Son haftalarda düşük ücret zamlarına karşı yapılan işçi direnişlerini tartışırken bu sürecin en başında yaşanan Çimsataş’ı hatırlayalım.
Evrensel gazetesi olarak direnişin çeşitli aşamalarıyla ilgili haberler yaptık. Ancak bir bütün olarak görülebilmesi ve işçi sınıfının hafızasında yer edinmesi için; işten atılan ve şu anda Çimsataş’ta çalışmaya devam eden bir grup işçi ile yaptığımız görüşmeyi işçilerin dikkatine sunuyoruz.
Yemek, çay, ısınma, tuvalet, ücret… her şey sorun
Çimsataş işçileri, Türk Metal, Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş sendikaları ile MESS arasında 12 Ocak’ta imzalanan toplu iş sözleşmesini kabul etmediklerini duyurarak iş bıraktı. İşçiler, birinci 6 ay için MESS’in belirlediği yüzde 27’nin üzerine yüzde 35 ek zam istiyorlardı. İşyeriyle ilgili çeşitli taleplerini de sıralayan işçiler, ayrıca eylem nedeniyle kimsenin atılmayacağının garantisinin verilmesini istediler.
Çimsataş’ta, örgütlü bir işyerinde olmaması gereken birçok sorun yaşanıyor. Görüştüğümüz işçilerden biri anlatıyor: “Yemek sıkıntısı, parça imalathanedeki ısınma sıkıntısı, dökümhanedeki toz sıkıntısı, soyunma odalarındaki sıkıntı; çay molasının olmaması, baskılar; dakika ile adet ile çalışma sıkıntısı. Tuvalete gidememe problemi… Çalışma koşullarına karşı biriken bir tepki vardı zaten. Düşük ücret ile çalışmak da tuzu biberi oldu. Bir de temel tüketim maddelerine gelen zamlar olunca insanlar dolup taştı artık.”
Soner söze giriyor: “22-23 yaşında girdim fabrikaya. 20-21 saniyede dövdüğüm parçayı, yaşım olmuş 40, şimdi 17 saniyede yaptırıyorlar. Genel müdüre bunu anlatıyorum, rekabet gücü diyor. Peki, niye ben daha fazla ürettiğim halde daha az ücret alıyorum?”
"TİS komitesi ‘sen, sen, sen’ diye belirleniyor"
İşçiler bu TİS sürecine, sorunların en azından bir kısmını çözebilecekleri umuduyla hazırlanmış. Birleşik Metal-İş’in tüzüğü gereği fabrikada bir TİS komitesi oluşturulmuş. Peki, TİS komitesi nasıl oluşturuluyor? 24 kişilik komitede yer alan Soner’i dinleyelim: “Temsilciler; sen, sen, sen, diye belirliyor. Ölçü; işyeri temsilcisine, sendikaya ve işverene karşı çıkmayacak işçiler olması. Her dönem birkaç hakkını arayan, muhalif işçi araya kaynıyor. Mesela Adnan ve Mustafa’yı yazmadılar. Ben yıllardır Deniz (Ilgın, Birleşik Metal-İş Sendikası Anadolu Şube Başkanı) ve Bülent’i destekledim, yanlarında durdum. Onun için benim yer almama bir şey demediler. Sözleşme taslağı hazırlanırken bize sordular, neler talep ediyorsunuz diye. Ben kıdem farkını özellikle vurguladım. Fakat ‘Birleşik Metal-İş’e bağlı 42 fabrikadan sadece Çimsataş böyle bir öneri getirdi’ dediler. Sonuçta benim önerim taslağa girmedi.”
"Yüzde 30’u önceden belirlemişler"
Başka bir işçi devam ediyor: “İşçinin talepleri de TİS komitesinin istekleri de hiçbir zaman taslakta yer bulmadı. Biz yüzde 55 bir oran istedik. Sendika uzmanlarıyla tartışmalarımız da oldu. Başarı oranını yüksek tutalım diyerek, zam oranını düşük tutmak gibi bir anlayışa itiraz ettik, işverene yarar bu anlayış dedik. Yüzde 30 isteyelim bu dönem dediler, taslak da zaten yüzde 30.8 oldu. Adamlar önceden belirlemişler. Bize de güya sormuş oldular. Sorsan işçi onay verdi derler.”
