Ankara’da diyoruz alışkanlıkla ama Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan iki aydan fazla zamandır İstanbul’da. Koronavirüs Covid-19 salgınına karşı önlemlerin konuşulduğu 18 Mart Çankaya Köşkü toplantısından bu yana Türkiye’yi İstanbul’dan yönetiyor. Tarabya’daki Huber Köşkü hastalığa karşı daha korunaklı sayılıyor. Dijital teknolojinin yardımıyla, asgari kadroyla yapıyor bunu; Ankara’da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay kaleyi tutuyor. Cumhurbaşkanı İstanbul’da ama başkent Ankara ve Ankara’da hareketlilik bitmiyor.
Sadece AK Parti’nin muhalefetle, özellikle de CHP ile arasındaki tartışmalardan söz etmiyorum. Aynı zamanda AK Parti’de, kabine bünyesinde ve genel anlamıyla Cumhur İttifakı çerçevesinde ilginç gelişmeler var Korona kısıtlamalarından bu yana. Bunların bir kısmı ortaya dökülüyor, bir kısmı döküleceği zamanı bekliyor. Ortaya dökülenler ise, tek başlarına ayrı, bir araya gelince ayrı anlama geliyor. İşin ilginç yanı, kendi saflarında sorun çıktıkça Erdoğan’ın muhalefete daha çok yüklenmesi. Siyaset psikolojisiyle uğraşanlar eminim bu durumu, benim “yansıtma” deme kolaycılığından daha derin ifadelerle tanımlayacaklardır.
Bu durum, özellikle Tümamiral Cihat Yaycı’nın, Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığından alınıp “Genelkurmay emrine” kızağa çekilmesini onuruna yediremeyerek istifası ardından ortaya çıktı. Son zamanlarda Erdoğan’ın övündüğü Libya-Doğu Akdeniz siyasetinin mimarı olarak görülüyordu. Sadece o da değil, Yaycı adeta yasadışı Fethullahçı örgütlenmeye karşı Erdoğan ve AK Partililerle Ulusalcıların kesişme noktası gibiydi. Bir günde devre dışı kaldı. Hangi günde olduğunu ve neden Yaycı’nın istifasının Ankara’da olan bitenin son (ama sonuncu değil) halkası olduğuna, biraz sonra geleceğim ama önce birkaç hafta geriye gitmemiz gerekiyor.
Soylu’ya istifasının geri aldırılması
Erdoğan kimseye müdanası olan bir siyasetçi olmadığını her fırsatta vurguluyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 12 Nisan’daki istifasına dek Erdoğan’ın verdiği görevden istifa ettiği halde görevine geri dönmesini istediği tek kişi MİT Müsteşarı (şimdi Başkanı) Hakan Fidan olmuştu. Gerçi o işte ihale Fidan’ın AK Parti milletvekili yapmak isteyen (şimdi Gelecek Partisi Genel Başkanı) Ahmet Davutoğlu üzerine kalmıştı.
İstifası öncesinde Soylu’ya yönelik AK Parti içi eleştiriler artmıştı. Çok öne çıkıyordu Soylu. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın kardeşi (ve Sabah grubu yöneticisi) Serhat Albayrak’ın desteklediği Pelikan Grubu’nun Soylu’yu hedef aldığı medyaya yansıyordu. Oysa yapılan (ve sonuçları halka açıklanmayan) bazı anketlerde Soylu’nun AK Parti’de Erdoğan’dan sonra en sevilen isim olduğu görülüyordu. Hatta MHP’liler de seviyordu Soylu’yu. Nitekim daha önce yine (AK Parti içinden) bir aleyhte kampanya sırasında Soylu’ya (ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e) destek vermişti Bahçeli.
