ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo filmin sonunda şarjör boşaltıyor. Patronu Donald Trump’ın sosyal medya oyuncakları elinden alınmışken baş diplomat Küba’yı 5 yıl sonra yeniden terörü destekleyen ülkeler listesine alıyor; Yemen’de Amerikan-Suud beslemesi El Kaide’ye karşı savaşan Husileri terörist ilan ediyor; Tahran’ı hedefe koyup “El Kaide yeni bir üsse sahip: İran İslam Cumhuriyeti” diyor.
Pompeo’ya göre ‘İran 2015’ten itibaren El Kaide liderlerine barınma, kimlik, pasaport verip lojistik destek sağladı. Bu sayede El Kaide liderlik yapılanmasını Tahran’a taşıdı. Eymen El Zevahiri'nin yardımcıları da orada.'
El Kaide, IŞİD ve türevlerinin Şia-İran düşmanlığını bildiği için de “Onlar birbirlerinden nefret eden ortaklar! Terörde Sünni-Şii işbirliği tehlikesini küçümsemeyelim” diye akıl veriyor. İyilikler prensi bir de çağrı yapıyor: “Bütün özgür ülkeler için İran-El Kaide eksenini ezme zamanı.”
İnsanı içerden kemirip bitirecek bilgileri 5 yıl saklayıp da görevi bırakmasına birkaç gün kala patlatıyor! Bu kadarı Amerikalılara bile fazla. New York Times’e konuşan yetkililere göre Pompeo delilsiz atıyor; El Kaide’nin İran’da aktif karargâhları olduğuna dair yeni bir istihbarat yok.
Pompeo iddialarını öldürülen Usame bin Ladin’den ele geçirilen belgelere dayandırıyor. Uzmanlar aksi fikirde. Bu belgeler üzerinde çalışan Nelly Lahoud, El Kaide’nin İran’da varlığının şaşırtıcı olmadığını ancak örgütün İran’ı düşman olarak gördüğünü, elemanlarının bu ülkede kötü muameleye maruz kaldığını, hatta gözaltında ölenler olduğunu söylüyor.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Pompeo’nun 2019'da Texas’ta söylediği "Ben CIA direktörüydüm. Yalan söyledik, aldattık ve çaldık" sözlerine gönderme yaparak yanıt verdi:
"Bay yalan söyledik, aldattık ve çaldık, feci kariyerini daha fazla savaş kışkırtıcı yalanlarla acınası bir şekilde bitiriyor. Kimse kanmaz. 11 Eylül'deki teröristler Pompeo'nun Orta Doğu'daki favori duraklarından geldi. Hiçbiri İran'dan değil."
***
El Kaide, CIA’in Afganistan’daki imalathanelerinden çıktı. Sonra silah sahibine döndü. 11 Eylül saldırılarını düzenleyen 19 korsandan 15’i Suudi Arabistan, 2’si BAE vatandaşıydı. Bu iki ülke kurban yakınlarının tazminat davası açmalarına imkân tanıyan Terörizm Destekçilerine Karşı Adalet Yasası’na (JASTA) taş koymak için Washington’a az para dökmediler. Bağlantılar örtbas edildi.
