Dünyanın 'kırmızı mahalleleri': Covid-19 emekçi mahallelerinde nasıl yayılıyor? – Kavel Alpaslan

Covid-19 vaka yayılışı haritasını bölge, şehir, mahalle diye küçülttüğümüzde başta sanayileşmiş kentler olmak üzere, emekçilerin yaşadığı mahallelerin, salgının yayıldığı üslere dönüşmüş durumda olduğu gözler önüne seriliyor. Peki dünyanın çeşitli kentlerinde durum nasıl? Neden haritalarda virüs bıçakla kesilmiş gibi emekçileri, yoksulları kentin varsıl kesimlerinden ayırıyor?

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 26 Eylül 2020
  • 13:33

Kimileri içinden geçtiğimiz dönemi Covid-19’un ikinci dalgası olarak değerlendiriyor. Kimileriyse birinci dalganın yeniden yükselişe geçişi olarak tanımlıyor. Öyle ya da böyle, dünya çapında artan vakalar bir gerçek. Artık sır olmayan bir diğer şeyse, bu virüsün büyük oranda yoksulları ve emekçileri etkilediği. Bu nedenle dünyadaki Covid-19 vaka yayılışını gösteren harita ilk bakışta yanıltıcı olabilir. Bölge, şehir, mahalle diye haritayı küçülttüğümüzde tüm dünyada benzer bir resim karşımıza çıkıyor: Başta sanayileşmiş kentler olmak üzere, emekçilerin yaşadığı mahalleler, salgının yayıldığı üslere dönüşmüş durumda.

Türkiye’den yola çıkacak olursak, Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Gaziantep, Diyarbakır, Kocaeli gibi büyükşehirler salgının yayıldığı yerler olarak göze çarpıyor. Bu kentlerde de emekçi mahallelerinin kırmızıya boyandığını görüyoruz. Örneğin İstanbul’da Bağcılar, Sultangazi, Esenler, Sultanbeyli, Ümraniye, Üsküdar; İzmir’de Konak, Buca gibi ilçelerin önemli bir kısmı virüsün asıl etkilediği bölgeler. (Hem Türkiye’de hem de dünyada, zenginlerin yoksullara kıyasla oldukça fazla test yaptırma imkanı olduğu, bu nedenle yoksul mahallelerdeki gerçek Covid-19 vaka sayısının verilen rakamlardan çok ama çok daha fazla olduğu unutulmamalı.)

Peki dünya kentlerinde durum nasıl? Neden haritalarda virüs bıçakla kesilmiş gibi emekçileri, yoksulları kentin varsıl kesimlerinden ayırıyor?

Madrid

Pandeminin başlangıcında Covid-19 virüsünden en çok etkilenen Avrupa ülkelerinden biri İspanya’ydı. Bugün de ülkede vaka sayıları inanılmaz bir hızla artıyor. 18 Eylül itibariyle ülke genelinde 14 binin üzerinde yeni vaka tespiti yapıldı. Son dönemde özellikle başkent Madrid’deki vakalar dikkat çekiyor. Öyle ki sadece Madrid’de günlük yeni vaka sayıları zaman zaman tek başına on bini zorluyor.

Madrid’in mahallelerini sınıfsal olarak değerlendirecek olursak, sınır çizmekte fazla zorlanmayacağız. Zira kentin güneyi büyük çoğunlukla emekçilerin ve yoksulların yaşadığı Vallecas gibi mahallelerden oluşurken kuzeyde Salamanca, Latina ve Chamberi gibi mahalleleri zenginleri barındırıyor. Kabaca tablo bu şekilde. Aşağıdaki harita, kentin sosyoekonomik görünümünü bizlere sunuyor.

Ülkede Covid 19 yeniden siyasi bir krize dönüşürken Madrid’in sağcı-muhafazakar Halk Partili (PP) Madrid Özerk Bölgesi Başkanı Diaz Ayuso, salgının ‘çoğunlukla mülteci mahallelerinde yoğunlaştığını’ belirterek, krizi şovenist duyguları kabartarak atlatma niyetinde. (İspanya’da sağlık alanında tıpkı eğitim gibi yerel yönetimlerin ciddi bir ağırlığı var, bu nedenle başkanın rolü gayet önemli.) Nitekim El Pais gazetesinde geçtiğimiz hafta yayınlanan bir haber, emekçi mahallelerinin salgından etkilenmesinin -Ayoso’nun sözlerinin aksine- bir ‘neden’ değil, ‘sonuç’ olduğunu gözler önüne seriyor.