"DİSK’in asgari ücret için belirlediği oranı istedik"
Taslak işçilere rağmen hazırlandı. O dönem enflasyon ve dolar kuru bu kadar yüksek olmadığı için “istedikleri gibi değilse de” taslağa büyük bir tepki gösterilmedi: “O zaman dolar 8.20-8.40 aralığındaydı. Bugün düşmüş haliyle 13.5. Sözleşme imzalandığında 13.60’lardaydı. Bir ara 18.5’i bile bulmuştu. Dolar bu kadar yükselmiş, her şeyde dolara göre artış olmuş. Biz de taslağın yenilenmesini istedik.”
Tepkiler yükselince fabrikaya gelen Birleşik Metal-İş Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu, üç vardiya ile görüşeceği söylenmesine karşın, bir vardiya ile görüşüp gitmiş. İşçiler bu görüşmeye ilişkin şunları anlatıyor: “Genel Başkana DİSK asgari ücrete yüzde 50 zam yapılmasını eleştirirken bize taslaktaki yüzde 30’u kazanım olarak gösteremezsiniz, dedik. 5 bin 200 asgari ücreti neye göre hesapladıysanız bizim zammı da ona göre hesaplayın, biz burada çay bile içemiyoruz, dedik. Nasıl, burada çay molası yok mu, dedi.”
"Sen bu eğitimi niye veriyorsun o zaman?"
Araya giren Mustafa, TİS sürecinde katıldığı bir eğitim çalışmasında sendika uzmanıyla arasında geçen konuşmayı aktarıyor: “Uzman bize işçi tarihini anlatıyor; Kavel direnişini, 15-16 Haziran’ı, Netaş grevini… Tarihimizden ders çıkarıp bizim de şöyle yapmamız lazım, dedi. Ben tam o sırada söz aldım. Taslağımız ortada, bunu nasıl revize ederiz, diye sordum. Uzman, taslak hazırlanmış zaten, bu saatten sonra bir şey yapılamaz, değişiklik olacağını düşünmüyorum, dedi. Sen bu eğitimi niye veriyorsun o zaman? Bize işçi direnişinden, mücadele ile, grev ile kazandıklarından bahsediyorsun. Bizim taslak niye değişmiyor? Şube başkanı ve baştemsilci gelip müdahale etti.”
İşçilerin, taslağın revize edilmesi çabaları sonuçsuz kaldı. 12 Ocak’ta, metal iş kolunda örgütlü üç sendika TİS’i birlikte imzaladı. Önceki toplu sözleşmelerde TİS komitesinin onayı ile imzalanırmış. Ancak bu sefer, gece vardiyasında şube yönetimi işçilere sonucu bildirmiş.
Öncü işçiler, TİS komitesine sorulmamasına ve sözleşmenin içeriğine itiraz ediyor. “Gece vardiyasındaydım. Yemekhaneye gittim. Deniz açıklama yapıyor. Ne oldu, dedim; imzalandı, dedi. Kime sordun, dedik. Gerek görmedik, dediler. Deniz Başkan, ortalığı karıştırma, dedi” diyor Mustafa. Bunun üzerine 60 kişinin çalıştığı ‘dövme’ bölümünde işçiler iş durduruyor.
Burada bir noktanın altını çizmemiz gerekiyor: İşçiler, Çimsataş’taki eyleme “grev” diyorlar. Toplu sözleşme onay sürecinin tamamlanmadığını düşünüyorlar ve eylemi bu sürecin doğal bir parçası olarak görüyorlar. Çünkü grev oylaması yapılmış. Bu nedenle de eylemin sendikaya karşı olmadığını, sendikayla birlikte yaptıklarını, ancak sendika yönetiminin kendilerini yalnız bıraktığını söylüyorlar.
Üç kez oylama yaptırdı sonucu değiştiremedi
Şube Başkanı ve üretim müdürünün ikna çabaları sonuçsuz kalınca “Yarın üç vardiyanın olduğu zamanda oylama yapalım, ne sonuç çıkarsa sendika ona uyacak” diyor Şube Başkanı ve işçiler işe dönüyor. Sabah oylama için toplanılıyor: “İşçiler karşı karşıya gelecek şekilde bir koridor oluşturuldu. Sözleşmeyi kabul etmeyenler deyince herkes kabul etmeyenler tarafına geçti. Şube Başkanı tekrar oylama yaptı. Bu sefer işçiler yüksek sesle tepki gösterdi; istersen on defa oylama yap, bizim kararımız belli, dediler. Sonuç olarak üç defa oylama yapıldı, üçünde de sözleşme kabul edilmedi. Şube Başkanı 16 vardiyasına da sorup ona göre karar vereceğiz, dedi. Orada da işçiler kabul etmedi. Şube Başkanının açıklaması şöyle; arkadaşlarımız sözleşmeyi kabul etmiyor, biz de sendika olarak işçilerin arkasındayız. Sonra işveren görüşme talep etti. Orada da taleplerimiz kabul edilmeyince greve devam edildi.
