TÜİK 2019 yılı Eylül ile 2020 yılı Eylül ayları gıda ürün fiyatları karşılaştırmalı verilerine göre, kg başına; mercimek %49, kuru fasulye %36, elma %31, yumurta %30, ayçiçeği yağı %21, buğday unu %22, bulgur %20, makarna %19, kuru soğan %17, ekmek %16, beyaz peynir %12, dana eti %9 civarında artış gösterdi. Son zamanlarda açıklanan resmi enflasyon ise sürekli %11’ler düzeyinde. Gerçek enflasyon ile enflasyon sepetinin içeriğinden kaynaklanan resmi enflasyon arasındaki ciddi fark bir yana, tüketilen gıda fiyatlarının resmi enflasyonun üstünde olduğu bir gerçek.
Gıda fiyatlarının artışının tek nedeni pandemi değil, uzun süredir özellikle ülkemizde böyle bir eğilim var.
TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez bunun başlıca nedeni olarak dışa bağımlı tarımsal politikaları gösteriyor. Türkiye gibi birçok ürünün yetişebildiği bir ülkenin yanlış tarım politikaları nedeniyle kendi kendine yeterlilikte birkaç tarımsal ürün dışında dışa bağımlı hale geldiğini söyleyen Suiçmez, son yıllarda ithalata dayalı temel girdi fiyatlarının çok yükselmesiyle de birlikte üreticinin çok zor durumda kaldığını söylüyor.
Suiçmez’in sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:
Sizce gıda fiyatlarının artış nedenleri nelerdir?
Ülkemizin tarımsal üretim potansiyeli güçlü olsa da üretim politikaları yerine dışa bağımlı yanlış politikaların yıllardır uygulanması yaşanan sorunun ana nedenidir. Fahiş fiyat artışlarının nedenlerini; a) dışa bağımlı mazot, gübre, ilaç, tohum, yem gibi temel girdi maliyetlerinin yüksekliği; b) tarımsal üretim planlamasının yaşama geçirilememesi nedeniyle oluşan arz-talep dengesizliği; c) gıda tedarik zincirindeki aracılık sorununun çözülememesi şeklinde özetleyebiliriz.
Pandeminin nasıl bir etkisi oldu bu artışa ve bu etki devam edecek mi?
Kendine yeten miktarda gıda ve ham madde üretebilen ülkelerin daha avantajlı, temel gereksinimleri için dışalıma bağlı olan ülkelerin ise bugünkünden çok daha riskli olacağı bir dünya ile karşı karşıyayız. Pandemi sürecinin belirsizliği ve gıda arzı ve tedarikinde yaşanan ve yaşanabilecek olası sorunlara karşı tüm ülkelerde serbest piyasa yerine korumacı tarım politikaları gündeme geldi. En liberal gelişmiş ülkeler bile kendi üretimlerini ve stoklarını artırmaya çalışmakta, sınırlarını kapatmakta, korumacı dış ticaret önlemlerini gündeme getirmekte. Dışa bağımlı ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamak için ürün taleplerini artırmaları doğrultusunda dünyada gıda fiyatları yükselmekte. Artık ülkelerin parası olsa da dışarıdan tarımsal ürün almakta zorlanacağı ya da daha pahalı alacağı bir gelecek ile karşı karşıyayız.
Türkiye’de bu konuda ne tür önlemler alındı peki?
Ülkemizde salgın nedeniyle tarım sektörüne yönelik özel ek önlemler alınmadı. 18 Mart 2020 tarihinde açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı” başlıklı önlemler paketinde tarım sektörü yer almadı. Ek ekonomik önlemlerle mazot dahil girdi fiyatlarında KDV dahil indirime gidilmedi, kredi ötelemeleri kısa vadeli ve yetersiz oldu, 2019 yılı desteklerinin ödenmesi dışında desteklemeye yönelik ek önlemler alınmadı. Bu koşullarda ülke düzeyinde tarımsal üretim seferberliği ilan etmek yerine “7 üründe 21 ilde tohuma %75 hibe desteği projesi” ile “hazineye ait ek tarım arazilerinin tarıma açılması projesi” gibi parçacı projelerle ülkemizin gıda güvencesinin sağlanması olanaksız.