Son iki haftalık verilere göre, Madrid’de Covid-19 vaka ortalaması, 100 bin kişide 700 olarak gösteriliyor. Emekçi mahallelerinde bu sayıların inanılmaz bir hızla arttığı görülüyor. Örneğin 100 bin kişi arasında Puente de Vallecas ‘da 1.240.76, Villaverde’de 1.157.47 ve Usera’da 1.155.71 kişide Covid-19’a rastlanıyor. Bu mahalleler aynı zamanda sol partilerin oy oranlarının yüksek olduğu yerleşimler.

Öte yandan sağ-muhafazakar-liberal partilerin güçlü olduğu zengin mahallelerdeki vaka sayılarından bahsedecek olursak, inanılmaz bir fark göze çarpıyor. Örneğin Chamberi’deki Eloy Gonzalo Sağlık Merkezi’nin son iki haftalık verilerinde 100 bin kişiden yaklaşık 200’ünün pozitif olduğu görülüyor. Bu rakamlar az olmamakla birlikte Vallecas’ın neredeyse 5-6 kat altında.

Bununla birlikte kentte sadece emekçi mahallelerine has sokağa çıkma yasaklarının uygulanması da işin daha çıplak bir tarafı. Öyle ki Madrid yönetiminin aldığı karar doğrultusunda güney mahallelerinde yaşayanlar yalnızca çalıştıkları yerlere gidebilmek üzere yerleşimlerini terk edebilecek. Bunun haricinde -parkları dahi kapatıldı- yaşam alanlarından çıkmaları yasaklanmış durumda. Altı milyonluk Madrid’in yaklaşık bir milyonu bu durumdan etkileniyor. Durumu protesto edenler uygulamanın zengin mahalleleri yalıtmak için yürürlüğe sokulduğu görüşünde…

Lima

Latin Amerika’da Peru, Brezilya’dan sonra en fazla vaka sayısına sahip ülke olarak dikkat çekiyor. Ancak ülke nüfusuna oranla toplam vaka sayıları karşılaştırıldığında Peru’daki tablo çok daha şiddetli. Hele bir de Peru’nun Latin Amerika’daki en yoksul ülkelerden biri olduğunu hesaba katacak olursak, iş daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Öyle ki başkent Lima’da toplam 10 milyon kişinin 1.2 milyonu suya erişemezken, ülkede temiz suya ulaşabilenlerin oranı sadece yüzde 60.

Peru, sınıflar arasındaki uçurumun duvarlarla görülebildiği kentlerden biri. Öyle ki ‘Utanç Duvarı’ ismi verilen bir duvar, Lima’nın yoksul mahallelerinin merkeze doğru akışını engellemek için 1980’lerde inşa edilmiş. Bugün hâlâ San Juan de Miraflores, Villa Maria del Triunfo gibi yoksul mahallelerle, La Molina, Santiago de Surco gibi zengin mahalleleri korkutucu bir şekilde birbirinden ayırıyor. Bu duvar, Covid-19 sürecinde insanlar kadar virüsleri de belli bir ölçüde birbirinden ayırmışa benziyor.

Öncelikle ülkedeki sağlık sisteminin salgın öncesinde de oldukça kötü bir durumda olduğunu söyleyerek söze başlayalım. Öyle ki Peru yönetimi geçtiğimiz baharda, henüz vaka sayıları 100’e bile varmadan önce sıkı karantina uygulamaları yürürlüğe koydu. İlk günlerde uygulamalar işe yarasa da yoksulların çalışmak zorunda olmasıyla birlikte salgının haritası da mahalleden mahalleye farklı bir biçimde şekillendi. Hükümetin sağlık alanındaki eksiklikleri pandemi ve yoksullukla birleşince, özel hastanelerde günlük üç bin dolarlık Covid-19 tedavisi uygulanan bir ülkeyle karşılaşıldı. Yoksul mahallelerdeyse evinde hayatını kaybetmiş Covid-19 hastalarını bulup, çuvallayıp gömen ekipler kol geziyor.