Kimse El Kaide’nin Pakistan ve Afganistan’la geniş bir sınırı paylaşan İran’a girip çıkmadığını iddia edemez. Amerikan işgalini müteakip dağılan bazı El Kaide kadrolarının İran’a kaçtığını, kimisinin İran’da ev hapsinde tutulduğunu, ülkelerine iade edilmediğini ya da uslu durmaları şartıyla göz yumulduğunu, bazılarının Irak’a geçip ABD’nin koruması altındaki Kürdistan’da yeniden örgütlendiğini, 2003 Irak işgalinin getirdiği kaostan yararlanıp Anbar-Musul-Bağdat üçgeninde kök saldığını, Amerikan esir kamplarının cihatçı kuluçkasına dönüştüğünü, cihatçı yapılanmanın önce Irak İslam Devleti, Suriye’nin karışması sonrası Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak sahne aldığını, bu ekibin Suriye’de Nusra Cephesi’ni kurduğunu, sonra ayrıştıklarını, halihazırda Nusra’nın Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) adıyla İdlib’e hükmettiğini, Amerikalılar Suriye’de devrim projesi için düğmeye bastığında eski El Kaide liderlerinin Ahrar el Şam gibi birden fazla örgütü kurduğunu, bunların hepsinin Batı-Körfez blokunun desteğiyle palazlandığını, 1979’dan sonra Afganistan-Pakistan hattında kurdukları ‘küresel cihat otobanı’nın aynı mantıkla bu kez Türkiye-Suriye sınırlarında tesis edildiğini, İran’ın hem Irak hem Suriye’de bunlara karşı savaşa dahil olduğunu, bu yüzden ABD açısından kolları kesilmesi gereken bir güce dönüştüğünü, İran’ın kendi içinde de Sünni cihadi gruplarla başının belada olduğunu, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Yemen’de Amerikan silahlarıyla Husilere karşı El Kaide ile birlikte savaştığını hatırlatmazsak fotoğraf eksik kalır. Öyle değil mi? Değilse bir de Joe Biden döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Orta Doğu’ndan sorumlu olacak Brett McGurk’tan dinleyelim: “İdlib 11 Eylül’den bu yana El Kaide’nin en büyük güvenli sığınağı olmuştur.” Kim sayesinde olduğunu da Biden uzun uzadıya anlatmıştı.
***
Ne var ki bölgedeki Amerikan düzenini tahkim etmek ve Arap-İsrail normalleşmesini ilerletebilmek için İran’a karşı maksimum baskı siyasetine her türlü düşmanlığı sığdırmakta kararlılar. Yaptırımlar yetmedi, suikastlar devreye sokuldu. İsrail ABD’nin sağladığı istihbarat ve güvenceyle Irak-Suriye sahnesinde saldırılarını artırıyor. Açıkça savaş ilan etmedikleri kaldı. 20 Ocak’a kadar bunun da olamayacağının garantisi yok. Amerikalılar da kaygılı. Ki Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Kongre baskını sonrası ‘dengesiz’ dediği Trump'ın bir nükleer saldırı başlatması ihtimaline karşı Genelkurmay Başkanı Mark Milley ile önlemleri görüştü.
Ama şahinler hayli azman. Son kozları İran-El Kaide bağlantısına dair iddialar. Bu tür bir fotoğraf vermek için El Kaide’nin iki nolu ismi Ebu Muhammed el Masri’nin 7 Ağustos’ta İsrail ajanları tarafından Tahran’da öldürüldüğü bilgisi servis edilmişti. Sonradan Afganistanlı yetkililer, El Masri'nin Gazni’de özel bir operasyonda öldürüldüğünü açıkladı. Fakat kim dinler Afganları?
Kendileriyle de çelişiyorlar. Daha geçen martta Pompeo, Taliban’la barışı ve Afganistan’dan çekilme kararını eleştirenlere yanıt verirken “El Kaide epeyce çaptan düşmüş durumda” diyordu. Pompeo’nun Terörle Mücadele Koordinatörü Büyükelçi Nathan Sales de kasımda “El Kaide çaresiz durumda, şüphe yok. ABD'ye karşı karmaşık, geniş çaplı bir saldırı yönetmekten aciz" tespitini yapıyordu. Birden bire El Kaide İran’la eksen oldu, birinci tehdide dönüşüverdi.
Evet, El Kaide Afganistan işgaliyle dağıtıldı ama farklı coğrafyalara ve örgütlere. Amerikalıların açtığı savaşlar ve kirli müdahaleler sayesinde kendilerini yeniden ürettiler. Dönüştüler. Artık bir sürü paralel El Kaide var.