13 Ocak sabahı gelen vardiya greve katılmasın diye içeri alınmadı. İçerideki atmosfer davul zurnayla, halaylarla devam ederken Çalışma Bakanlığından müfettiş geldi; bizi dinledi, tutanak tutup gitti. Bu arada işverenin işçilere gönderdiği ‘16 vardiyasının iş durdurması nedeniyle 5 milyon lira zarara uğradığı’ mesajı ile sendikanın ‘Metal işçisinin kazanımlarının gölgelenmesine izin vermeyeceğiz’ mesajı arka arkaya ulaştı işçiye.”
"Şube başkanı sendikalara ‘desteğe gerek yok’ dedi"
13 Ocak’ta kaymakamın ara buluculuğunda önemli bir görüşme yapılıyor. Burada ilginç olan bu görüşmeye MESS avukatının katılması, ancak sendika genel merkezinden kimsenin bulunmaması. Soner aktarıyor: “Kaymakam geldiğinde MESS’in avukatı da vardı. Sayın kaymakam yüzde 70 zam aldılar, dedi. Müdahale ettik, neye göre yüzde 70 anlat bize, dedik. Niye 27.40’a imza atıldığını söylemiyorsun. Çimsataş genel müdürü çalışma koşullarıyla ilgili düzenleme yapacaklarını söyledi. Ben, işçiler bizi buraya sözcü olarak gönderdi, bir brüt maaş ikramiye verin gidip işçilere sorayım tamam diyorlarsa direnişi bitirelim, dedim. Kaymakam, evet genel müdürüm ne diyorsun iyi bir teklif, dedi. MESS’in avukatı genel müdüre dönüp, bunlara bir toplu iğne başı dahi veremezsiniz, dedi. Sen buraya bir hak verirsen Türkiye’de 243 fabrikanın olduğu metal sektöründe hayat durur, bunun altından Cumhurbaşkanı bile kalkamaz... Kaymakam ‘Bunu burada tatlıya bağlayalım, işçi arkadaşımız güzel bir teklif yaptı, bir brüt maaş verin bir kişinin de burnu kanamasın, işten atılmasın, dedi. Genel müdür, geniş kapsamlı toplantıyı yapıp bitirelim ona göre karar veririz, dedi.
Biz ayrıldık, toplantıyı yaptılar. İşverenden önce üretimin 4 gün durdurulduğu, pazartesi başlanacağı mesajı geldi. On dakika sonra da 13 kişinin atıldığı mesajı geldi. Sendika işin soğuması için uğraştı. Deniz Başkan hiç işin başında değilmiş gibi davrandı. Sadece temsilciler vardı. Oylamayı yapan Başkan ama kazanması için parmağını kıpırdatmadı. Gazeteler geliyor, Başkan demeç vermiyor, sendikalar arıyor Başkan desteğe gerek yok diyor. Grevin başarıya ulaşmamasının nedeni temsilciler, Sendika Şube Başkanı ve Genel Merkez. İşçileri bir araya toplamak yerine sürekli dağıtmaya uğraştılar.”
"Önce apoletleri söküldü, sonra işten atıldılar"
Son gün Baştemsilci Mehmet Kurt’un konuşması, bunun başarıldığını, işçilerin dağıldığının ifadesi zaten: “Ben çarşıdan geliyorum. 14 kişi pazartesi bizi öldürseniz de girip ambarda çalışacağız diyor. Bir kişi bile fabrikaya girse, ayağını parkeye bassa ne olur? (Bir işçi kötü olur, diğeri çekerler diyor) doğru mu doğru. Şu ana kadar siz ne dediyseniz ben onu yaptım. Bundan sonra ben ne dersem siz onu yapacaksınız. Burası sendikalı bir işyeri. Burada işçi komitesi olmaz. Ben gidip işverenle konuşacağım. Biz iş akdi feshedilen iki temsilciyi çıkın, 11 kişi için konuşacağım. Eğer 11 kişi işe alınmazsa o zaman kimse girmez içeri.”
