Avrupa’da yükselen sağ popülist (ırkçı, otoriter) dalganın üzerine bir de Almanya’nın Saksonya eyaletinin (eski Doğu Almanya) Chemnitz kentinde patlak veren kitlesel faşist gösteriler, göçmenlere yönelik saldırılar gelince, “1930’lara mı dönüyoruz” sorusu etrafındaki tartışmalar yeniden alevlendi. 1930 denince akla doğal olarak öncelikle Almanya’da ve Avrupa’da, Yahudi soykırımı gibi büyük felaketlere yol açan Nazi rejimi geliyor. Bu nedenle “30’lara mı dönüyoruz?” tartışması akademik bir tartışma olmaktan öte bir gerçekliği yansıtıyor.
1930’lar redux
1930’ların belirgin özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: 1929 finansal krizi, egemen yaygın sermaye birikim rejiminin ve finansallaşma olarak kendini gösteren düzenleme sisteminin iflası anlamına geliyordu. Finansal krizle birlikte yerleşen ekonomik durgunluktan çıkılamıyordu. Durgunluk döneminde gelir dağılımındaki kutuplaşma ve yoksulluk daha da derinleşmişti. Buna karşılık, küreselleşme süreci sona ermiş, dünya pazarı parçalanmaya başlamıştı. Dönemin hegemonya sistemi dağılmıştı. Küresel çapta bir yükselen güçler, iktidar boşluğu, güçler dengesi ortamı vardı.
Lenin’in ölmeden önce katıldığı son Enternasyonal toplantısına sunduğu bir raporda belirttiği gibi, I. Büyük Paylaşım Savaşı kapitalist sistem içindeki ekonomik ve siyasi sorunları çözememişti, bunlar yeniden gündeme gelmeyi bekliyordu. ABD, Nazi Almanyası, Japonya, hegemonya kriziyle açılan boşluğu doldurmak için rekabet ediyor, hızla silahlanıyordu. 1917’de Rus devrimiyle yeni bir ekonomik ve siyasi model dünyanın, Batı kapitalizminin karşısında kendini alternatif bir ekonomik model, güç merkezi olarak dayatıyordu.
Bugünkü ortamla, yukarıda kısaca özetlediğim dönemin bileşenleri arasında (I. Büyük Savaş -1914/18, SSCB, III. Enternasyonal partileri ve eski sömürgelerden gelerek, Avrupa kıyılarına vuran sığınmacılar dalgası dışında) çok güçlü bir analoji kurmak olanaklıdır. Hatta, buna para sistemini bile ekleyebiliriz. Dün İngiliz hegemonyasının altına bağlı para sistemi krizi yönetmeyi zorlaştırıyor, yükselmekte olan büyük güçlerin gereksinimlerine cevap veremiyor, giderek daha fazla sorgulanıyordu. Bugünlerde, doların uluslararası egemenliğine karşı tepkilerin giderek arttığını görüyoruz.
Ve ‘Çirkin Alman’ın dönüşü’
Bu ifade bana değil, Der Spiegel dergisinin, Chemnitz olaylarıyla başlayan gelişmelerle ilgili bir yorumuna ait.
Ağustos ayının son pazar gecesi, Chemnitz halkı, kasabanın kuruluşunun 875. yılını kutluyorlardı. Sabaha karşı saat 03 sıralarında iki grup arasında çıkan, nedenleri belirsiz bir kavgada, David isimli Alman- Kübalı bir genç, Suriye doğumlu Yusuf ve Irak doğumlu Alaa isimli iki sığınmacı genç tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
Spiegel’in aktardığına göre, başta AfD (Almanya Almanlar İçindir) partisi, Pegida (Avrupa’nın İslamlaşmasına Karşı Birlik) hareketi olmak üzere, uzun bir süredir istismar edecek uygun bir suç arayan aşırı sağ, David’in bir kadını tecavüzden kurtarmaya çalışırken öldürüldüğünü yaymaya başladılar. Birkaç saat içinde 1000’e yakın neo-Nazi sempatizanı sokaklardaydı; polisle çatıştılar, yabancı görünüşlü insanlara saldırdılar. AfD lideri mecliste “katliamlardurmadan devam ediyor” dedi, önde gelen bir AfD yöneticisi “Bıçaklıların göçünü durduralım. Devlet sağlayamıyorsa, halk kendisi sokağa çıkarak kendi güvenliğini, öz savunmasını sağlar” sözleriyle adeta bir pogrom çağrısı yaptı. Ertesi gün AfD’nin çağrısıyla düzenlenen gösteriye yaklaşık 7000 kişi katıldı. Göstericiler, Hitler selamı veriyor, “Hepiniz halledeceğiz” gibi o dönemi anımsatan sloganlar atıyorlardı.
Hafta boyunca Chemnitz sokaklarında neo- Naziler Almana benzemeyen insanlara saldırdılar. Yıllardır mayalanan faşist hareket, adeta şimdi kendine bir kurtarılmış bölge kuruyordu. Hafta sonunda yapılan gösteriye 10.000’in üstünde faşist ve ırkçı katıldı. Alman basınının, olayı eski Doğu Almanya’nın mirasına bağlayarak Saksonya eyaletine has bir hastalık gibi sunmaya çalıştığı görülüyor. Halbuki Chemnitz’e toplanan binlerce faşist, Avrupa’da, Orban, Mussolini’nin mirasçısı Salvini benzeri liderlerin toplumsal tabanına, ABD’de Trump’ın destekçilerine bakınca, karşımızda sıra dışı, yerel bir olay değil, zamanın ruhunun bir dışavurumu olduğunu söylüyor.
(Direniş çabalarına değinerek devam edeceğim.)
Cumhuriyet / 10.09.18