Hemen her gün türlü moral bozucu olay akıp gidiyor gözümüzün önünden. Tecavüzcüler, uyuşturucular, kadına, çocuğa, hayvana kin kusan yobaz vaazları, rüşvetler, hırsızlıklar, zamlar… Yılların pisliğini biriktirmiş bir baraj patlamış sanki. Henüz birkaç ay öncesinde “cehennemin kapısını kapatma” niyetiyle son bir irade gösterisine kalkışanlara tutunacak bir dal dahi bırakmamacasına, her şeyi önüne katıp boğuyor. Çürümüş suya bakıp umutsuzluğa kapılmamak elde değil işin doğrusu.
Lakin azgın sel bir şeyleri yıkarken, kaçınılmaz biçimde bir şeyleri de harekete geçiriyor. Cehennemin kapıları aralandığında sadece kötülük güçleri özgür kalmıyor çünkü, oradan kaçmak isteyenler için de bir yol açılıyor.
***
İtalyan yönetmen Elio Petri, 1971 yapımı ‘İşçi Sınıfı Cennete Gider’ filminde lümpen, bütün gününü cinsel fantezilerle geçiren, kaba saba bir adam olan Massa’nın dönüşümünü anlatır. Herkes tiksinir ondan. Ama bir fabrikanın bant sisteminde çalışan, parça başı verimliliği en yüksek işçidir de kendisi. Maharetinin cinsel gücünden geldiğini söyler durur: “Bir parça, bir kalça… bir parça, bir kalça…” Bir gün parmağını makineye kaptırır. Patronun gözünde aniden verimsizleşmiş, değersizleşmiştir. İşten atılma korkusuyla, önceden sürekli aşağıladığı fabrika önünde bildiri dağıtan solcu öğrencilerden yardım ister. Ne var ki solcuların derdi daha büyüktür! Örgütleri bölünmüş, kimin doğru yolda olduğu kavgasına tutuşmuşlardır. Sendika desen ayrı garabet. Sonunda atılır ortaya, patrona karşı çıkar, işçilerin temsilcisi seçilir. İş, parmağını almıştır ancak dayanışma hayatını kurtarmıştır.
Massa filmin sonunda, üretim bandının etrafına dizilip ha bire aynı parçayı imal eden arkadaşlarına gördüğü tuhaf bir rüyayı anlatır. Cennet gibi bir yerdedir. Rüyasından bahsettikçe üretim bandı da ilerler; parçalar birleşe birleşe nihayetinde mükemmel bir otomobil motoruna dönüşür. Sadece bir vidanın değil, kolektif emeğin bilgisine sahiptir artık Massa. Üretimin gizemini çözmüş, işçi sınıfının cennetinin kapısını bulmuştur.
***
Şu günlerde pek kimsenin hatırlamadığı, olsa olsa ‘sanat nostaljisi’ değeri biçilen bir film bu. Hele taşıdığı fikir öylesine eski püskü görünür ki, teknoloji girdabına kapılmış günümüzde anca kitaplarda şık durur. Gündelik yaşamın dertlerine derman olacak acil bir ilaç arayanlar için eski çağlara ait, büyüsünü yitirmiş ‘kocakarı iksiri’ gibi gelir.
Oysa Eskişehir’de, yerin 1500 metre altındaki maden ocağında, üç kuruş tazminat için açlık grevine yatmış işçiler de en son 1840’larda Silezya’da dokuma atölyelerinde filan görülmüştü. Gaziantep’te birkaç nesil işçiyi çolak bırakan tekstil fabrikası, esasında 19. yüzyıl Manchester’ına aitti. “Kendimi yakarım” diyen Agrobay Seracılık işçisi kadını Emile Zola’nın Germinal’inde, yazın trafik kazalarında can veren, patoza uzuvlarını kaptıran ırgatları Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde’sinde okumuştuk.
Şimdi hepsi capcanlı halde gözümüzün önünde geçit töreni düzenliyor. Ne yana dönsek eskilerde kaldığını sandığımız bir musibet fışkırıyor. Fışkırıyor da ona karşı birileri de canını, bedenini ortaya koyuyor. Seçimden sonra onlarca fabrikada, sendikasız iş yerinde direnişler oldu, oluyor. Öyle ki talep ettikleri şeyler insanı utandıracak kadar mütevazi! Ülkenin tel tel dökülen hali karşısında belki de çoğu kimse için yetersiz, hatta dişe diş mücadeleye değmeyecek istekler. 1500-2000 TL daha fazla ücret, mesai, işten atılırsa tazminat… Bunlar için kendilerini, ailelerini paralıyor işçiler. Ötesi olmayan bir ilkelliğe isyan ediyorlar aslında.
