Seçimlerden önce, henüz Muğla Cezaevi’nde tutukluyken 16 Şubat 2014 tarihli Yurt Gazetesi’ndeki Pazar yazıma aşağıdaki soruları sorarak başlamıştım. Şimdi seçimlerin üzerinden yaklaşık 2 hafta geçti ve bu soruları anımsatmakta yarar görüyorum. Sorular şöyleydi:
“Önümüzdeki yerel seçimlerde neden CHP’ye oy vermemiz gerektiğini bilen var mı? CHP’nin bu seçimlerde kimliğini belirginleştirecek, sokaktaki insanın gözünde farkını ortaya koyacak ilkesel bir yaklaşımını duydunuz mu?
“CHP, toplumda heyecan dalgası yaratacak bir siyasal eylem planı ve hedef koydu da bizim mi haberimiz olmadı?
“CHP, toplumcu, halkçı, cumhuriyetçi, aydınlanmacı ve bütün bu ilke ve yaklaşımları içinde taşıyan sol bir siyasal çizgiyi partinin ekseni haline getirdi de biz mi göremedik?
“Sahi CHP diğer partilerden farklı olarak nasıl bir yerel yönetim modeline sahip? Eğer böyle bir model varsa, hangi hizmetleriyle aydınlanmacı, toplumcu ya da halkçı olacak?”
CHP bu soruların hiçbirine açık ve ikna edici bir yanıt vermedi. Çünkü CHP esas olarak yolsuzlukların açığa çıkarılması üzerinden bir kampanya yürütüyor ve bunun yeterli olacağını sanıyordu. Bu nedenle illegal Cemaat yapılanmasının yayınlayacağı ses ve görüntü kayıtları ile yargı-polis çetesinin yapacağı operasyonlara bel bağlanan bir kampanya oldu. Dolayısıyla seçimler AKP ve CHP arasında gerçekleşen bir yarış şeklinde değil, adeta AKP ile Cemaat arasında geçen İslamcılar arası bir mücadele şeklinde gerçekleşti.
Sol ve cumhuriyetçi seçmeni sıkıştıran en etkili, baskı altına alıcı ve kuşatıcı tez ise, “Oyları bölmeyin, AKP’den kurtulmak için tek ve en büyük seçenek biziz” şeklinde ortaya konulan yaklaşımdı. Çünkü toplumculuk, laiklik, cumhuriyetçilik ve halkçılık gibi CHP’nin varlık gerekçesini oluşturan ilkeler fiilen geriye çekilmişti.
Partinin “sol” kimliği –CHP’nin ne kadar solda olduğu tartışmasını bir yana bırakıyorum- örtülerek, sağ ve muhafazakâr seçmene açılmak isteniyordu. Peki bu bir seçim taktiği miydi? Sanmıyorum! Bana daha köklü bir tutum olarak görünüyor?
Yukarıda sorduğum sorular üzerinden bir tartışma yapmanın tam zamanı diye düşünüyorum. (Yurt Gazetesi olarak zaten başta CHP’liler olmak üzere, aydınlar, akademisyenler, politikacılar ve bütün topluma açık bir tartışmayı kısa süre içinde başlatacağız.)
Geçen pazar ve bugün yayımlanan yazım söz konusu tartışmaya bir giriş diye de okunabilir. Kuşkusuz, kişisel görüşlerimi açıkladığım bir giriş…
Geçen hafta yaptığım gibi yine bir analiz ve okuma kolaylığı sağlamak için görüşlerimi maddeler halinde ifade etmek istiyorum. Önce bazı konuların altını bir kez daha çizelim.
1- CHP, daha önce merkez sağ ya da muhafazakâr partilere oy veren yurttaşların desteğini almaya çalışmayı, partinin eksenini sağa kaydırma şeklinde anladı. Elbette partinin ne ölçüde solda olduğu tartışılabilir, ama CHP’de sıradan üyelerden örgüt yöneticilerine, milletvekillerinden partili uzmanlara kadar aydınlanmayı, laikliği, halkçılığı, özgürlükçülüğü, kamuculuğu, anti-emperyalizmi ve yurtseverliği sıkı sıkıya sahiplenen yurttaşların sayısı hiç az değildir. Hatta partinin il ve ilçe yöneticilerinin büyük çoğunluğu sosyalist kökenli kişilerden oluşur. Yani kendisini “sosyalist “olarak tanımlayan CHP’lilerin sayısı sanılandan fazladır. Ancak bu örgütsel yapıya karşın CHP’ye bugün gönül rahatlığıyla “sol” bir parti demek çok zor.
