ABD, Çin’i önleme stratejisini birincil öncelik haline getirdikçe Pekin de küresel stratejisinin eksik duran askeri-politik taraflarına bakıyor. Amerikan baskılarını jeopolitik hamlelerle karşılıksız bırakmayacağını gösteriyor. Bunun son örneğini Çin-İran ilişkilerinde görüyoruz. Çin lideri Xi Jinping'in 2016’daki İran ziyareti sırasında üzerinde durulan 25 yıllık kapsamlı ortaklık anlaşması nihayet 27 Mart’ta Tahran’da iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalandı. Çin çok sayıda ülkeyle benzer anlaşmalar yapmış olsa da hiçbiri bunun kadar gürültüye mazhar olmadı. Hatta bazı Amerikalı yorumcular ‘şer ekseni’ benzetmesi yapmaya başladı.
Bu anlaşmanın geçmişi eskilere dayansa da imzalar, Biden yönetiminin Çin’e karşı safları sıklaştırma hamlelerinin ardından atıldı. Haliyle azami baskı stratejisinin bu anlaşmayı pişirdiği söylenebilir.
Çin’e karşı beklenenden çok sert çıkan Biden yönetimi 12 Mart’ta ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan arasında çevrimiçi Quad Zirvesi’ni düzenlenmişti. Ardından ABD Savunma ve Dışişleri bakanları Hindistan, Japonya ve Güney Kore'yi turladı. 18 Mart’ta Alaska’da Çin’le ilk buluşmada Biden’ın ekibi, azar modunda Tayvan, Hong Kong ve Sincan (Uygur) dosyasıyla lafa girince alışık olmadıkları bir şeyle karşılaştı. Çinli diplomatlar, ABD’nin insan haklarından bahsedecek durumda olmadığını, uluslararası toplum adına konuşamayacağını ve üst perdeden buyuramayacağı karşılığını verdi. ‘Alttan alan ağırbaşlı’ Çinli görüntüsü sona ermişti. Geçen hafta Amerikalılar Brüksel’deki NATO ve ABD-AB toplantılarında da Transatlantik ilişkilerine Çin-Rus karşıtı gündemle ayar vermeye çalıştı. NATO’da İngilizler Amerikalılarla aynı dili konuşurken AB kanadında ağır toplar daha temkinli.
Çin odaklı tırmandırmaya paralel olarak İran’ı müzakerelerle yola getirme yönünde bir ABD-AB eşgüdümü de şekilleniyor. Biden, selefi Donald Trump’ın tek taraflı çekildiği nükleer anlaşmaya dönmek için İran’a anlaşmanın koşullarını yerine getirmesi şartını koşuyor. İran ise anlaşmada yer alan muafiyet koşullarına göre hareket ettiğini belirtip Amerikalıların yaptırımlarının kaldırılması gerektiğini söylüyor. Bu restleşme ortamında Çin-İran ilişkilerinin stratejik bir belgeye dönmesi önemli.
***
Anlaşmanın muhteviyatına dair rivayet muhtelif. 2016’da anlaşma ile ilgili 19 maddelik ortak bir açıklama yapılmıştı. Bu metin ekonomik, siyasi, askeri ve güvenlik alanlarında ikili ilişkilerin genel çerçevesini çiziyordu. Açıklama ne somut projelere ne de yatırım hedefiyle ilgili rakamlara yer veriyordu. Ancak taslak metne ulaştıklarını öne süren New York Times ve Newsweek gibi yayın organları Çin’in 400 milyar dolarlık yatırım yapacağından bahsediyordu. Ayrıca İran’ın, Çin’e altyapı, ticaret, askeri alan, limanlar ve havalimanları gibi alanlarda imtiyazlar sunacağı belirtiliyordu. Petroleum Economist ise daha somut rakamlar vermişti. Buna göre Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in 2019’da Pekin’e sunduğu taslakta şunlar vardı: Çin, İran’ın petrol, doğalgaz ve petrokimya sektörüne 280 milyar dolar; altyapı, ulaştırma ve imalat sektörüne 120 milyar dolar yatırım yapacak. Buna karşın İran petrolü yüzde 26-32 arasında daha ucuza satacak. Ödemeler iki yıl ertelemeli olarak yuan cinsinden yapılacak. Çin yatırımlarını korumak amacıyla İran’a 5 bin asker konuşlandıracak.