Özel sağlık kuruluşlarının imkanlarını kullanmak gibi bir konu söz konusu değil. Ülke yoksulluğu, sınıflar arası eşitsizliği ve neoliberal vahşeti dibine kadar yaşarken hükümetin bulduğu çözüm oldukça kısa vadeli: ABD, İspanya ve IMF’den ‘yardım’ ve borç almak. Elbette kapitalist pazarda kimse kimseye karşılıksız yardım etmiyor, bu ‘yardımların’ ve borçların ne kadarının yoksullar için harcanacağı soru işaretleri doğururken, yardımlar öyle ya da böyle ilerleyen yıllarda faturayı ödeyecek olan işçi sınıfı ve yoksulların belini daha da bükecek.

Lima’nın yoksul emekçi mahallelerinden Carabayllo’da da durum farklı değil; sağlık kuruluşları, virüsün yayılmasındaki en büyük nedeni olarak evde kalamayıp işe gitmek zorunda olan emekçiler gösteriliyor. Bunun haricinde kapitalizmin yarattığı vahşetin vahameti, sistem içinde çözüm arayan kimi kuruluşların bile ilgisini topluyor. World Neighbors kuruluşunun Latin Amerika ve Karayip bölge sorumlusu Lionel Vigil, yaptıkları araştırmalarda sosyal uçuruma dikkat çekiyor: “Peru’daki sağlık sistemi çökmüş durumda, tüm kamu sağlık sistemi. İhtiyaç duyulan az sayıdaki yataklar, başa çıkılmaz ücretler isteyen şirketlerin elindeki özel kliniklerde boş duruyor. Hükümetinse kliniklerle müzakere etme şansı yok. Karantina tümüyle çökmüş durumda. Tabii ki başta insanlar -herkes, yoksullar, zenginler, orta sınıflar- çok tedbirliydi ve kademe kademe kurallar takip edildi. Fakat Peru’daki ekonominin yüzde 75’i kural dışı işliyor. Ve bu insanlar bir gün çalışmazlarsa o gün yemek yiyemezler…”

Cape Town

Virüsün Afrika kıtasındaki yayılımının diğer bölgelere göre yavaş oluşu, başta kimilerine şaşırtıcı gelmişti. Bölgede test olanağı ve kamu sağlık ağının yetersizliği göz önüne alınınca kıta kıyaslamasında Afrika’nın daha farklı değerlendirilmesi gerekiyor. Buna rağmen, Güney Afrika, toplam 700 bine yakın vaka sayısıyla dünyada en fazla Covid-19 vakasına rastlanan sekizinci ülke. Güney Afrika sadece Covid-19 gündemiyle dünyada öne çıkmıyor; ülke, aynı zamanda toplumsal ve ekonomik anlamda eşitsizliğin en ileri seviyelerde olduğu yerlerden. -hatta zenginlik ve gelir dağılımı bakımından kimi verilere göre dünyanın ‘en adaletsiz’ yeri.-

Mesela Güney Afrika’nın yüzde 20’lik kesimi, ülkedeki gelirlerin yüzde 70’ine sahip. Dünya ortalamasında aynı nüfus oranının yüzde 47’ye tekabül ettiği görülüyor. Biraz daha rakamlardan devam etmek gerekirse, orta sınıfların gelirden aldığı payların haricinde geriye kalan yüzde yirmilik yoksul kesim, ülkedeki gelirin sadece yüzde 5’ine sahip olabiliyor. İşin daha acı tarafıysa ülkede azınlık beyazlar ve siyahlar arasında ciddi ekonomik farklar olması. İşsizlik verilerinden yola çıkacak olursak 2017 verilerine göre siyahlar arasındaki işsizlik oranı 31.0 iken beyazlar için aynı oran yalnızca 6.7. Şunu da belirtmek gerekir ki siyahlar arasındaki işsizlik durmaksızın yıllar boyunca artarken, beyaz işsizliğinde dalgalanmalara rağmen önceki yıllara göre düşüş var.

Covid-19 gündeminde de Güney Afrika, tam da bu yüzden salgını şiddetli yaşayan ülkelerden. Pandemi boyunca en can alıcı nokta olan Cape Town’u ele alalım. Ardından önümüze üç tane harita koyalım: Şehrin etnik dağılımını gösteren harita, gelir dağılımını gösteren harita ve Covid-19 vakalarını gösteren harita… Bu üç haritayı üst üste koyduğumuzda kusursuzca birbirlerini tamamladıklarını göreceğiz.