Koronavirüs önlemleri arasına sokağa çıkma yasakları da alınınca Soylu (ilk gece ortaya çıkan tablodan kendisinin sorumlu olduğunu söyleyerek) istifa etti. Sokağa çıkma ve seyahat yasaklarının daha bir süre devam edeceği ve bütün yükün İçişleri üzerinde olacağı biliniyordu; kabinede konuşulmuştu. İlk karşı çıkanlardan biri Bahçeli oldu. Ama sadece o da değil, AK Parti ve MHP taraftarları pencerelere çıkarak istifasının kabul edilmemesini istediler Erdoğan’dan. Erdoğan da, üstelik canlı yayında ülkenin Soylu’ya ihtiyacı bulunduğunu, kendisinden çok memnun olduğunu kalmasını istediğini söyledi. Soylu’yu yemek isteyenler kaybetmiş, Soylu güçlenerek yerinde kalmıştı.
Bahçeli’nin jestleri ve sonra…
Mayıs’ın ilk günleri Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı damadı Berat Albayrak için katmerli kâbus gibiydi. Türk Lirası ABD doları karşısında tarihindeki en düşük değere inmiş, birkaç saatliğine de olsa dolar 7,25 lirayı görmüştü. Tam düşüş durdurulup geri çevrilmeye başlamıştı ki, MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın “MHP’nin tek başına iktidar zamanı” Tweet’i geldi. Siyasi kulis anında karıştı. Acaba MHP o günlerde yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ailesiyle telefonda görüştüğü haberlerinden mi rahatsız olmuştu? Malum, 2012’de diyalog süreci kardeşinin ziyaretiyle başlamıştı. Acaba Cumhur ittifakı çatırdıyor muydu? Neyse ki Bahçeli yangını söndürdü: Yalçın, Bahçeli’nin 2011’de Erdoğan’a muhalefet ederken attığı Tweet’lerden birini tekrarlamıştı. Yanlışlıkla olup olmadığını halen bilmiyoruz ama Bahçeli AK Parti hükümetine övgüsünü ekonomi politikası üzerine kurdu. Albayrak da hemen iltifatlarla karşılık verdi.
Bunun üstüne Bahçeli’nin milletvekillerinin parti değiştirmesini zorlaştırma teklifi geldi. Bahçeli zamanında Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP milletvekili gönderme teklifi üzerine Erdoğan’ın Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu ile sıkıntı yaşamaması için “siyasi jest” yapıyordu.
Birkaç gün sonra, 17 Mayıs Pazar günü Erdoğan’ın 62 numaralı bir cümlelik kararnamesi Resmi Gazetede yayınlandı. Merkez Bankası Meclisine atamalarda devlet üniversitesindeki görevini bırakma şartı kaldırılmıştı. Herkes bu adrese teslim atamanın kim olduğunu merak ediyordu. Meraklar ertesi gün 18 Mayıs’ta yapılan Merkez Bankası Genel Kurulundaki atamayla giderildi. Merkez Bankasındaki yeni atama İstanbul Üniversitesinden Prof. Dr. Elif Haykır Hobikoğlu idi. Babası MHP milletvekili olan Hobikoğlu’nun 2000 yılındaki nikah şahitliğini yapanlardan biri de Bahçeli’ydi. Artık bu atamayı Merkez Bankasında bir bağlantısı olmasını isteyen Bahçeli mi arzu etmişti, yoksa Albayrak’ın bir jesti mi olmuştu? Her halükarda atama, Erdoğan’ın adrese teslim kararnamesiyle mümkün olmuştu.
Gelelim Yaycı’nın alınmasına
Erdoğan’ın Merkez Bankası kararnamesini imzaladığı 16 Mayıs günü bir de atama kararnamesi imzalanmıştı. Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı görevden alınıp “Genelkurmay emrine” verilmişti. Gerekçenin, gerçekten itibarsızlaştırma kampanyası kokan bir teftiş kurulu soruşturması olduğu yazıldı.
