uyanıklığı. İsrail, 7 Ekim baskınını ustaca kullanarak “Hamas eşittir IŞİD” denklemini kurdu ve katletme lisansını yeniledi. Batılılar bile isteye bu suça ortak oldu. Özellikle ABD, Fransa ve İngiltere İsrail’le paslaşarak gidiyor.
Macron, Kahire’ye geçince kara harekâtına karşıymış gibi yaptı. Tamamen teröristleri hedef alacaksa bu onun seçimiymiş ama sivillere zarar verecekse İsrail için hata olurmuş. Havadan bombardımanla ölen 6 bin 500 sivil sadece rakamsal bir anlam ifade ediyor. Yani karadan girmen sorun olabilir, havadan lütfen! Ne hava ne de kara harekatının Hamas’ı bitirmeyeceğini, bitse bile başka bir direniş dalgasının daha şiddetli bir şekilde geleceğini kendileri de biliyor. Filistin sorununu bütün bağlamlarından kopararak meseleyi Hamas’a indirgeyen manipülasyona sonsuz kredi açtılar. 7 Ekim’de İsrail 75 yıldır ektiği fırtınadan sadece bir demet biçti, halihazırda süren yok etme hamlesi de bir sonraki yüzleşmenin daha kanlı olacağını garanti ediyor, başka bir şeyi değil. İsrail’in güvenliğini hiç değil.
ABD, Fransa ve İngiltere üçlüsünün veto kartıyla oturduğu BM Güvenlik Konseyi, İsrail’i Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te işgalci olarak tanımlayan kararlara imza attı. 1948’de sürülen Filistinlilerin geri dönüş hakkını teslim etti. Nereden nereye? Çatışma süreçlerine egemenlerin literatürüyle bakınca içinden çıkılmaz oluyor. İşgalci ve sömürgecilerin şiddeti “kendini savunma hakkı ve meşru müdafaa” oluyor; işgale ve sömürüye maruz kalanlar, düşmanının dünyasından bir gün çalıp şiddet tekelini kırarsa “terörist” ve “barbar” oluyorlar. Cezayirliler de barbardı! Güney Afrikalılar! Ve Avustralya’dan Amerika’ya tüm yerliler… Sömürgeci ve işgalci geçmişe sahip ülkelerde direnişin şiddetine dair diskurlara (zaman aşımının verdiği rahatlık içinde) rastlamak da mümkün tabii. Hamas epey zamandır Batı’da ‘terör örgütleri’ listesinde. Vakti zamanında Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) de ‘terörist’ diyorlardı. İsrail’i tanıdı, Oslo Anlaşması’nı imzaladı, Batı’da meşruiyet kazandı ama İsrail’in sistematik yok etme siyasetinin kurbanı oldu, itibarsızlaştı, bir hiç oldu. Ve Filistin’de direniş El Fetih’in omzundan rakip örgütlere kaydı. Bugün İsrail’i yöneten kadrolar Oslo’ya imza atan ve Batı’da da takdir edilen Başbakan İzak Rabin’i ihanetle suçluyorlardı. Direnişin İslamcı dönüşümüne dikkat çekip İsrail’in soykırım siyasetine meşruiyet atfedenler Yahudi devletindeki bu aşırı sağcı ve dinci dönüşümü görmek istemiyor.
Tekrar Macron’a dönersek; muhafazakâr Le Figaro’dan Renaud Girard, Macron'un önerisinin Orta Doğu ve Avrupa'daki Arap-Müslüman nüfus tarafından iyi karşılanmayacağına dikkat çekiyor. Tepki verecek cephedeki bakış açısına dair şu notları düşüyor:
"Hamas enternasyonalist değil milliyetçi bir hareket; Hamas Filistin'de düzenlenen tek demokratik seçimleri kazandı, ancak bu sonuç Batı tarafından onaylanmadı; Hamas'ın terörist vahşeti, Gazze topraklarının on yılı aşkın süredir kapalı tutulmasının sonucudur; Gazze’nin ayrım gözetmeksizin bombalanması Hamas'ın suçlarından az olmayan savaş suçudur."
Fransız medyası Macron’un önerisinden ziyade Élysée’nin çarkına daha büyük önem atfediyor. Bu çarkı yorumlamak da Le Monde’un başyazısına kalmış gözüküyor. Le Monde, Başkan Joe Biden’ın “Başka yollar da var” deyip İsrail'i kara harekâtından vazgeçirmek için 11 Eylül saldırılarının ardından öfkeden kuduran ABD'nin yaptığı hataları tekrarlamaması yönündeki tavsiyesini hatırlatarak şu yorumu yapıyor:
“Macron'un yaptığı şaşırtıcı önerinin arka planında da şüphesiz bu yatıyor: İslam Devleti’ne (IŞİD) karşı kurulan koalisyona benzer, Hamas'la da mücadele edebilecek bir bölgesel ve uluslararası koalisyon kurmak. Bu çok iyi kurgulanmış ya da gerçekçi bir öneri değil ama Gazze'nin işgalini ve bunun öngörülemeyen sonuçlarını engellemeye yönelik bir başka girişim.”
