Halkbank ile hatırladık: ABD ile kriz devam ediyor - Murat Yetkin

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 22 Ocak 2020
  • 10:51

Uluslararası ajanslar ABD’de görülen Halkbank davasında savcıların, bundan böyle Halkbank avukatlarının duruşmalara katılmayacağı her gün için 1 milyon dolar ceza kesilmesini talep ettiklerini 21 Ocak’ta duyurdular. Aynı gün ABD Başkanı Donald Trump, Davos Dünya ekonomik Forumunda, ABD’nin “açık arayla evrenin en büyük gücü” olduğunu iddia ediyordu; dünyanın değil, kibrinin boyutlarını anlatabilmek adına dikkatinizi çekmek isterim, “evrenin”. Yine de Trump’ın yasal yetkileri, S-400/F-35 yaptırımlarının aksine, Türkiye’ye ağır mali sonuçları olabilecek Halkbank davası, S-400 ve F-35 yaptırımlarının aksine ABD Başkanının yasal olarak müdahale edemeyeceği bir alandı. Yine aynı gün Rus savaş uçaklarının, İdlib’teki hava akınlarında 26 kişiyi öldürdüğü de ajanlara yansıdı. Üstelik Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 8 Ocak’ta Libya’da ateşkes çağrısı yapmasından bir gün sonra, İdlib’te de ateşkes ilan edilmiş olmasına rağmen.
Doğu Akdeniz ve Libya’daki dış politika başarı hikâyelerine fazla kaptırıp ABD ile krizi, Rusya ile –enerji ve silah ticareti dışında- her konuda var olan sorunları böylece hatırladık.

Yeni bir sorunumuz kapıda

Erdoğan Berlin Konferansı dönüşü uçakta kendisine, aralarında Türkiye’nin (Hafter’e karşı Serrac’tan yana) taraf olduğu Libya iç savaşında “Arabulucu olup olmayacağını” sorabilecek kadar sığ ve yardakçı olanların da bulunduğu gazetecilere, bu başarı hikâyelerinin Putin’le işbirliği sayesinde olduğunu söylemiş; doğrusunu söylemiş.
Öte yandan İdlib ateşkesini bozanın, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Davos’ta Suriye rejim güçleri olduğunu söylemesinden birkaç saat sonra, Rusya olduğu haberi duyuldu. Yemen’de bir askeri kampın basılmasına tepki gösteren Dışişlerimiz, “26 sivil öldürüldü” haberlerine rağmen, Türkiye’yi yeni bir göç baskısı altında bırakan bu saldırıya (22 Ocak sabahı itibarıyla) resmî bir tepki vermedi. Elimizde bir tek Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bir gün önce, 20 Ocak’ta Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu ile İdlib ve Libya konulu bir telefon görüşmesi yaptığı bilgisi var. Dahası, Libya’da ateşkese uyulmuyor, Hafter Trablus kuşatmasını sürdürüyor. Rusya, Hafter üzerinde yeterince baskı kurmuyor: Birleşik Arap Emirlikleri parası ve Mısır’ın üs ve sınırlarını açmasıyla Halife Hafter saflarında savaşan Rus paralı askerleri (Wagner) hâlâ orada örneğin. Hafter’in Berlin’de herhangi bir belgeye imza atmadığını, taahhüde girmediğini Erdoğan kendisi söyledi, ama Türkiye, Libya’ya muharip birlik göndermeyeceği taahhüdü altına girdi.
İşin doğrusu, Erdoğan’ın asker gönderme tehdidi olmasaydı, Trablus’un muhtemelen çoktan Hafter’in eline geçeceği, BM tarafından tanınan Serrac hükümetinin yıkılacağı, belki Berlin Konferansının dahi yapılmayacağı, Türkiye’nin de taraf olduğu bir Libya masasının belki kurulmayacağıdır. Ancak bu saatten sonra Putin, neticede Türkiye’nin değil Rusya’nın çıkarları doğrultusunda fikir değiştirir, Erdoğan’ı hem Libya, hem Suriye’de yarı yolda bırakırsa Türkiye ne yapacaktır?
Erdoğan, ABD ve Rusya’yı birbirine karşı kullanma siyasetini bugüne dek ve sınırlarını zorlayarak sürdürdü. Ancak Rusya, Türkiye’yi S-400 türünden yeni anlaşmalara zorlamak için yeni adımlar atarsa, Türkiye, NATO müttefiki ABD’yi ne kadar yanında bulabilecek? Kapımızdaki yeni soru ve yeni sorun budur.