Özellikle sosyoloji çalışmalarında sıkça kullanılan bir görsel vardır: Bir gecekondu mahallesini jilet gibi kesen duvar ya da yol ve hemen ardındaki zengin yerleşimlerin kuş bakışı çekilmiş fotoğrafı. Aslında dünyanın pek çok kenti böylesi manzaralara sahip. Ama Güney Afrika’da işin içine etnisitenin de ağır bir şekilde girmesiyle ‘duvar’ iyice belirginleşiyor. Covid-19 gündeminde, Cape Town’da salgının merkezlerinden biri haline gelen Khayelitsha tam olarak böyle bir yer.

Büyük çoğunluğu gecekondulardan oluşan bu kesimde salgın bir başka şeyi de beraberinde getirdi: Gecekondu yıkımı! Derme çatma teneke kulübelerden oluşan bu gecekondularda yaşayan biri şöyle diyor: “Biz burada her gün ölüyoruz, sadece Covid-19’da değil, kulübe yangınlarından. Gecekondum yandıktan sonra bu açık araziye gelmek zorunda kaldık. Bu toprakları işgal etmekten başka bir şansımız yok, çünkü kalacak bir yerimiz yok.”

Doktora gidip test olmak ve yerli yerinde bir tedavi sahibi olmak Khayelitsha için bir hayal. Ülke genelinde sağlık hizmetine erişimi değerlendirecek olursak, orta ve üst sınıfların büyük bir kısmı özel sağlık sigortaları ile paçasını kurtarabiliyor. Asıl ayrım, tıpkı demografik ve ekonomik verilerde olduğu gibi özel sağlık kuruluşlarıyla kamu sağlık kuruluşları arasında. Özel sağlık kuruluşlarının sağladığı hizmetlere, ülke nüfusunun sadece yüzde 20’sinden azı sahip olabiliyor. Geri kalan yüzde 80’lik kalabalık ise tıbbi malzeme, personel ve organizasyon eksikliği ile eli ayağına dolanmış devlet hastanelerinde kuyruklar oluşturuyor. Etnik açıdan baktığımızda da yine korkunç bir tablo var: 2018 verilerine göre tıbbi yardım programlarının yalnız yüzde 10’u siyahlara aitken yüzde 73’lük kısım beyazların.

Şimdi böylesi bir uçurumun olduğu bir yerde, yoksul kitlelerin çareyi geleneksel yöntemlerde bulmasına şaşırabilir misiniz? Khayelitsha’da çoğu kişi, doktora gidecek bütçeye sahip olmadığı için Covid-19’a, grip belirtilerine karşı kullanılan şifalı otları kullanılıyor. Salgının şiddetlenmesinden sonra impepho ve umhlonyane gibi otları satanlara da, kullananlara da gecekondu sokaklarında sıkça rastlanıyor.

İşin bir de eğitim tarafı var tabii. Okulların kapalı olması Güney Afrika için daha fazla şey ifade ediyor. Zira ülkede açlığa karşı mücadele kapsamında okullar yoksul ve sağlıklı gıdaya erişimi kısıtlı olan 9 milyon çocuğa yiyecek sağlıyor. Okullara gidemeyecek olmak ve internete sahip olmadıkları için online eğitimden de mahrum kalmak bir tarafa, işin bir de açlık-tokluk meselesi var.

Dünyanın hangi köşesine gidersek gidelim karşımıza çıkan farklı olmayacaktır. Elbette eşitsizliğin yüksek olduğu ülkelerde bahsettiğimiz çizgi daha keskin olacak. Ancak bu, Covid-19’dan en çok emekçi mahallelerinin etkilendiği gerçeğini değiştirmiyor. Yoksullarla zenginleri ayıran ve kimi yerde keskin, kimi yerde bulanıklaşan bu çizgi, virüsü de çemberine alıyor. Neoliberal talanın mirası sadece bugün karşılaşılan ‘kırmızı mahalleler’ değil, aynı zamanda gelecekte. Bugün ülkelerin uyguladığı politikalar, gelecekte işçi sınıfı ve yoksulları çok daha büyük bir yük bekliyor. Yani sermaye kaşıkla verdiğini kepçeyle alacak. Kırmızı mahallelerin alın yazısıysa iki canavara karşı savaşmak: Virüs ve neoliberalizm… 

Gazete Duvar / 26.09.20