Öteden beri varolan ancak son zamanlarda giderek yükselen ve aşırılaşan bir mülteci düşmanlığıyla kuşatılmış durumdayız. Mülteci sorununun en önemli nedenlerinden biri iklim krizidir.
Buzullar hızla eriyor, Amazonlar hızla yok oluyor, tarım toprakları, su kaynakları giderek azalıyor, kent ve kır nüfusuna bakıldığında insanların dünyada büyük kısmı kentlerde yaşıyor, buna bağlı olarak kentler başta hava olmak üzere giderek daha fazla kirleniyor, daha yaşanmaz hale geliyor.
Şunu unutmamak gerekiyor ki, bir gün hepimiz iklim krizi kaynaklı ya da dolaylı olarak iklim krizinin etkilediği savaşlar ve çatışmalar nedeniyle yaşadığımız yerleri terk etmek zorunda kalabiliriz.
Dünya, küresel ısınmanın 1.5 derecede sınırlanamaması halinde yakın gelecekte çok büyük insan dalgalarının ve yer değiştirmelerin yaşanmasına gebedir. Kimsenin “bana birşey olmaz” diyebilme lüksü yok, aslında hepimiz birer potansiyel mülteci adayıyız.
Savaşlar, çatışmalar, göçler ve mültecilikle baş etme halleri, dünyanın bundan sonra nasıl biçimleneceğine de ayna tutacak. Dünya, küresel anlamda bir stres testinden geçiyor.
İklim krizinin giderek savaş ve çatışmalardan daha fazla insanı yerinden ettiği de yeni açıklanan bir çalışmayla ortaya kondu.
International Organization for Migration’ın (Uluslararası Göç Örgütü) Dünya Göç Raporu’na göre, 2018 yılında 148 ülkede 28 milyon kişi yer değiştirdi. Bu yerinden edilmelerin yüzde 61’ine (17,2 milyon) afetler neden olurken, yüzde 39’u ise (10,8 milyon) çatışma ve şiddet kaynaklı olarak gerçekleşti.
Aşırı hava olayları kaynaklı afetlerin sayısı ve yoğunluğu arttıkça iklim değişikliğini en kötü etkisi insan göçü üzerinde olacak. İklim kriziyle mücadeleye gerekli önlemler alınmazsa, dünyanın sadece üç bölgesinde (Sahra altı Afrika, Güney Asya, Latin Amerika) 2050 yılına kadar 143 milyondan fazla kişinin iklim mültecisi haline geleceği öngörülüyor.
Bu durum, mevcut sorunlara ek olarak savunmasız insanların insan kaçakçılarının eline düşmesine yol açıyor.
Eşitlik, hak, adalet gibi kavramlar sadece söylediğinde ya da yazıldığında güzel durdukları için değil, aynı zamanda uluslararası işbirliği için hayati öneme sahip oldukları için de kritiktir. İnsanlığın eşitsiz coğrafi ve beşeri gelişmeyle birlikte sebep olduğu en büyük sorunlardan birisi olan iklim krizinde işbirliği ve dayanışma temelinde olmayan herhangi bir çözümün geçerliliği yoktur.
İnsanlığın hızla paylaşmayı, ortak yaşayabilmeyi, farklılıklara saygı kültürünü, kapitalist sistemin yarattığı adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri aşmayı, milliyetçilik/ırkçılık kırmızı çizgisine set çekmeyi öğrenmesi gerekiyor. “Büyük devlet” sıfatına sahip olduğunu iddia eden pek çok ülke için bu tarihsel nitelikte bir dönüm noktası olacak.
Gelecek on yıllarda gündemimizde daha fazla iklim krizi, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği ve mültecilik halleri olacak.
Bunlar arasındaki güçlü bağın herkes tarafından fark edilmesi ve bu bağın birinde durum kötüyken diğerlerinde iyi olma ihtimalinin olmayacağının da öngörülmesi gerekiyor.
Bu bağ kurulmuş ama bakın nasıl?
Avrupa’ya geçmeye çalışan mültecilere “akıl veren” İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun sözleri çok çarpıcı:
“Şimdi havalar sıcak, gittikçe sıcaklaşıyor. 200 kilometrenin üzerinde bizim Meriç’i kendine çizgi tutan Yunanistan ile bir sınırımız var. Maalesef, bu sene Balkanlar’da hava kurak gitti. Su bazı yerlerde 40-45 santimetreye düştü. Bu şu demektir, yürüyerek geçebilirsiniz.”
İklim krizinden böylesi bir fayda çıkarabilen siyasetçinin insan haklarından, adaletten, haktan, hukuktan bahsedebilme imkanı yoktur. Bu sözlerin kendisi zaten insan haklarına yönelik büyük bir tehdit içeriyor.
Dünyanın artık, “savaş ve çatışmaların önüne geçemeyiz ama savaş ve çatışmaların sebep olduğu sorunları çözebiliriz” bakış açısından hızla uzaklaşması gerekiyor. Daha çok savaş, daha çok çatışma sorunları çözemediği gibi derinleştirir.
Sonra ortaya böyle “zihni sinir” önerileri çıkar.
Dünyada, ırkçılığın, ayrımcılığın, mülteci düşmanlığının huzur ve hayır getirdiği herhangi bir ülke yoktur. Mülteci karşıtlığı üzerinden siyasetin kısa vadede kitleleri konsolide edici bir yanı olsa da, bu durum uzun vadede toplumlara selamet getirmez.
Göz göre göre iktidarların döneminde yükseltilmiş toplumsal kutuplaşma ve çatışmaların, mülteciler üzerine yönetilmesi aynı zamanda bir ahlak sorunudur.
Çözüme odaklı siyasetçi önce içinde bulunduğumuz Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya coğrafyası içinde barışın tesisi için iklim krizinin bölgedeki etkilerine karşı politika geliştirir, dayanışmacı bir program tasarlar, uygulama pratikleri açısından bir takvim ortaya koyar.
Onun yerine “kuraklık var, Yunanistan’a nehirden yürüyerek geçiverin” diyen bir zihniyete hapsolduk.
Artı Gerçek / 08.03.20