Halkbank, İran, ekonomik yaptırımlar

Üstelik bu sorun, tam da ABD ile bir süredir unutturmaya çalışılan krizin, güdümlü medyada hiç yer verilmemesi sağlansa da, ortadan kalkmadığının Halkbank davası savcılarının talebiyle hatırlandığı sırada kapımıza geliyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığımızın, iş bilmeyen Anadolu tüccarı kurnazlığıyla, postacının kapıya getirdiği tebligatı almayarak sorundan kurtulduğunu sanması gibi, Halkbank duruşması tebligatlarını almaması yeni sorunlara yol açacak gibi görünüyor. Savcılar, New York’ta süren davada Bankanın katılmadığı her duruşma için verilecek cezanın iki katına çıkarılmasını da talep etmiş. Bu talep, daha önce Hakan Atilla’yı mahkûm eden yargıç Richard Berman tarafından kabul edilirse, 25 Şubat’ta yeniden başlayacak duruşmalara Halkbank yine katılmazsa ilk hafta ceza miktarının 7 milyon dolar, ikinci hafta 21 milyon dolar, iki ay sonunda 1,8 milyar dolara çıkacağı hesaplanıyor.
Hazine ve Maliye Bakanı ve Cumhurbaşkanının damadı Berat Albayrak’ın tahliye sonrası Atilla’yı başına getirdiği Borsa İstanbul bugünlerde tarihi rekorlar kırıyor. O kadar ki, Ankara’daki bazı önemli yabancı temsilcilikler “Nereden geliyor bu para?” amaçlı çalışmalar başlattı geçen hafta itibarıyla; yeni bir Türk mucizesi olup olmadığını soruyorlar. Ancak ceza alması halinde Türkiye’deki bankacılık sistemini sarsmasından endişe edilen Halkbank, ABD ambargosu altındaki İran’ın 20 milyar dolar petrol gelirine erişimine aracılık etmekle suçlanıyor. İşin ucu Reza Zarrab davasına dek uzanıyor. Bunu haksız bulabilir, Erdoğan’ın dediği gibi ABD ambargosunun Türkiye’yi bağlamayacağını düşünebilir, hatta bu münazarayı kazanabiliriz. Ama Davos’ta “Bütün sermayeyi Amerika’da toplama” iddiasını da dile getiren Trump’ın buna aldırmayacağını, zaten bu davaya yasal yollardan müdahale edemeyeceğini de varsaymak gerekiyor.
Özetle, bizler Türkiye’nin ekonomik yaptırımlarla karşı karşıya kalabileceği S-400/F-35 krizini mutlu-mesut unutmuşken, Halkbank çıkışıyla ABD’yi hatırlayıverdik, hem de Moskova birden Ankara üzerinde baskıyı artırmışken.
Tabii Türkiye’nin İran ve Rusya’yla ilişkiler nedeniyle karşı karşıya kaldığı ABD yaptırımları konusunun hâlâ gündemde olduğu gerçeği var.

Ve en ciddi milli güvenlik sorunu

Yaptırımların Kongre’de üçte iki çoğunlukla kabul edilmesi durumunda Başkan Trump’ın veto etme hakkı bulunmuyor. Senato’da Trump’ın azil soruşturmasını engelleyeceği anlaşılan Cumhuriyetçi senatörlerin çoğunun da Türkiye’nin Rusya ve İran ile ilişkilerine karşı yaptırım isteyeceği endişesi Ankara’yı sessiz sedasız sarmış bulunuyor. Bu durumda Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele (CAATSA) yasasının öngördüğü 12 maddeden beşini tercih etmek dışında yapacağı bir şey kalmıyor Trump’ın. Ankara şu sıra ABD’ye yönelik bütün çabasını, Trump’ın o beş tercihi olabildiğince geciktirmesi (altı ay sınırı var) ve en hafif yaptırımları tercih etmesi, örneğin bankacılık işlemlerinin engellenmesi gibi maddeleri tercih etmemesi üzerine yoğunlaştırmış durumda.
Ancak aslında ekonomik yaptırımlardan da ciddi bir tehdit olan F-35 savaş uçakları konusu kolay çözülecek gibi durmuyor şu anda. Türkiye, Rusya’dan S-400 füzeleri aldığı için ABD tarafından sözleşmelere aykırı bir şekilde ortağı olduğu F-35 programından dışlanmış durumda. Henüz geriye dönüşü olmayan noktada değil, ama halen yirmi yıldır (1999’dan bu yana) F-35 programının dışında. Teslimatı ABD’de yapılan iki F-35 uçağı da Türkiye’ye gönderilmiyor, ABD’de el konulmuş, adeta gasp edilmiş vaziyette tutuluyor.
Türkiye bundan 20-25 yıl önce geleceğin, yani bugünlerin hava savunmasını F-35’ler üzerine kurdu. Güçlü bir NATO geçmişi olan ve 2015’te Kara Kuvvetleri Komutanı sıfatıyla ABD’den liyakat madalyası almış olan Milli Savunma Bakanı Akar, bunun önemini en iyi bilecek kişi. Akar, 15 Ocak’taki basın toplantısında ABD’nin yaptığı haksızlığı tekrar ve ayrıntılarıyla anlatmış ama bu konuda da münazarayı kazanacak olsanız dahi bunun size somut bir getirisi olamıyor. Bir meslektaşımız çıkıp F-35’ler olmayınca Türk Hava Kuvvetlerini nasıl bir geleceğin beklediğini, Putin’in Erdoğan’a satmak istediği Rus Su-35 (ve henüz imalat hattında olmayan Su-57) uçaklarının NATO sistemi içinde bunların yerini tutup tutmayacağını sormuş olsaydı, Akar’ın düşüncelerini daha açık öğrenirdik. F-35’lerin alınmaması, yani Türkiye’nin çeyrek asır önce planladığı hava savunma sistemini yitirecek olması ihtimali, Türkiye’nin en ciddi milli güvenlik sorunudur ve halen Ankara’daki en ciddi sorundur.
ABD ile Suriye’de YPG/PKK meselesi ve Fethullah Gülen gibi iki sorunumuz daha var, hatırladınız mı? Hatırlayanlar var, oraya da geleceğiz.

yetkinreport.com / 22.01.20