Peki Türkiye hangi ürünlerde kendini idare edebilir durumda?
Kendi kendimize yeterliyiz, stoklarımız yeterli diyerek övündüğümüz günümüzde, buğday dışında diğer ürünlerde kendimize yeterli değiliz. “Kendi kendine yeterli ülke” olma bağlamında ülkemize baktığımızda; 2018/19 sezonunda hububat genelinde kendimize yeterlik oranı %92.4 ile yetersiz olup, yalnızca buğdayda %105, çavdarda %100 oranı ile kendimize ucu ucuna yeterliyiz. Yeterlik oranı arpada %94.7, mısırda %70.3, pirinçte %69.2, ayçiçeğinde %66.4, soyada %5.7’dir. Türkiye ayçiçeği yağında %80, soyada net dışalıma bağımlı bir ülkedir. Nohut hariç bakliyatlarda kendimize yeterli olmayıp, yeterlik oranı kuru fasulyede %72.1, kırmızı mercimekte %74.9, yeşil mercimekte %86.8’dir.
Özetle; tarım sektörünün yapısal sorunlarına çözüm getirilmeksizin ve üretime dayalı politikalara geçilmeksizin ülkemizde gıda fiyatlarındaki dalgalanmaların önüne geçmek olanaksız. Bu nedenle, dışalıma dayalı tarım politikaları yerine yerli üretimi ve üreticiyi destekleyen kamucu tarım ve gıda politikalarına geçemezsek, ülkemizi yakın ve özellikle orta ve uzun vadede ciddi sorunlar beklemektedir.
İktidarın gıda politikasını nasıl özetlersiniz ve bu politikada neler değişmeli?
Tarımsal üretimdeki sorunlarımız yanında gıda işleme, tedarik ve dağıtım sistemimiz de sorunlu. Üretici ve tüketici kooperatiflerinin yetersiz ve güçsüz olduğu ortamda pazar tümüyle serbest piyasa aktörlerine bırakılmış durumda. Tüketiciye ulaşan ürünlerde zincir marketlerin payı çok yüksek. Sözleşmeli üretimde riskler üreticide kalıp üretici maliyetine ya da altında ürün satarken, tüketici yüksek fiyata ürün alıyor. Bu süreçte tüketicilerin her türlü zor koşulda üretmeye devam eden çiftçiyi suçlaması yerine, hep birlikte zincir marketlerin piyasadaki oligopol gücü ve işlemeyen hal sistemi dahil yüksek kâr marjıyla çalışan aracılık sistemini sorgulaması gerekmekte. Çözüm; gıda sektöründe de piyasayı tümüyle özel sektörün insafına bırakmak yerine müdahaleci kamucu politikalara geçmek, etkin ve sürekli denetimler yapmak, israfı önleyecek tedbirleri almak, gıda tedarik zincirini kısaltarak üretici ve tüketici kooperatifleri yoluyla düzenlemek, tüketiciye yeterli, ucuz ve sağlıklı gıdayı sürekli sağlamaktan geçmektedir.
Önceki gün bazı kuru gıda ürünlerinde ithalat vergisinin sıfırlandığı haberini okuduk. Bunun nedeni nedir?
Bir taraftan, hububat ithalatçısı ülkelerin Covid-19 salgınının kontrol altına alınamaması dolayısıyla ithalat taleplerini yükseltmesi, diğer taraftan hububat ihracatçısı ülkelerin de kontrollü ihracat yöntemlerini tercih etmeleri hububat piyasalarının dalgalı bir seyir göstermesine neden oluyor. İhracatçı ülkeler minimum ihracat yapmaya yöneliyor. Hemen hemen tüm ülkelerde aynı zamanda gerek üretim artışı gerekse dışalım yoluyla Çin dahil üretici büyük ülkelerin ülke stoklarının arttığı bir süreçte yaşıyoruz. Ülkemizin arz açığını kapatması kadar gerekli ihtiyat stoklarını da yapması bir zorunluluktur.
