Bugün, 5 Haziran Dünya Çevre Günü…
Stockholm’de 1972’de gerçekleştirilen ve uluslararası alanda, çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantı olarak kayıtlara geçen Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı, çevre sorunlarına yönelik politika arayışları açısından bir milat olarak nitelendirilir.
O gün alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edilir.
Çevre hakkı açısından, “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir” ilkesinin yer aldığı bildirinin kabul edilmesi nedeniyle de ayrı bir önem taşır.
Çevre hakkına yönelik bu tanımın ilk kullanımının üzerinden 47 yıl geçmiş olmasına rağmen, çevre korumaya yönelik önlemlerin yetersizliği bir yana çevreyi artan bir hızla kirletiyor, yağmalıyor, talan ediyor, türlerin soyunu tehlikeye sokuyor, geri dönüşü olmayacak bir yok oluşa sürüklüyoruz. Çevre koruma, giderek değişkenlik ve farklılık gösteren eylemlilik haliyle dünyanın neresinde olursa olsun her zamankinden daha fazla bir insan hakları mücadelesine dönüşmüş durumda.
1972 yılından bu yana her yıl bir tema seçiliyor ve o yılın gündemi bu tema etrafında şekilleniyor. Bu yılki 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nün teması “Hava Kirliliği ile Mücadele” olarak belirlendi. Genelde kutlama adı altında birtakım etkinliklerin yapıldığı Dünya Çevre Günü’nde kutlanan tam olarak nedir hiçbir zaman anlayamadım.
İnsanlık üzerinde yaşadığı, sayısız nimetlerinden faydalandığı gezegeni korumak kollamak yerine canına okudukça okuyor. Sonra karşısına geçip bir de “ne güzel kirlettik ama” diye kutlama yapıyor.
Bu yılın teması olarak seçilen hava kirliliği sebebiyle dünya çapında her yıl 7 milyon insan hayatını kaybediyor. Bu kayıpların 4 milyonu Asya Pasifik bölgesinde meydana geliyor. İşin ironik kısmına bakın ki, bu yılki “kutlamalara” ev sahipliği yapmaya Çin Hükümeti talip oldu.
Dünyanın en kirli kentlerine sahip, özellikle endüstriyel bölgelerde hava kirliliğinin yüksek alarm seviyelerine geldiği ülkede bir ara şişelenmiş temiz hava satılıyordu.
Oysa, temiz hava lüks değil ya da parası olanın erişebileceği bir şey değil, temel bir insan hakkı…
Dünya genelinde hava kirliliğinin en temel sebeplerinin başında başta kömür olmak üzere fosil yakıtlara dayanan üretim ve tüketim modelleri geliyor. Sanayi ve santrallerde enerji üretimi ve ulaşım için kullanılan fosil yakıtlara ilaveten, madencilik ve sanayi tesislerinden açığa çıkan emisyonlar, evlerde ısınma amaçlı kullanılan kömür, inşaat faaliyetleri, yollardan kaynaklanan tozlar, atık ve anızların yakılması ve bazı endüstriyel tarım faaliyetleri de hava kirliliğine neden olabiliyor.
Bu yıl Dünya Çevre Günü’ne ev sahipliği yapan Çin’de hava kirliliği yüzünden insan yaşamı ortalama üç sene kısalmış durumda. Tek başına Çin’de kömür kaynaklı hava kirliliği sebebiyle her yıl yaklaşık 670 bin kişi hayatını kaybediyor. Bu rakam Hindistan’da 80 bin ile 115 bin arasında değişirken Avrupa’da 23 bin 300’e, ABD’de ise 13 bin 200’e ulaşıyor.
Bugün dünyada her 10 kişiden dokuzu kirli hava soluyor ve hava kirliliği her yıl 7 milyon erken ölüme neden oluyor. Bu saatte 800 kişi veya dakikada 13 kişi, soludukları kirli hava nedeniyle hayatını kaybediyor demek.
Türkiye’de de fosil yakıt kullanımından kaynaklanan hava kirliliği hem sağlık hem de çevre üzerinde ciddi etkilere sahip.
Temiz Hava Hakkı Platformu tarafından hazırlanan “Hava Kirliliği ve Sağlık Etkileri: Kara Rapor”a göre, 2017’de yaşanan 30 yaş üstü toplam 399 bin 25 ölümün, 51 bin 574’ü hava kirliliğinden kaynaklandı. Yine aynı yılın verilerine göre, hava kirliliği nedeniyle en fazla ölümün yaşandığı ilk üç il İstanbul (5 bin 851), Bursa (3 bin 98) ve Ankara (2 bin 139) oldu.
(Türkiye’nin farklı şehirlerindeki hava kalitesiyle ilgili bilgiye Error! Hyperlink reference not valid. web sitesinden ulaşılabilirsiniz)
Öte yandan Birleşmiş Milletler’in verilerine göre, İstanbul’daki hava kirliliği, kabul edilebilir seviyenin 3.3 kat üzerinde. Hava kirliliği kaynaklı ölümlerin, il bazındaki toplam ölümlere oranı en fazla olan iller Iğdır, Kahramanmaraş ve Afyon.