23 Haziran 2020’de Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin taslak anlaşmanın kabinede onaylandığını duyurmasına paralel olarak yeni bilgiler sızdı. 18 sayfalık taslakta enerji, elektrik, su, arıtma ve iletişim projeleri; havaalanı, liman, hızlı tren ve metro inşaatları; Keşm, Maku ve Ervend serbest bölgelerine yatırımları içeren 100 kalemlik bir listeden bahsediliyordu. Körfez’deki Kiş Adası ile bir deniz üssünün Çin’e tahsis edileceği, tatbikat, eğitim, silah geliştirmeyi içeren askeri ortaklık kurulacağı ve istihbarat paylaşımına gidileceği öne sürülüyordu.
Bunlardan ayrı olarak OilPrice.com Hamedan, Bender Abbas, Çabahar ve Abadan’daki havalimanlarında Çin ve Rusya’nın savaş uçakları konuşlandırmasına imkân verecek şekilde çift kullanımlı ilaveler yapılacağını öne sürmüştü.
Hükümet Kiş Adası ve üs tahsisi ile ilgili iddiaları yalanladı. Yetkililer medyada tekrarlanan 400, 500 hatta 600 milyar dolarlık yatırım rakamlarını da telaffuz etmiyor.
***
Bir bilinmezliğe rağmen anlaşmanın olası imtiyazlar kısmı 1979’da benimsenmiş “Ne Doğu ne Batı” şiarından sapma ve egemenliğin kısmen devri yönünde eleştirilere yol açıyor.
Dini lider Ayetullah Ali Hamaney, ABD’nin 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesi üzerine Batı’ya güven olamayacağını belirtip Doğu ile ilişkilere önem verilmesini istemişti.
İranlı kaynaklara bakılırsa Tahran, 1990’larda stratejik ortaklık önermiş ama Pekin istekli davranmamıştı. 2008’den itibaren petrole karşılık Çin malı temelinde bir ortaklık gelişmişti. Petrol gelirleri akreditif ve ödemeler için Çin bankalarında tutuluyordu. 2010’da kapsamlı bir anlaşma üzerinde çalışılmış ama sonuç alınamamıştı. Çin, BM Güvenlik Konseyi’nden geçen yaptırım tasarılarını veto etmemiş, ABD’nin tek taraflı yaptırımlarına da sözde karşı çıkıp pratikçe önemli ölçüde uyum sağlamıştı. Çin ile İran arasında ticaret hacmi son 5 yılda 51 milyar dolardan 16 milyar dolara geriledi. Çinliler enerji sektörüne yatırım projelerinden de çekildi. Bu süreçte Çin, İran için sadece bir seçenekti ama Amerikan kazığından sonra ‘öncelik’ haline geldi.
Nükleer anlaşma sayesinde Batı ile diyalog sürerken içerideki şahinler, Ruhani’yi Çin’in ağırlığını gözardığı etmekle eleştiriyordu. Hamaney geçen yıl duruma müdahale ederek dönemin Meclis Başkanı Ali Laricani’yi Pekin’e gönderip anlaşmanın yeniden gündeme alınmasını sağladı. Batı yerine Çin’le ortaklığa karşı ciddi itirazlar olduğunu da not edelim. Anlaşma taslağını 1828’de Güney Kafkasya’yı Rus İmparatorluğu’na bırakan Türkmençay Anlaşması ile kıyaslayanlar var. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad bunlar arasında. Ahmedinecad döneminde petrol paralarının Çin bankasında bloke edilmesine izin veren anlaşma da Türkmençay ile kıyaslanmıştı. Bir milletvekiline göre Kiş Adası’nın Çin’e verilmesi taslakta vardı ama meclisteki tepkiler üzerine değişikliklere gidildi. Neyin ne kadar değiştiğini bilmiyoruz. Detayların açıklanmamasının nedenleri anlaşılır: Evvela yaptırımcı cepheye koz vermek istemezler. İkincisi Çin’le ilişkileri iyi olup İran’a düşman olan bölge ülkelerini ürkütmekten kaçınırlar. Bunların ötesinde bu tür anlaşmalardaki imtiyazları ve gizli maddeleri hangi devlet açıklıyor ki İran ve Çin açık etsin.
***
Hal böyle olunca anlaşmanın stratejik değerini tartmak da zorlaşıyor. Yine de anlaşma iki ülke ilişkilerinde bir dönüm noktası sayılabilir.
