Afganistan’dan en son ABD askeri de ayrılınca bundan sonra politik ve diplomatik yollarla tahliyelerin sürdürüleceği bildirildi. Batılı devletler ise Taliban’la görüşmelere başladı. Junge Welt’ten seçtiğimiz makalede Batı’nın Afganistan’daki varlığının ve savaşın devam ettiği belirtiliyor.
Afganistan Taliban’ın eline düşerken yaz tatiline çıkan İngiltere Dışişleri Bakanı Dominic Raab, parlamento kurulu karşısında yaptığı konuşmada, Afganistan’da kaç İngiltere vatandaşının geride kaldığını bilmediğini söyledi. İngiltere, Afganistan’daki kendi vatandaşlarına karşı bile sorumluluklarını yerine getirmekten aciz ve hükümet bunun sorumluluğunu almamakta kararlı.
Fransa’da emeklilik reformunun tekrar gündeme gelmesi tehdidine karşı ve ücretlerin arttırılması talebiyle birçok sendika ve gençlik örgütü “Ücretler, iş, çalışma ve eğitim koşulları için” şiarıyla 5 Ekim günü grev ve eylem çağrısı yaptı.
Afganistan’da Batı’nın varlığı devam ediyor
Wiebke DIEHL
Junge Welt
ABD Başkanı Joe Biden’ın, savaşçı bir konuşma yaptığı çeşitli medya organlarında onaylandı. Biden jeostratejik açıdan önemli Afganistan’dan askerlerin çekilmesiyle ilgili konuşmasında şu ifadeye odaklandı: Savaş devam edecek.
Batılıların ve sözde yerel personelin sivil ve dolayısıyla çok daha güvenli bir şekilde tahliyesi oldukça açık bir şekilde mümkün olabilirdi; Hindistan bunu gösterdi. CNN’in bildirdiği gibi, Taliban, ABD ordusunun çalışanı veya destekçisi olarak görev yapan birçok Afgan vatandaşının tahliye edildiği gizli bir anlaşmanın parçası olarak ABD’lilere havaalanına kadar eşlik etti. Batılı sanayi ülkelerinin yöneticileri uzun zamandır Taliban’la görüşüyor. Federal Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Kabil’deki Alman Büyükelçiliğinin yeniden açılacağını duyurdu.
Ama o zamanlar olduğu gibi bugün de Alman politikacılar sadece 200 binden fazla Afgan sivilin hayatını kaybetmekle kalmadığı, yeni ölülerin de geleceğini; savaşın Almanya’nın çıkarlarının Hindukuş’ta savunulması, “Güvenliğimizin korunması” için yapıldığını iddia ediyorlar. NATO şu anda özellikle Sincan eyaleti doğrudan Afganistan ile sınır komşusu olan Çin tarafından tehdit edildiği duygusuna sahip. Dolayısıyla, NATO’nun varlığına rağmen Afganistan’a 15 bine yakın yabancı savaşçının yerleşmesi ve IŞİD-Horasan gibi bir terörist milis gücünün ortaya çıkması şaşırtıcı derecede Batı’nın planına uyuyor. Çünkü sadece onun üyeleri Doğu Türkistan’daki İslami Hareket’le Sincan güçlerinin birleşmesini engelleyebilir. Bu, Taliban 11 Eylül 2001’den önce birkaç kez Usame bin Ladin’i Amerika Birleşik Devletleri’ne iade etmeyi teklif etmiş olsa da 20 yıl önce Afganistan’daki gibi savaşlar için de hoş bir fırsat. Ve Suriye’deki misyon, aslında Devlet Başkanı Esad’ı devirmeyi amaçlasa bile, IŞİD ve küresel teröre karşı mücadele denerek resmen meşrulaştırıldı.
Suriye’de, 1980’lerde Sovyetler Birliği’ne karşı silahlanan Afganistan mücahitleri örneğini takiben, en geç 2011’den itibaren hızla radikalleşen bir muhalefet siyasi, lojistik, mali ve silahlarla eğitildi ve desteklendi. ABD, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin yanı sıra İngiltere ve Fransa’dan temin edilen askeri teçhizat, nihayetinde IŞİD veya Irak’ta ABD işgali altında oluşturulan el Nusra Cephesi gibi terör çetelerinin eline geçti ve böylece Suriye’ye karşı savaş için istenen nedeni sağladı.