ABD Hazine Bakanlığı Başmüfettişi 4 Ocak 2021’de El Kaide’nin Pakistan-Afganistan sınırını güvenli sığınak olarak kullandığını, Taliban’la fikri-mali ilişkilerini sürdürdüğünü ve 2020’de Afganistan’da güç kazandığını rapor etti.
El Kaide çizgisindeki örgütler, ABD ve müttefikleri sayesinde altın çağını Suriye’de yaşıyor. Dünya alem ABD Dışişleri’nin gizli yazışmalarda Hillary Clinton’ın danışmanı Jake Sullivan'ın “El Kaide Suriye’de bizim tarafımızda” notunu geçtiğini de gördü. Yıllardır ağır bedel ödettirdikleri WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange sayesinde.
Şimdi birden bire Pompeo bütün “özgür ülkeleri” 11 Eylül’den ertesi gün yakalanan havaya dönmeye çağırıyor. Aslında Tahran’dan ziyade AB’den gördüğü son muamele daha esaslı bir yanıt niteliği taşıyor. Pompeo, Brüksel’e gelip NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile görüşecekti. Gelmişken Belçika Dışişleri Bakanı Sophie Wilmes ve Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn ile de buluşacaktı. Ziyaret iptal edildi. Avrupa basınına göre nedeni Asselborn’un “Yargı karşısına çıkarılması gereken siyasi bir kundakçı” dediği Trump’ın ekibinden birilerine tahammülün kalmaması. Müttefikler nezdinde bu duruma düşen bir Amerikan Dışişleri Bakanı yoktur sanırım. Belki kalan vaktinde Kudüs, Riyad ve Abu Dabi ekseninde bir tur daha atar.
***
Velhasıl bu ekibin kalan birkaç günde ne yapacağı belli değil. İçerde kaos, dışarda savaş! Belki, kim bilir? Bahisler ikisine de açık. Haliyle Genelkurmay Başkanı Milley, 5 kuvvet komutanıyla ortak imzayla tüm orduya seslenen mektup yazıyor: “Anayasayı destekliyor ve savunuyoruz… Anayasal süreci bozma eylemi sadece geleneklerimiz, değerlerimiz ve yeminimize değil yasaya da aykırıdır… 20 Ocak 2021’de seçilmiş Başkan Biden göreve gelecek ve bizim 46’ncı Başkomutanımız olacak... Hazır olun, gözlerinizi ufukta tutun."
Bu da bir ilk sanırım.
İçeride ne olacağını kestirmek hala zor ama Amerikan medyasında birçok gözlemcinin vurguladığı şey şu: İran’a saldırı için bahane arıyorlar; yarattıkları gerilimlerle Tahran’la müzakerelere dönmek dahil olası rota değişikliklerini sabote etmeye çalışıyorlar.
Amerikan ekseninde olmayan ülkelere yönelik kötülükleriyle, halkları açlığa mahkum eden yaptırımlarıyla, tehditleriyle tarihe geçiyorlar. İsrail’in birkaç Arap ülkesi tarafından tanınmasını sağlamış olmanın ötesinde diplomaside övünebilecekleri bir şey yok. Ki bunu da Orta Doğu’da barış perspektifini yok ederek yaptıkları için başarı sayılamaz.
Sonuçta azami baskı İran’ı dize getiremedi. Kuzey Kore nükleer silahlarına veda etmedi. Latin Amerika’daki kirli müdahaleler ters tepti. Buna karşın ortaklarla uyum bozuldu; NATO kırılganlaştı. Afganistan, Irak, Suriye dosyaları bir yere bağlanamadı. Ötekilere yaşattıkları yıkımların dışında geride bir eser yok.
Eteklerindeki bütün kötülükleri kapımıza bırakmadan da çekip gitmeyecekler sanki.
Gazete Duvar / 14.01.21