“Tarihin son durağında mıyız?” başlıklı yazımda vurgulamıştım: “ABD hegemonyası, onun projesi küreselleşmenin yanı sıra kapitalist uygarlığın kültürel zeminini oluşturan liberalizm hatta Aydınlanma geleneği gibi tarihsel dinamikler de çözülüyorlar”. Gelişmekte olan bu “düzensizlik” karşısında, ABD ve Çin’in, uyum sağlama çabalarına (Mark Leonard, Foreign Affaires Temmuz/Ağustos, 2023) bakarak Türkiye açısından kimi dersler çıkarılabilir.
İki farklı tutum
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi başkanı Mark Leonard, birçok Çinli akademisyen, diplomat ve uzman ile yaptığı görüşmelerden de yararlanarak hazırladığı çalışmasında, bu “düzensizliğe” ABD ve Çin’in çok farklı reflekslerle uyum sağlamaya çalıştıklarını anlatıyor.
Leonard, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in, Putin’le bir konuşmasında “100 yıldır görülmemiş değişimler yaşıyoruz ve bunların motoru da biziz” sözlerini aktararak başlıyor. Sonra bu değişiklikler karşısında ABD’nin geriye dönük adeta nostaljik bir tutum içinde Soğuk Savaş ittifaklarını yeniden canlandırmayı amaçladığını gösteriyor. Ancak yeni bir Soğuk Savaş ve bloklaşma için ekonomik, ideolojik, jeopolitik koşullar uygun değil. Genel olarak “Batı” ile Çin ekonomisi arasındaki karmaşık ilişkiler terk edilecek gibi değil. İdeolojik alanda “demokrasiler ittifakı” kavramının gerçekte bir karşılığı yok, “Küresel Güney” olarak da bilinen bağımlı ülkelerin yönetici seçkinleri artık giderek Çin ve Rusya ile ekonomik siyasi ilişkileri ABD ve Avrupa ilişkilerine tercih ediyorlar. Bunu Rusya’ya yaptırım uygulama çabaları, Nijer darbesi sırasındaki tutumlardan gördük. Güney Afrika’da toplanan BRICS toplantısına katılan liderlerin, Batı’ya yönelik eleştirel bir söylem benimsedikleri görülüyor. Sömürgeciliğin yükünü sırtında taşıyan, ABD ve Batı’nın BRICS liderlerinin algılarını ucuz ve kolay kredilerle, borç silme jestleriyle değiştirebilecek kaynaklardan yoksun olduğu da görülüyor. Nostalji gerçekle uyuşmuyor!
ABD’nin bu çabalarının olanaksızlığını Çin de biliyor, yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışmaktan çok, düzensizlikten zarar görmemeye, hatta yararlanmaya, bu bağlamda, asimetrik ilişkiler ortamında, istikrarsızlığa, ittifaklara “yatırım yaparak” hareket etmeye çalışıyor. Çin, “Küresel Güney” ve BRICS ülkeleriyle ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerini derinleştiriyor, Birleşmiş Milletler, IMF gibi uluslararası kurumlarda etkisini artırıyor.
Çin, ekonomisinin dış kaynaklara, dış piyasalara, bağımlılığını azaltmayı, yapay zekâ, kuantum bilgisayarı, uzay araştırmaları, mikro çip üretimi alanlarında teknolojik gelişmeyi hızlandırarak olası dış şokların etkilerinden korunmayı amaçlıyor. Çin, ülke içinde toplumsal istikrarı, kültürel-ideolojik homojenliği-harmoniyi korumaya, devletin, yargının iyi çalışmasını sağlamaya, özetle, tarihsel “duruma”, yeni risklere çok daha uygun bir yol izlemeye çalışıyor.
Ve bir absürt rejim
Bu iki farklı tutumun ışığında AKP Türkiye’sine baktığımızda karşımıza absürt bir rejim çıkıyor.
Dış politika hâlâ bir ona taviz bir buna taviz refleksiyle gidiyor. Rejim ve yandaşları, halkı açlığa sürükleme pahasına, ekonomiyi talan etmeye devam ediyor, rantiye sınıfının ormanlara, sahillere yönelik saldırıları hızlanarak artıyor, betonlaşma, madencilik ülkenin ekosistemini yıkmaya devam ediyor. Toplumsal uyum, barış, harmoni çoktan yok oldu: Dinci faşizm kutuplaşmayı körüklüyor, denetimsiz, plansız göçmenler sorunu ağırlaştıkça toplumsal anksiyete, ırkçılığı, sık sık yerel çatışmaları da besleyerek artıyor. Mahkemelere, adalete güven yok oldu. Sık sık silahlar konuşuyor. Ülkenin eğitimli bireyleri, bilim insanları yurtdışına kaçarken dinci entelijansiya ve hurafe, eğitim sistemini ele geçiriyor, kadın düşmanlığını körüklüyor, pedofiliyi meşrulaştırıcı açıklamalar yapıyor; ahlak ve adalet duygusu gittikçe artan bir hızla aşınıyor.
Bu haliyle AKP Türkiye’sinde rejim, “yeni dünya düzensizliğine” uyum sağlamak bir yana, ülkenin ayakta kalma koşullarını hızla yok ediyor.
Cumhuriyet / 24.08.23