Altısı çocuk olmak üzere ABD füzeleri tarafından 10 sivilin öldürülmesi, Afganların “geri çekilme” sonrasında bekleyebileceklerinin sadece acı bir ön tadımıdır. Çünkü gerçekten kimse Afganistan’dan “öyle kolayca” çekilmek istemiyor.
(Çeviren: Semra Çelik)
Dominic Raab: Kavrama yok, plan yok, utanç yok
The Guardian
Başyazı
Bir hükümetin krizdeki performansını değerlendirirken, kontrol ve sorumluluk arasında bir ayrım yapılması gerekir. Hiçbir İngiliz bakan, Amerika’nın Afganistan’dan çekilmesini durduramazdı. Ancak şubat 2020’de ilan edilen bu tek taraflı ABD politikası ile geçen ay tamamlanması arasında acil durum planlaması için yeterince zaman vardı. Dominic Raab, Taliban’ın Kabil’deki ilerleyişini kontrol edemezdi, ancak bu onu kaotik ve eksik bir tahliyenin sorumluluğundan muaf tutmaz.
Çarşamba günü bir parlamento seçim komitesinin önüne çıkan Dışişleri Bakanı, başkentin bu yıl düşmemesiyle Afganistan’daki durumun daha yavaş bozulacağını öngören istihbarat değerlendirmelerinin arkasına saklanmaya çalıştı.
Raab, ayrıca, Whitehall’ın inkarda olduğunu kabul etmenin hassas bir yolu olan, ABD’nin geri çekilmesine giden süreçte “iyimserlik yanlılığını” bir faktör olarak belirtti. Öyle olsa bile, Dışişleri Bakanı güvenlik ortamında dramatik bir bozulmaya yönelik planların var olduğu konusunda ısrar ediyor ve bu da garip bir soruyu gündeme getiriyor: Son haftalardaki olaylar bu planların uygulanmasını ne ölçüde yansıtıyor? Sonuç bu kadar çok insanın terk edilmesi ise bu planlar çok iyi olamazlar: Yüzlerce İngiliz vatandaşı ve onların bakmakla yükümlü oldukları kişiler; müttefik kuvvetleri destekleyen binlerce Afgan; kadın politikacılar ve gazeteciler; insan hakları aktivistleri ve Taliban tarafından hor görülen davalar için çalışan herkes. Dışişleri Bakanı kaç kişi olduklarını söyleyemedi; şimdi hepsi acımasız bir misilleme tehlikesiyle karşı karşıya.
Diğer Avrupa ülkelerinin vatandaşlarını tahliye etmede daha etkili olduğu kendisine söylendiğinde, dışişleri bakanı, Afganistan’daki nispeten daha büyük İngiliz müdahalesi ölçeğine atıfta bulundu. Ancak bu, suçu daha da artırıyor. Daha büyük bir varlık daha büyük bir plan gerektiriyordu.
Taliban Kabil’e yaklaşırken tatilde olmasaydı Dışişleri Bakanı daha sağlam bir zeminde olacaktı. Raab, ihmal suçlamasıyla delegasyona başvuruyor. Önemli diplomatik işleri yönetmek bir ekip işidir. Diğer dışişleri bakanlarına yapılan çağrılar ve bölgedeki Birleşik Krallık büyükelçileriyle irtibat, yetenekli milletvekilleri tarafından gerçekleştirilebilir.
En iyi ihtimalle bu, sistemin normal zamanlarda nasıl çalışması gerektiğinin bir açıklamasıdır; bu, Raab’ın ortaya çıktığı anda acil durumun ölçeğini anlayamadığının üstü kapalı bir kabulüdür. Geriye dönüp bakınca, o tatilden pişmanlık duyduğunu söylüyor. Ama öngörü neredeydi? Dışişleri Bakanlığı, İngiltere vatandaşlarını ağustos ayının ilk haftasından itibaren Afganistan’ı terk etmeye çağırıyordu. Kaçmalarının engellenme tehlikesi göz önüne alındığında, saygın bir dışişleri bakanı masasında kalmayı düşünebilirdi.
