Toplumsal eşitsizliklerin sonucu gerçekleşen COVID-19 pandemisi bir kısır döngü yaratarak eşitsizlikleri çok daha gözükür ve dayanılmaz kıldı. Pandeminin yaşandığı son bir buçuk yılda birçok ayaklanma meydana geldi: ABD, Hindistan, Lübnan, Irak, Cezayir, Tunus, Kolombiya…
Şimdi de Güney Afrika Cumhuriyeti kaynıyor. Eski Cumhurbaşkanı Jacob Zuma’nın yolsuzluk nedeniyle tutuklanmasını protesto edenler yağmalama ve şiddet olaylarına yol açtı, üç yüze yakın insan market sahipleri ve güvenlik güçleri tarafından öldürüldü.
79 yaşındaki Zuma bir ulusal kahraman mı, yoksa çürümüş bir siyasi figür mü?
Aslında her ikisi de.
Bunun nasıl olabildiğini anlamak için Güney Afrika tarihine çok kısaca göz atmak gerekiyor.
17. yüzyılda Hollanda Hindistan yolu üzerindeki Güney Afrika burnunu sömürgeleştirir. 19. yüzyılın başında ise İngiliz egemenliğine geçer.
1800’lerin ikinci yarısında özellikle elmas ve altın madenlerinin bulunması Güney Afrika’ya göçü ve üzerindeki paylaşım savaşını şiddetlendirir.
1900’lerde “beyaz” sermaye sınıfını temsil eden Ulusal Parti ırkçı ve faşist siyasetiyle yerli halklar için Güney Afrika’yı bir cehenneme çevirir. Çoğunluk olan yerel halkların kendi köyünden dışına çıkması ve vatandaşlık hakları engellenir.
Afrika Ulusal Konseyi(ANC)’nin 1921’de kurulan Güney Afrika Komünist Partisi’ni de kapsayarak verdiği mücadele yükselir bu koşullarda. Güney Afrika’nın ilk siyahi avukatı olan Nelson Mandela her iki örgütün de üyesi olarak önceleri kitlesel sivil itaatsizlik eylemlerinden yanadır. 1960’arın başında ise silahlı mücadele kararı alınır ve “Ulusun Mızrağı” örgütü kurulur. Mandela mücadeleyi destek aramak üzere sosyalist devletlerle görüşmek için yurtdışına giderek temaslarda bulunur. 1962’de yakalanır ve devrimci bir ayaklanmayı örgütlediği için ömür boyu hapse mahkûm edilir.
İşte, geçen hafta tutuklanan eski Cumhurbaşkanı Zuma da Mandela ile birlikte ağır koşulların sürdüğü Robben Adası’nda hapsedilir. Eğilmeden bükülmeden tutsaklığı sürdürürler. Zuma’nın ulusal bir kahraman olarak kabul edilmesi bu çetin mücadele günlerinin sonucudur.
1980’lere gelindiğinde artık bütün el koyduğu zenginliklere rağmen ırkçı rejim sürdürülemez hale gelmiştir. Güney Afrika’nın dünyadan ticaret boykotlarıyla izole edilmesinin yanında kentlerde işçi sınıfının mücadelesi hızla yükselir.
Yine de bir uzlaşma için 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin çözülmesini beklerler. ANC başta olmak üzere yasaklı partilerin legal faaliyete başlamasına izin verilir, Mandela ve diğer siyasi tutsaklar serbest kalır. 1994’teki ilk seçimde ANC parlamentoda çoğunluğu sağlayarak yürütmeyi ele geçirir.
Şimdi 30 yıl kadar sonra yaşananlara baktığımız zaman aslında ırkçı rejimin sonlanmasının büyük bir uzlaşmanın ürünü olduğunu anlıyoruz. Çünkü iktidara gelen ANC hemen hiçbir kamulaştırmaya gitmez, rejim değişmiştir ama üretim ilişkileri aynı kalmıştır.
1990’lardaki tekeller konumlarını sürdürüyorlar. Güney Afrika’daki servetin %95 kadarının nüfusun %10’unun elinde toplandığı söyleniyor.
Emperyalist barışın nişanelerinden olan Nobel Barış Ödülü devreye girmiş midir?
Evet, 1993’te Irkçı Ulusal Parti’den son Cumhurbaşkanı olan Willem de Klerk ile birlikte Mandela’ya Nobel Barış Ödülü verilir.
27 senesini mücadelesi uğruna hapiste geçiren bu çınar uzlaşmanın çirkinliğini ve sınıfsal içeriğini örtmek için çok iyi bir araçtır.
Aşağıdaki tablo Bloomberg’e göre Güney Afrikalı en zengin altı dolar milyarderini sıralıyor. Beşinci sıraya yükselen Motsepe dışında hepsi Güney Afrikalı “beyaz”lardır. Motsepe ise daha önce sendikacı olan, bu süreçte milyarder haline gelen ANC’den şu anki Cumhurbaşkanı Ramaphosa’nın kayınbiraderi ve listedeki tek “siyahi”dir.
**
İşsizliğin %32’lere vardığı Güney Afrika’nın dünyada toplumsal eşitsizliğin en yüksek olduğu ülkelerden biri olduğu bildiriliyor. Öyle ki bu durum emperyalist merkezleri bile endişelendiriyor.
Sağlığın piyasaya ve özel sağlık kuruluşlarına emanet edildiği Güney Afrika’nın COVID-19’a karşı ancak nüfusunun %9’unu aşılayabildiğini ve yüksek ölüm oranlarına sahip olduğunu belirtelim.
Aşağıdaki iki fotoğraf toplumsal eşitsizliği bize yansıtıyor. Biri golf sahasının duvarının hemen dibinde üremiş yoksul mahallesini gösteriyor, diğeri lüks konutların yanında barakaları.
Şimdi ulusal kahraman olan Zuma’nın neden bu kadar hızlı yozlaştığını anlayabiliriz. Burjuvazi iktidara geldikten sonra hızla çürür, ancak ulusal kurtuluş savaşlarının kahramanları genellikle ömürlerini pisliğe çok bulaşmadan tamamlarlar.
Bu örnekte ise, sosyalizmin geçici olarak dünya siyaset sahnesinden bir güç olarak çekildiği yıllarda gelen sermaye ile uzlaşma o kadar hızlı bir çürümeye neden olmuş ki ulusal kahramanlar bile kendini koruyamamış gözüküyor.
Güney Afrika’nın son 30 yılı bize bir kez daha günümüzde “demokrasi” mücadelesinin aslında sömürüyü aklamaktan başka işe yaramadığını ibret verici bir şekilde gösteriyor.
soL / 24.07.21