Bununla birlikte dünyadaki mevcut dengesiz koşullar nedeniyle iç piyasadaki gereksinim artışı da dikkate alınarak ülkemizde iktidar üretimi artırma yerine ithalat yoluyla açık kapatmayı tercih ediyor. 2015/16 sezonunda buğday ve mamul madde karşılığı olarak 4,8 milyon ton olan ithalat, 2016/17 sezonunda 5,8 milyon ton, 2017/18 sezonunda 9,8 milyon ton, 2018/19 sezonunda 10.3 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Pandemi sürecinde Mart 2020 itibarıyla herhangi bir stok sıkıntısı bulunmadığına dair açıklamalar yapan Toprak Mahsülleri Ofisi (TMO), bu yılın ocak ayında 650 bin ton buğday, şubat ayında 300 bin ton buğday, 25 bin ton arpa, mart ayında 175 bin tonluk buğday, ağustos ayında 500 bin ton buğday ile 60 bin ton arpa ithalatı ihalesi yaptı. Anlaşılan o ki Türkiye 2020 yılı ve sonrasında da “ithal buğday bolluğu olan ülke” olarak anılmaya devam edecektir.
Son olarak Resmi Gazete’de yayımlanan İthalat Rejimi Kararı’nda vergi düzenlemesi yıl sonunu hedeflemiş gibi görünse de mevcut koşulların devam etmesi halinde hububat stoklarının kış aylarında azalacağı da dikkate alındığında gümrük vergisi düzenlemelerinde süre uzatımı kaçınılmaz görünüyor. Alınan ithalat kararıyla hammadde fiyatlarının kısmen baskılanması ve gıda enflasyonu üzerinde risk yaratmaması hedeflense de her sıkışık dönemde ithalat hamlesinin ilk tercih olarak kullanılması ekonomimize de geri dönüşümsüz ve onarılmaz darbeler vuruyor.
Çözüm, üretim ekonomisine geçmek ve üretim koşullarını iyileştirmek, dış alım yoluyla yabancı ülke çiftçilerini desteklemek yerine kendi üreticimizi desteklemek olmalıdır.
Bu kış başta narenciye ürünleri olmak üzere sebze-meyve ürünlerinde ciddi fiyat artışları yaşanması bekleniyor. Sizin de beklentiniz bu yönde mi, neden?
Genel olarak ya da ürün bazında tarım sektörünün yapısal sorunlarına kalıcı çözümler yaşama geçirilemezse, dönemsel olarak pek çok üründe üretim azalması, üreticinin alandan çekilmesi ve fiyat artışları dahil ciddi sorunların yaşanılması kaçınılmaz. Türk lirasında yaşanan değer kaybı ve girdilerde dışa bağımlılık nedeniyle artan girdi fiyatlarıyla yeni sezonda pek çok üründe üretimin daha da sorunlu olacağı görülmektedir.
Üreticilerin bir kez üretimden koptuktan sonra tekrar tarımsal üretime dönmeleri oldukça zordur ve hatta olanaksızdır. Nedeni ne olursa olsun kriz dönemlerindeki toplumsal panik anlarında insanların marketlerde öncelikle gıda maddelerine yoğun ilgi göstermesi, sorunun çok boyutlu önlemlerle giderilmesini zorunlu kılmaktadır.
Sorunun çözümü için dışalıma dayalı yanlış politika seçeneğinden derhal vazgeçilmelidir. Arz eksiği ve dışalım yoluyla eksiğin kapatılması kısır döngüsünden kurtulabilmemiz için önceliğimiz; kamu yönetiminin piyasada etkin olması, ek ekonomik paketlerle girdi maliyetlerini düşürmesi, kredi ortamının iyileştirilmesi, desteklerin artırılarak zamanında ödenmesi, uzun vadeli destek yönlendirmesiyle üretim planlamasına geçilmesi, üretimden vazgeçilen alanlarda arz açığı nedeniyle dışalım yapılan temel ürünlerin teşviki, alım taban fiyatlarının maliyetin üstünde belirlenmesi ve üreticiden yeterli alımın zamanında yapılması olmalıdır.
Volkan Algan / soL - 23.10.20