Hükümetin Afgan krizini yanlış idare etmesinin tüm suçunu bir bakana yüklemek haksızlık olur. Tahliye edilenlerle ilgili işlerin çokluğuna dair sorun, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı arasında koordinasyon eksikliğidir. Whitehall çevresinde karşılıklı suçlamalar, Afganistan üzerindeki bakanlıklar arası iletişimin işlevsiz olduğunu doğruluyor ve bu da Downing Street’e (Başbakanlık) kötü yansıyor. Raab, büyük bir uluslararası krizi yeterince kavrayamıyorsa, onun yerine başkasını getirmek veya sorumluluğu kendi üzerine almak (Başbakan) Boris Johnson’ın görevidir. Ne yazık ki, zor seçimler yapmak ya da sonuçlarına katlanmak konusunda başbakanın pek iştahı yok. Şimdilik, aksi halde 10 numaraya (Başbakanlık konutu) yöneltilebilecek eleştirilere kalkan olacak zayıf bir dışişleri bakanına sahip olmak ona uygun.
Ancak Afganistan’da bir krizde kontrolü ele alabilecek ve eylemlerinin sorumluluğunu alabilecek kişilerden oluşan bir İngiliz hükümetine acilen ihtiyaç duyan binlerce savunmasız insan var.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
Fransa: Sendikalardan 5 Ekim’de genel grev ve mücadele çağrısı
Frantz DURUPT
Libération
Hükümetin, sağlık krizinin yakında geride kalacağı, ekonominin neredeyse eskisi gibi kalkınacağı ve bununla birlikte reformlar dizisinin de yeniden devreye gireceğine tek başına karar vermesine izin verilemez.
CGT, FO, FSU, Solidaires sendikaları ve gençlik örgütleri FIDL, Unef, MNL ve UNL’i bir araya getiren bir sendikalar toplantısı, 30 Ağustos Pazartesi akşamı “maaşlarımız, işlerimiz ve çalışma ve eğitim koşullarımız için” 5 Ekim Salı günü bir grev ve mücadele günü çağrısında bulundu. Duyuru, CGT sendikasının merkezi binasında gerçekleşen toplantıdaki tartışmalardan sonra yapıldı. Özellikle 2020 kışında emeklilik reformu etrafında aktif olan bu sendikalar arası birliğin o dönemki başka bir üyesi olan “beyaz yakalılar” sendikası CFE-CGC, bu çağrıya bu sefer katılmadı.
CGT’nin Konfederal Sekreteri Catherine Perret tarafından okunan basın açıklamasında, örgütlerin “Hükümet ve işverenlerin, işçilerin ve gençlerin haklarının ve sosyal kazanımların sorgulanmasını hızlandırmak için sağlık koşullarının kullanmasına karşı çıktığı” belirtildi. Hedefler arasında, Danıştayın haziran ayında en tartışmalı maddesini, yani işsizlik ödeneğinin hesaplanmasının yeni yöntemini askıya almasına rağmen hükümetin 1 Ekim’de uygulamayı planladığı işsizlik sigortası reformu yer alıyor. Ama aynı zamanda, hükümetin birkaç aydır sistemin dengesinin yeniden sağlamak için yapılması gerektiğini tekrar ettiği emeklilik yaşının uzatılması tehdidi de öfke nedenleri arasında (…)
Ancak CGT, FO, Unef ve ortakları daha ofansif olmak istiyor. Basın bültenlerinde, “Özellikle maruz kalan ve (sağlık krizi esnasında) “ikinci cephe işçileri” olarak adlandırılan çok sayıda çalışan emekçi, düşük ücretlere mahkum edilmiş ve hiçbir mesleki ilerleme umudu görmüyorlar” diye yazıyorlar.
5 Ekim, genel bir ücret artışı talep etme fırsatı olmalı. Talepler arasında “Kamu hizmetlerinin kesintiye uğramasına son verilmesi”, “Gençlerin eğitimdeki güvencesizliğine son verilmesi” veya “Şirketlere verilen kamu yardımlarının koşullandırılması” de yer alıyor.
Örgütler bilerek uzak bir tarih olan 5 Ekim’i seçtiler. Sendika üyelerine ve işçilere güçlü bir müdahale yapabilmelerine yönelik örgütlemeleri için zaman vermek istiyorlar. Sağlık krizinin başlangıcından bu yana sendikalar sokaklarda önemli bir ivme yaratma konusunda zorlandılar. Bu kez uyarıyorlar: Eğer hükümet yeniden emeklilik reformunu yapmaya girerse, yeni bir kitlesel mücadeleyi ateşleyebilecek “kırmızı çizgiyi” aşacaktır.
(Çeviren: Diyar Çomak)
Evrensel / 05.10.21