Gazete ABD’li uzmanların operasyon sonrası için strateji eksikliğinden endişe duyduklarını belirterek şu soruları soruyor:
“Operasyonun amacına ulaştığını varsayarsak, sonrasında Gazze'ye ne yapılacak? Bölgeyi ve hırpalanmış nüfusunu kim yönetecek? Hamas'ı ortadan kaldırmak tam olarak ne anlama geliyor? Neredeyse 40 yıldır Filistin halkı arasında yerleşmiş olan hareketin küllerinden doğmasını nasıl engelleyebiliriz? İsrail hükümetinin bu soruların yanıtlarına sahip olmadığı açık.”
Le Monde'daki başka bir habere göre, koalisyon önerisi Macron'un siyasi-askeri danışmanı Xavier Châtel tarafından geliştirildi ve Dışişleri ters köşeye yatırıldı. Quai d'Orsay’dakiler kafayı duvara çarpmıştır derken Le Monde’un bu haberini henüz görmemiştim.
Orta Doğu uzmanı Georges Malbrunot da “Eğer bir ideoloji değilse, bu durum, Macron'un bazı danışmanlarının sahaya ilişkin derin cehaletini gösteriyor. Her halükarda, Nicolas Sarkozy ve François Hollande döneminde bile böyle bir inisiyatif asla alınamazdı. Tehlikeli bir oyun!” yorumunu yapıyor.
Macron’un önerisinin karşılığı yoksa da kışkırtıcı olduğu kesin. Ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 7 Ekim’den beri sıkı sıkıya tutulan zembereği dün boşaldı: “Toplantılar yapıyorlar. Yine bir araya geldiler, tüm Batı, Hamas'ı bir terör örgütü olarak görüyor. Ey İsrail, sen bir örgüt olabilirsin. Çünkü bu Batı'nın sana borcu çok ama Türkiye'nin sana borcu yok. Hamas bir terör örgütü değil topraklarını ve vatandaşlarını koruma mücadelesi veren bir kurtuluş ve mücahitler grubudur… Ey İsrail bu kafayla bir yere gidemezsin. Yanına ister Amerika'yı al ister başkalarını, istersen Batı'yı al, bir yere gidemezsin.”
Erdoğan, İsrail’in Batılı ortaklarıyla yürüttüğü algı operasyonuna biraz çomak sokmuş oldu. İsrail’le yeni sayfa açma ve ABD ile ilişkileri düzeltme çabasının tam ortasında itidalli bir dil kullanıyordu. Monşerler dünyasının takdirini de kazanmıştı. Fakat tabandaki huzursuzluğa ilaveten MHP lideri Devlet Bahçeli’nin üst üste 24 saat süre verip eylem beklentisine girmesi belli ki Erdoğan’ı fabrika ayarlarına döndürdü. Dönmeden önce İsveç’in NATO üyeliğine dair tasarıyı onaylayıp Meclis’e gönderdi. Batılı dostlarına “Ben biraz gürültü çıkartacağım, kusura bakmayın” demiş oldu. Batılılar Erdoğan’ın gürültü stratejisine alışık. İsrailliler de. İsrail sözlere değil Filistin’de denklemi değiştirme potansiyeli taşıyan eylemlere bakar. Türkiye ve Katar’ın Hamas’la ilişkileri ABD-İsrail için kullanışlı. Düşmanlar arası bir kanala ihtiyaç var. Yeter ki bu, İran’ın Filistinli örgütlerle kurduğu ilişkiye dönüşmesin. Kırmızı çizgi orası. Erdoğan yıllardır altı doldurulmayan çıkışlarla Filistin davasının hamiliği ve İslam dünyasının liderliği gibi bir algıyı köpürttü. Yükselen beklentinin altında kalmamak için ‘karşılıksız’ çıkışlar yapıyor.