Kirli hava Türkiye’de 52 bin kişinin ölümüne neden oldu. Türkiye’de hava kirliliğinden ölenlerin sayısı trafik kazalarında hayatını kaybedenlerin yedi katı. 2017’de Türkiye’de hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü’nün kılavuz değerlerine indirilseydi, ölümlerin yüzde 13’ü engellenebilirdi.
Türkiye’de maalesef, hava kirliliğinin üstesinden gelmek için politikalar yeterli değil.
Hava kirliliğine neden olan sessiz katil, bir kum tanesinden bile küçük parçacık madde olan PM2,5. Dünyada PM2,5 kirliliğinin azaltılması için kapsamlı politikalar üretilirken, Türkiye’de tüm ülkeyi kapsayan PM2,5 ölçümü yapılmıyor. Bu kirletici maddenin insan sağlığı için kontrol altına alınmasını düzenleyecek herhangi bir hukuksal düzenleme yok. Üstelik, insanlar yaşadıkları bölgede, o gün havanın kirli olup olmadığını öğrenebilecekleri erişilebilir bilgilendirme araçlarına da sahip değil.
Hâl böyleyken, orman varlıklarını korumak bir yana sürekli sanayileşme, kentleşme ve insan baskısıyla ormanları tahrip ediyor, kentlerin havasının iyileştirmek için yapılacak ulaşım politikaları yerine trafiği yoğunlaştıran uygulamaları tercih ediyor, kömürden vazgeçemiyor, atmosfere karbon emisyonlarını saldıkça salıyoruz.
Bu şartlar altında çevreye, doğaya ve mahvettiğimiz dünyaya dair kutlanacak bir şey yok bırakalım birileri yılda bir gün yine hobi olarak çevrecilik oynasın…
* * *
Üçüncü Hasankeyf Küresel Eylem Günü’ne çağrı
Hasankeyf’in su altında kalmaması ve Dicle Nehri’nin özgür akması için 7-8 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek Küresel Eylem Günü için, Hasankeyf Yaşatma Girişimi ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi çağrı yaptı. Bu çağrıya destek verelim:
“12 bin yıllık antik kent Hasankeyf’i, 199 köyü ve üstün biyoçeşitliliğe sahip Dicle Vadisi’ni sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı projesinde sona gelindi. Sınır aşan bir su olan Dicle Nehri üzerinde yapılan Ilısu Barajı sadece bölge halkı ve Türkiye halklarına yıkım getirmeyecek, aynı zamanda Irak ve Suriye haklarına da büyük bir yıkım getirecek.
Hükümet yetkilileri 10 Haziran 2019 tarihinde Ilısu Barajı’nda suyun tutulacağını açıkladı. Yerel halk ve dünyanın farklı yerlerinde pek çok grup, 20 yıldır bu projeye karşı eylemler ve kampanyalar yürütüyor. Bu kampanyalarla bazı kazanımlar elde edilse de devlet yetkilileri kör, sağır ve dilsiz rolü oynayarak, yasaları değiştirerek ve yeni kaynaklar bularak projeye devam etti. 2017’den bu yana kültürel varlıklar doğal ortamlarından yapay alanlara taşındı, vadi ve mağaralar milyonlarca metreküp dolgu ile dolduruldu, kayalar patlayıcılarla düşürüldü ve restorasyon adı altında tahribatlar yapıldı.
Su tutulmasıyla beraber Dicle Nehri’nin doğal ekosistemi yüzlerce kilometre boyunca bozulacak. Hasankeyf’in dışında Yukarı Mezopotamya’da araştırmalara konu bile ol(a)mayan yüzlerce höyük ve antik yerler de kültürel kırımın hedefinde yer alıyor. Bölgede yapılan diğer baraj projelerinde deneyimlendiği ve görüldüğü üzere; Ilısu Barajı projesi de sosyal, ekonomik, kültürel ve ekolojik kırımlara neden olacak. Dicle Nehri ile bütünleşen kültürel ve doğal miras alanı olan Hasankeyf’in jeostratejik, ekonomik ve siyasi çıkarlar uğruna geri dönülemez çok boyutlu yıkımlara maruz bırakıldı.
Ilısu Barajı projesinde sona yaklaşılsa da, zararın neresinden dönülürse kârdır.
AİHM’in Hasankeyf kararı da göz önüne alındığında, Hasankeyf’in ve Dicle Vadisi’nin sular altında kalmasını engelleyecek katılımcı toplumsal bir mücadeleye gereksinim vardır. Daha önce iki kez yapılan Hasankeyf Küresel Eylem Günü’nün üçüncüsü 7-8 Haziran’da dünyanın farklı yerlerinde eylem ve etkinliklerle gerçekleştirilecek.
10 Haziran’da suyun tutulmasına karşı, Hasankeyf’in yaşaması ve Dicle Nehri’nin özgür akması için bütün kurumları, STK’ları, örgütleri 7-8 Haziran’da sözünü söylemeye ve bu yıkıma karşı ses olmaya davet ediyoruz.
Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ne Çığlığına ve Feryadına Ses Ol!
İnsanlığın Ortak Tarihine, Doğamıza ve Kültürümüze Sahip Çıkalım!”
Artı Gerçek / 05.06.19