Yaycı bir süredir adı çok konuşulan, çok öne çıkan subaylar arasındaydı. Ege’de münhasır bölge ve Libya ile karasuları anlaşması fikrinin ondan çıktığı, İsrail’le bir an önce anlaşma yanlısı olduğu, “Mavi Vatan” kavramının ondan çıktığı konuşuluyordu. Ayrıca geliştirdiği yazılan “FETÖmetre” yöntemiyle askeriyedeki binlerce Fethullahçının açığa çıkmasını sağlamıştı.
Adeta aranan kan bulunmuştu. Hem Erdoğan ve AK Partilileri, hem MHP’lileri, hem de CHP içindeki ve dışındaki Ulusalcıları birleştiren bir tutkal görünümündeydi Yaycı. Belli kesimler için adeta bir mıknatıs, hem de siyasi bir mıknatıs işlevi görmeye başlamıştı. Sözcü’den Saygı Öztürk, Yaycı’nın her şeye rağmen Cumhurbaşkanına “sadakatle bağlı” olduğunu, gelişmelerden Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Adnan Özbal’ı da sorumlu tutmadığını söylüyordu. Geriye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar kalıyordu. Nitekim Yaycı, Akar’dan hiç söz etmemişti.
Yaycı’yı (sadece) Akar mı istemedi?
Yaycı’nın görevden alınması dışarıdan da izleniyordu. Ancak gelişmeler Yunanistan’da başka, İsrail’de başka yorumlanıyordu. Yunanistan’da Yaycı’nın görevden alınmasını Münhasır Bölge siyasetinin sona erdiği şeklinde görme eğilimi vardı -sanki Türkiye’nin savunma siyasetini tek başına Yaycı belirliyordu. İsrail’de ise “Bizimle ilişkilerin düzelmesini istedi, görevden alındı” şarklılığı ağır basıyordu. Gerçek ikisi de değildi.
Yine Sözcü’de Deniz Zeyrek ve Habertürk’te Kübra Par, Hulusi Akar etkisi üzerinde durdular. Zeyrek, Yaycı’nın durumuyla 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra öne çıkan ve Suriye harekâtını tek başına yönetiyormuş gibi algılanan Korgeneral Zekai Aksakallı arasında bağlantı kurdu. Hatta Akar’ın “Ya ben, ya o” demiş olabileceği, Deniz Kuvvetleri Teftiş Kurumuna onun kanalından soruşturma talebi gelmiş olabileceği yazıldı.
Yaycı’nın bir süredir çok öne çıkıp her şeyi kendine yontması ve Libya, İsrail gibi siyasi konularda görüş açıklamasının Akar’ı da Ankara’da başka mahfilleri, siyasi çevreleri de rahatsız ettiği bir gerçek. Akar’ın rahatsızlığının sadece şahsi boyutu olmadığı da.
Ankara’da neler oluyor?
Ama neticede Akar istediğini aldı. Hem de kritik bir zamanda.
Zamanlama manidar klişesini kullanmak isteyen okurlar varsa eğer, MHP lideriyle şahsi bağı olan bir profesörün Merkez Bankasına atanmasını sağlayan kararın 16 Mayıs’ta imzalanıp 17 Mayıs’ta yayınlandığını az önce söylemiştim, tıpkı Yaycı’nın görevden alınması gibi. Bunun üstüne bir de uzun süre sessiz kalan Soylu’nun 16 Mayıs’ta Şırnak dağlarında Mehmetçikle oruç açarak, medya orucunu da bozmuş olduğunu söyleyeyim; 17 Mayıs’ta medyadaydı. Muhtemelen tesadüftür. Ama geçtiğimiz hafta Ankara’da iktidar ilişkileri bünyesinde bir şeyler olmuş gibi duruyor. Bunda CHP’nin yeni partiler üzerinden yaptığı hamlenin iktidar saflarında zafiyet ortaya çıkarmış olmasının da payı olabilir. Bu yazdıklarımız ortaya çıkanlar. Çıkmayanları da yakında anlar, yazarız birimizden birimiz.
Yetkin Report / 21.05.20