Açıkçası maden, tekstil gibi sektörel olarak hızla yayılma potansiyeline sahip direnişler kamuoyunun dikkatini çektiği anda iktidarı da panikletiyor. Zira AKP de görüyor; çarkları döndürecek döviz için koca bir işçi mezbahasına çevirdiği Anadolu, kibrit çaksan tutuşacak hale gelebilir. Bu yüzden önemsiz gözüken kıvılcımlar, birbirine haber verecek çoban ateşlerine dönüşmeden aceleyle söndürülüyor. Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin grev alanına koşup ayaklarına kapanıyor, yalvarıyor. Toplumu sarsan onca iri iri gerilim dururken, buradan bir minik gedik dahi açılsın istenmiyor. Çorak kalsın o topraklar. Siyaset, sendika, muhalefet partisi, örgüt, yazar, çizer, gazeteci, fikir, sanat falan girmesin oralara. Bakan, ne yapsan ne etsen yıkılmayacak ürkütücü bir karanlık duvar görsün. Gitsin siyasetini başka yerde yapsın!
Erdoğan’ın toplumu boydan boya kesen ‘şeriat kılıcı’nın köreldiği yer tam burasıdır işte. Nitekim emeğinin peşine birazcık düşenler karşısında sabır istiyor, af diliyor. Bağırıp çağıramıyor onlara. Dişini sıkıp mecbur kaldığı ekonomi politikalarının direkt etkileyeceği kesimi bildiği için “Ben yapmıyorum, Mehmet Şimşek yapıyor” tevatürünü alttan alta yayıyor. Yeni açıklanan Orta Vadeli Program, emeğiyle geçinenlere açık bir savaş ilanı olduğundan, araya sıkışan yerel seçimi atlatabilmek için neyin ne olduğu konusunda zihinleri bulandırmak mecburiyetinde.
İmamını, tarikatını her gün boca ediyor. Ortalığa salınmış meczuplar otobüste, vapurda sinir uçlarını sıkıyor. Kurgu videolar hazırlanıp atılıyor sosyal medyaya. Kanatacakları küçücük bir yara bulur bulmaz da troller tırnaklarını geçiriveriyor hemen. Toplumu faili belirsiz bir şiddet sarmalında serseme çevirmek için magandasına, çetesine, torbacısına yol veriliyor. İmana gelmeyeni imana muhtaç kılacak bir çürüme alabildiğine teşvik ediliyor. Bu ‘açık suç öğretim fakültesinde’, ihtiyaç halinde kullanılacak her türden eleman da pratik yapa yapa yetişiyor elbette.
Erdoğan’ın sesinin tonunun yükseldiği yerle düştüğü yer arasındaki ayrım, bize bir şeyler anlatıyor özetle. Şu sıralar direnişte olan Agrobay Seracılık, düpedüz bir AKP şirketi olan, kamu ihaleleriyle semirmiş, siyasetle içli dışlı Bayburt Grup’a ait. Eskişehir’de ölüme yatan madencilerin direndiği şirket özelleştirmeyle doğmuş, altın madeni ruhsatı rekortmeni, çevre canisi SSS Yıldızlar Holding’in. Şireci Tekstil, Antep’teki siyaset-sermaye-bürokrat oligarşisinin has adamlarından. Trendyol uluslararası tekel Çinli Alibaba’nın. Paraları, siyasi destekleri, lobileri muazzam şirketler bunlar.
1500-2000 lira için direnen işçi, farkında olsun olmasın canavarın kalbini hedef alıyor yani. Üstelik biri yenilse bile diğeri aynı taleple, aynı koşullarda eyleme başlıyor. Tekrar yeniliyorlar, tekrar meydana çıkıyorlar. Bunları abartı bulanlar, sosyal medyaya düşen meczup videolarının yanında, işçi direnişi videolarına da bir baksın mutlaka. Düne kadar el pençe durduğu patronun karşısına çıkabilenler aniden şirketin cirosundan yabancı ortağına, patron ailesinin servetinden ihracatına kadar önceden umurunda olmayan bilgileri bir çırpıda sayıp döküyorlar. Kadını erkeği, nasıl bir cehennemden çıkmaya çalıştıklarını tane tane anlatıyorlar. Üretimin sırrını çalışırken değil, direnirken keşfediyorlar.
Çürümüş suya kapılıp sürüklenen, giderek felce uğrayan bir toplumda, emeğin kıpırtısının siyaseten bir kıymeti olmalı. Olmalı çünkü, iktidarı hiç arzulamadığı bir mindere çekecek, çıkmaza sürükleyecek olan yol buradan geçiyor. Meşakkatli, zor, iğneyle kuyu kazmayı gerektiren bu yol dışında başkaca bir çare de görünmüyor zaten.
İşçi sınıfı cennete gidemezse eğer, kimse gidemez. Hep beraber cehennemde debelenip dururuz öylece...
Gazete Duvar / 08.09.23