Sendika yönetimi burada da sözünde durmuyor. İkisi temsilci 15 kişi işten atılıyor. Ardından içeride buna tepki gösteren 2 kişi daha atılıyor. “Baş Temsilci Mehmet Kurt ile diğer temsilci atılmadan önce sendika görevlerinden alınmış. Yani önce apoletleri sökülüyor sonra işveren işten çıkarıyor” diyen işçiler, sendika yönetimine hem kırgın hem de kızgın: “Kazanalım diye uğraşmadılar, tersine önümüze taş koydular. Kanunen bu grevi ben sürdüremem ama şunları şunları yapın deseydi, gene anlardık. El altından destek olmayı bırak, köstek oldular.”
"Mücadeleyi bırakmayacağız"
Eylemden sonra işten atılan işçilerle çalışmaya devam eden işçilerin ruh hali birbirinden farklı haliyle. Nerede yanlış yaptıklarının muhasebesini yaparken söyledikleri de farklı bu yüzden.
“Biz içeriden dışarı çıkarıldığımızda aslında kaybettik, hiç çıkmamalıydık. Fabrikanın dışına çıktık, eve gitmemeliydik” diyor atılan bir işçi. Asıl tepkisi ise sendikacılara: “TOMA geldi. Kaymakam geldi. Çıkmazsanız müdahale olur dendi. Sendikacılara da güven yoktu… Onlar bir hamle hep öndeydi. Çünkü temsilci arkadaşlar ve sendika içimizdeydi ama kazanmak için değil bir an önce bitmesi için uğraşıyorlardı.”
"Atılan arkadaşlara sahip çıkmalıydık"
Çalışan bir işçi de işten atılanlara sahip çıkılmamasına kızgın: “Ben bıraktım bu işleri, karışmayacağım artık. Fabrikada satılma işleri oldu, işten atılmalar oldu. İşten atılan arkadaşlara sahip çıkılmamasına canım sıkıldı. Gemisini kurtaran kaptan diyorlar ya millet şimdi o misal takılıyor.”
Başka bir işçi fabrikadaki durumu şöyle özetliyor: “Herkes endişeli, kaygılı, düşünceli, üzgün. İşten atılanlar geri alınmadan içeri girmemiz yanlış oldu, en azından girince işyerinin dağıttığı baklava yenmeyebilirdi. Sendikaya tepkisini istifa ederek gösterenler oldu. Şube Başkanı direnişten bir iki hafta sonra fabrikada konuşma yaptı, iyi gidiyordu ama siyasi örgütlenmeler işin içine girdi, istemediğimiz sonuçlar oldu gibisine konuştu. Ama eylemden sonra amirler eskisi gibi sıkboğaz etmiyor, geçip giderken selam bile veriyor. Baskılardan üst kademenin haberi yokmuş da direniş zamanında öğrenmişler gibi bir hava estiriliyor. Buradan yakın zamanda bir tepki çıkacağını düşünmüyorum, ama gene birikir. Çünkü çatının tamiri gibi ufak tefek düzenlemeler olsa da sorunların hepsi ortada.”
İşten atılan işçilerden Adnan ise “mücadeleye devam” çağrısı yapıyor: “Arkadaşlarımıza küsmeyelim, acısında da tatlısında da onların yanında olalım. Hiçbir şekilde mücadeleyi bırakmayacağız. Umut olduğunuzu biliyorlar. İşimizden olmuş olabiliriz, ama biz kaybetmedik. Biz kazandık. Birlik, sağlam komite, bunlara ihtiyaç var.”
Sendika bürokrasisi böyle bir şey işte…
Mustafa, işçilerin sendikalarda karar süreçlerinin dışında bırakılmasına, işçinin iradesinin dikkate alınmamasına tepkisini şöyle dile getiriyor: “Sendikal bürokrasi işte tam da böyle bir şey. Siz ne bileceksiniz, biz sizin için en iyi sözleşmeyi imzaladık, daha iyisi yapılabilseydi yapardık, anlayışıdır. Öyle ya bu iş, 4 bin 500 tonluk preste demir dövmeye benzemez, masada el sıkışmak sendikacı işidir. Elindeki kumpasla milimetrenin ellide birine kadar ölçüp, en hassas makine parçalarını üretirsin ama ücret hesaplamak işçinin bileceği iş değildir, onu sendikacılar bilir. Patrona bir vardiyada 5 milyon lira kazandırabiliriz ama saat ücretine 5 lira daha istemek bizim değil sendikacıların bileceği iş!”
Halil İmrek – Evrensel / 20.02.22