2- CHP’ye bu haliyle sosyal demokrasinin sınırlarında duran bir sistem partisi demek daha doğru olacak. CHP yönetimi, partinin eksenini sağ çekerek iktidar olunabileceği konusunda ikna edilmiş görünüyor. Ancak bu sağa kayış o kadar tutarsız ve faydacı bir anlayışla yapılıyor ki, operasyon Fethullah Gülen Cemaati ile işbirliği yapmak ve ABD’ye güven vermek gibi iki ayağı olan oportünist bir girişim olarak kalıyor.
3- Kuşkusuz merkez sağ ya da muhafazakâr seçmeni kazanmak için çalışmanın yanlış hiçbir yanı yok. Tam tersine, bunu yapmadan partiyi büyütmek, etki alanını genişletmek ve iktidara taşımak mümkün değil. Ancak merkez sağ seçmenin kazanılmasının yolu, sağcılaşmaktan ve ilkeleri bir yana bırakarak oportünist bir politika izlemekten değil, toplumu sürükleyecek, heyecan yaratacak hedefler koymaktan ve siyasetler geliştirmekten geçer. Diğer bir anlatımla muhafazakâr ve merkez sağ seçmen, onlara güven verilerek kazanılır. CHP ise tam tersini yaptı.
4- Solun 1970’li yıllardaki büyük yükselişi, sağcılaşarak değil, devrimcileşerek gerçekleşti. Bu durum CHP için de geçerliydi. CHP’nin 1977 seçim bildirileri, afişleri arşivlerde duruyor. Herkes CHP’nin 1977 genel (milletvekili) seçimlerinde aldığı yüzde 42 oyu hatırlıyor, oysa aynı yılın Aralık ayında yapılan yerel seçimlerde CHP’nin oyları yaklaşık yüzde 50’ye ulaştı. Sosyalist solun oyları ve seçimleri boykot eden devrimci gruplar da düşünüldüğünde, solun toplam oy oranının yüzde 55’e ulaştığını söylemek abartılı olmayacaktır. Yani bu ülkede solun oylarının yüzde 30 ila 40 arasında, sağın toplam oy oranının ise yüzde 60 ila 70 bandında olduğu efsanesi doğru değil.
5-CHP sağa kayarak, Cemaatle örtülü bir işbirliğine yönelerek, gerçekte ABD desteğiyle kurulan yeni rejime, dolayısıyla cumhuriyetin tasfiyesine de “evet” demiş oldu. Yöneticilerin tek tek özel niyet ve düşünceleri ne olursa olsun, nesnel durum budur. CHP hızla yeni dinci rejimin, İkinci Cumhuriyet’in solu ve muhalefet partisi olmaya doğru gidiyor.
6- CHP kendi sağına alabildiğine açılırken, soluna ise kapılarını sıkı sıkıya kapatıyor. Kuşkusuz on binlerce CHP’linin, bazı milletvekillerinin sosyalist solla ilişkileri var. Ancak bu ilişkiler örgütsel değil, bireysel. Örgütsel bir bağlayıcılığı yok. Oysa sosyalist sol, seçim sandığıyla ölçülemeyecek bir toplumsal güce sahip. Toplumun en eğitimli, en ileri ve en örgütlü kesimlerini oluşturuyor.
7- CHP yönetimi artık hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edemez. Geçen hafta da yazdığım gibi, ortada bir AKP zaferi yok, ama bir CHP başarısızlığı var. CHP, bir durum değerlendirmesi yapmadan, partiye yön veren kadro izlenen politikaların hesabını vermeden ve esaslı bir yön ve program tartışması yapmadan parti merkezi, örgütü eskisi gibi yönetemez.
8- İstanbul gibi metropolde, bir sanayi kentinde, bir emekçi havzasında, kültürel başkentte CHP’nin, apolitik bir kampanya yürüten Mustafa Sarıgül’ün peşine neden takıldığının hesabı verilmeden bu partinin bir daha toplumun önüne çıkması mümkün değil.
9- CHP, daha önceki seçimlerde olduğu gibi son seçimde de parti içi sol dahil, bütün sola “eliniz mahkûm, beni destekleyeceksiniz” dedi. Büyük sendikaları, meslek örgütlerini, toplum kesimlerini, dernekleri, partileri yok saydı.
10- CHP’nin yeni bir seçimde aynı talep ve benzer gerekçelerle seçmenin önüne çıkması zor. Kuşkusuz her koşulda CHP’ye destek verecek sol seçmenler olacaktır. Ancak bilinmelidir ki, bu artık eskisi kadar kolay olmayacak. CHP sağlıklı bir iç hesaplaşmadan geçmek zorunda. Örneğin bu partinin türbanlı rektör konusunda söyleyecek bir sözü yoksa başka hiçbir konuda edeceği sözün de bir kıymeti olmayacak.
CHP’nin sağa kayışı, solunda büyük bir boşluk bırakmış durumda. Bu boşluk kaçınılmaz olarak dolacak. (Bu konuya devam edeceğiz.)