Halbuki 7 Ekim saldırısı üzerine İstanbul'daki Hamas'ın siyasi kanat lideri İsmail Haniye ve arkadaşlarını Türkiye’den gönderen kendisiydi. Bunu Al Monitor’a yazdım. Ortalık karıştı. Bütün dünya medyası bunun üzerine gitti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı beni yalanlamak zorunda kaldı. "Erdoğan’ın üst düzey Hamas yetkililerine Türkiye’yi derhal terk etme talimatı verdiği iddiaları tamamen asılsızdır" dedi. Ben "Terk etme talimatı var" demediğim için yalanlamayı dolaylı teyit olarak aldım. Benim yazdığım nazikçe 'git' dedikleri yönündeydi. Bu mesajı Haniye’ye ileten MİT yetkilileriydi. Benim tekrar konuştuğum kaynaklarım "Haber doğru" diyerek bilgilerinin arkasında durdu. Belli ki Cumhurbaşkanlığı, huzursuzlanan tabana mesaj vermek istedi. Ama bir taraftan da ABD ve İsrailli dostları nezdinde Hamas liderlerini gönderdiklerinin bilinmesini istediklerinden emindim. Basitçe kendilerine yönelecek tepkileri savuşturmak istediler. Ama Filistin davasına bağlılık iddiası da yalana çıktığı için yalandan bir yalanlamaya gittiler. Erdoğan'ın öne sürdüğü koşullar karşılanmadığı halde apar topar İsveç'in NATO üyeliğini onaylamasını da biraz bu meseleye bağlıyorum. Bu arada AKP içinden iyi haber alan Middle Est Eye (MEE) ve YetkinReport kendi kaynaklarına dayanarak benim yazımı teyit etti. Rus haber ajansı RİA Novosti de, bir Hamaslı kaynaktan şu sözleri aktardı: "Türk istihbaratı, 7 Ekim günü saat 10.00'da Hamas liderleriyle görüşerek, Türk yetkililerin İsrail'den gelecek tehditlere karşı ülkedeki güvenliğini sağlayamayacağını bildirdi. Bunun üzerine Hamas liderleri, savaşın başlangıcında Türkiye topraklarını terk etme kararı aldı."
Özetle müzik festivalinden gelen görüntüler üzerine panikle Hamas’ı gönderdiler ama Gazze’deki tablo o kadar ağırlaştı ki 7 Ekim’de benimsedikleri tutumu sürdüremediler. Dediğim gibi bu yeniden U dönüşünün sahaya yansıması ‘sıfır’.
Macron’un önerisi de Erdoğan’ı tetiklemiş olabilir.
Bu arada İran’dan da Macron’a yanıt geldi. Meclis Ulusal Güvenlik Komisyonu Üyesi Fedahhuseyin Maliki, Batı’nın Filistin’e cephe açması halinde Türkiye, Pakistan ve Mısır gibi Müslüman ülkelerin de karşı koalisyon kurabileceğini öne sürdü. Olma şansı sıfır. ABD’nin İran ve Hizbullah’ı caydırmak için gönderdiği askeri güçlerin Ürdün ve Irak’a yerleşeceğini, Mısır’ın çatışmadan uzak durmak için kılı kırk yardığını, Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu unutan bir değerlendirme. Ya da karşılıksız bir temenni. Altı da boş üstü de. Ulusal çıkarlarını düşünen İran kendi güçlerini değil Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki “vekil güçleri” kullanıyor. ABD gibi İranlılar da savaş istemiyor. Erdoğan’ın "İnsani, siyasi ve askeri varlığımızla Filistin tarafının garantörlerinden biri olmaya hazırız” sözlerini Türkiye’nin askeri olarak işin içine gireceği yönünde algılayanlar da yanılıyor. Erdoğan’ın önerisi ateşkes olursa, İsrail kabul ederse ve BM Güvenlik Konseyi kararıyla desteklenirse Türkiye’nin Filistin tarafında iki devletli çözüm için garantör ülke olmasını içeriyor. Abraham Anlaşmaları ile tamamen unutturulan iki devletli çözümün gündeme gelmesi iyi fakat asıl muhatabının sicili kötü. İsrail’in genişlemeci, işgalci, sömürgeci ve sınırlarını resmen deklare etmeyen siyaseti yüzünden ‘barış planı’ asla ciddiye binmedi. Evvela İsrail’in bu siyaset üzerinde gidemeyeceğini anlaması lazım! Aksi halde bu konudaki tartışmalar zamana yayılmış soykırımın devamlılığını sağlayan bir oyalama stratejisinden öteye geçemiyor. Oslo’yu işgali genişletmek için paspas olarak kullanmış bir devlete barışı dayatan uluslararası bir cephe oluşturulması şart.
Ne Erdoğan’ın çıkışları ne Macron’un önerisi bu yolu açmaya kâfi. Ne yapmalı? Sanırım hepimizin mürekkebi bitti.
Gazete Duvar / 26.10.23