İran’ın ambargo altındaki petrol ve doğalgaz sektörlerine yatırım ihtiyacı yıllar içinde büyüdü. Bir hesaba göre bu ihtiyacın boyutu 200 milyar doları aşıyor. Çin enerji sektörlerine yatırım yaparsa yaptırım döngüsü kırılabilir. Öngörüler gerçekleşirse hem ekonomik hem politik olarak İran biraz nefes alır. Çin açısından da Kuşak ve Yol Projesi’nin İran ayağına el atılmış oluyor. İran 80 milyonluk nüfusuyla Çin malları için önemli bir pazar. Piyasa fiyatlarının altında petrol de temin edecek.
Ortaklığın ne kadar askeri boyut kazanacağı meselenin en belirsiz tarafı. Bu konuda söylenecek her şey spekülasyondan öteye geçemiyor. Her halükarda Çin’in Orta Doğu siyasetinin karakterinde değişim emareleri seziliyor. Kuşkusuz Çin-İran ortaklığı, ABD’nin müttefikleriyle kurduğu ortaklığın bir benzeri değil. Yine de “Çin’in müttefikleri yoktur ticari ortakları vardır” yargısıyla vedalaşabileceğine dair göstergeler bölgede Amerikan hegemonyasının huzurunu bozmaya kâfi.
Amerikalılar iki olmazı birden istiyor: Hem Rusya, Çin ve İran’ı baskılamak için saldırgan bir strateji izliyor hem de bu baskının ABD’ye karşı güç birliğini tetiklememesini bekliyor. 2000’den beri birbirine yakınlaşan Çin ve Rusya enerjideki ortaklığı yeni projelerle büyütürken ilişkilere birkaç yıldır askeri ortaklığı da ekledi. Çin, Rusya’dan 2014’te 24 adet Su-35 savaş uçağı, 2015’te S-400 satın aldıktan sonra 2017’de ortak askeri tatbikatlara başladı. Bu ikiliye 2019’da İran da eklendi. Üç ülke Hint Okyanusu’ndaki ilk ortak askeri tatbikatı yapıp ikincisi için de takvim belirledi.
Bunlarla birlikte Çin-İran anlaşmasından yeni bir eksen çıkarmak çok abartılı bir kurgu olur. Çin 2014’de Cezayir ve Mısır, 2016’da Suudi Arabistan ve 2018’de Birleşik Arap Emirlikleri ile ‘Kapsamlı Stratejik Ortaklık’, 2010’da Türkiye ile ‘Stratejik Ortaklık’, 2017’de İsrail’le ‘Yenilikçi Kapsamlı Ortaklık’, 2014-2018 arasında Sudan, Irak, Fas, Katar, Ürdün, Cibuti, Kuveyt ve Umman’la ‘Stratejik Ortaklık’ anlaşmalarına imza attı. Bu ülkelerin hiçbiri İran’ın konumunda değil ama bu tablo, Pekin’in İran düşmanlarının az olmadığı bir bölgede sessiz sedasız ilerlettiği ilişkileri Tahran için riske atmayacağını anlatıyor. Nitekim Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin temas trafiği yerelde fincancı katırlarını ürkütmeden gitmeye çalıştıklarını gösteriyor. Tahran’a gitmeden önce Türkiye ve Suudi Arabistan’da temaslarda bulundu; ardından Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’ı kapsayan turuna devam etti.
İranlılar da Çin’i önemsiyorlar ama sarsılmaz bir müttefik gözüyle de bakmıyorlar. Bourse & Bazaar’da çıkan bir yoruma göre İranlıların emin olmadığı şey şu: Çin de bir dönem Rusya’nın yaptığı gibi ABD ile kendi sorunlarını çözmek için İran’la geçici bir sayfa açıyor olabilir mi?
Olabilir. Ama Kuşak ve Yol uzun soluklu bir proje ve İran olmadan tamamlanamaz.
Benzer bir faydacılık İran için de geçerli: Nükleer pazarlık masasına doğru giderken Çin’le ortaklığı pekiştirerek elini güçlendiriyor. Bunun da bir ‘ama’sı var: Çin’in 10 yıl sonraki küresel konumunu hesaba katan Amerikan ortakları bile Pekin’i hesaba katmayan bir stratejiyle yürüyemeyeceklerini anlıyor. İran neden kendini fazladan frenlesin?
Velhasıl Washington’la soğuk savaşa sürüklenmekten kaçınan ve şimdiye kadar bayrak sallamadan gemi yürüten Çin artık yavaşça kendi dizginlerini serbest bırakıyor. İran da kendi açısından hem küresel güç rekabetini fırsata çeviriyor hem de büyük bir güçle ortaklığa yatırım yapıyor.
Gazete Duvar / 29.03.21