Bir süreden beri Suriye’de ABD ve Fransa’nın girişimleri üzerinden Suriye Kürtlerini temsil eden güçler arasında birlik görüşmeleri yapılıyor. Bu girişimler sonucu Barzani çizgisindeki Kürt örgütlerinin çatı örgütü olan ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) ve Fırat’ın doğusundaki özerk yönetimin en güçlü siyasi örgütü olan PYD (Demokratik Birlik Partisi) arasında yapılan görüşmeler sonucunda mayıs başlarında ‘Kürtlerin Birliği için Ulusal İnisiyatif’ grubu oluşturulmuştu. Barzani çizgisindeki parti ve örgütlerden oluşan ENKS, aynı zamanda Türkiye destekli Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) içinde yer alması ile de dikkat çekiyor. Bu görüşmeler sürerken kimi haber siteleri ABD’nin Uluslararası Koalisyondaki Danışmanı William Roebuck’un ENKS ve PYD için hazırladığı projede, ENKS’nin Türkiye destekli Suriye muhalefetinden (SMDK) çekilmesi talebinin yer aldığı iddiasını gündeme getirse de ENKS, bu oluşumdan çekileceği ve Türkiye’deki ofisini taşıyacağı haberlerini yalanlayan bir açıklama yaptı.
Daha birkaç ay önce Türkiye’deki iktidarın operasyon (Barış Pınarı) tehdidi karşısında “Kürtlere hiçbir zaman 70 yıldır NATO müttefiki olan Türkiye’ye karşı sizi savunacağız demedik” diyerek Kürtlerle iş birliği yaptığı sınır bölgelerinden çekilen ABD, ne oldu da yeniden Kürtlerin hamisi rolüne soyunmaya başladı?
Daha birkaç ay önce Kürtlere “Biz size otonom (özerk) bir Kürt devleti için söz vermedik” diyen ABD ne oldu da şimdi Suriye Kürtlerini federatif bir Suriye projesi etrafında birleştirmeye çalışıyor?
Son gelişmeleri değerlendirmeye geçmeden önce bu soruların yanıtı bakımından önemli birkaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor.
Öncelikle Türkiye’de kimi milliyetçi-ulusalcı çevrelerin Kürt karşıtlığı, onları ABD’nin bölgedeki (Ortadoğu) varlığını bile “büyük Kürdistan kurma” hedefiyle açıklayacak kadar akıl dışı bir noktaya sürüklemiş olsa da aslında ABD bugüne kadar Kürtlerin bir statü sahibi olma, kendi geleceklerini belirleme yönünde attıkları adımları ancak kendi bölgesel çıkarlarına hizmet ettiği zamanlarda ve oranda destekleyen bir tutum içinde oldu.
ABD, 2003’te Saddam diktatörlüğünün devrilmesine ve bölgeyi yeniden dizayn etme planlarına hizmet ettiği için Irak Kürtlerini ve federasyon taleplerini destekledi. 2017’de ise, Irak ve bölgede kendi pozisyonunu zora sokacağı ve İran’ı güçlendireceği kaygısı üzerinden Kürdistan bölgesindeki ‘bağımsızlık referandumu’na karşı çıktı.
Suriye’de başka dayanağı kalmayınca ülkenin geleceğinin belirlenmesinde söz sahibi olabilmek için Kürtlerle iş birliğini adım adım ilerletti. Fakat bu iş birliği, ABD’yi NATO müttefiki olan ve bölgedeki stratejisine kazanmaya çalıştığı Türkiye ile askeri olarak karşı karşıya getirme noktasına geldiğinde geri adım atarak Kürtleri yüzüstü bırakmakta tereddüt göstermedi.
Ancak Türkiye ile doğrudan karşı karşıya gelme pozisyonu ortadan kalkınca önceleri Suriye’deki askerlerini çekeceklerini söyleyen Trump, bu kez “Petrolü seviyorum” demeye başladı ve ABD, “Petrol bölgelerinin korunması” adı altında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile iş birliğini sürdürmeye yönelik bir politika geliştirdi. Aslında Suriye’deki petrol, ABD emperyalizminin dişinin kovuğuna bile yetmezdi. Ama bu politika iki bakımdan ABD’nin bölgedeki çıkarlarına hizmet ediyordu. Birincisi, bu enerji kaynakları ABD için önemsiz olsa da 9 yılı aşkın bir süredir savaş ve yıkımı yaşayan Suriye’nin yeniden inşası bakımından hayati bir önem taşıyor. Böylece ABD, bu petrol bölgelerini denetleyerek Suriye yönetimini ekonomik olarak baskı altına alabileceği bir pozisyon kazanmış oluyordu. İkincisi, bu politika Kürtler ile iş birliğinin devamını da sağlayarak bölgesel paylaşım mücadelesinde Kürtlerin ulusal demokratik istemlerini kendi politik çıkarları için yedekleyebilmesinin olanaklarını da sağlıyordu.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevinin (SOHR) geçen hafta duyurduğu ABD’nin, hem Suriye’nin en önemli petrol yataklarının bulunması ve hem de Irak sınırında olması bakımından önem taşıyan Deyr ez-Zor’da yeni bir askeri üs kurma çalışmalarına başlamasını da bu politika kapsamında atılmış bir adım olarak değerlendirmek gerekiyor.
ABD’nin Suriye Kürtlerinin birliği yönündeki girişimlerinin anlaşılabilmesi bakımından önem taşıyan bir diğer gelişme de şudur: ABD, özellikle İran’ın bölgedeki en önemli ismi olan Kasım Süleymani’ye yaptığı suikasttan sonra hem İran ve hem de bölgedeki Şii milislerle artan gerilime bağlı olarak Irak’taki askeri üslerini görece daha güvenli olan Kürdistan bölgesine taşıma kararı aldı. Dolayısıyla Suriye’de Barzani çizgisindeki ENKS ve özerk Kürt yönetiminin en önemli gücü olan PYD arasında birliğin sağlanması, ENKS’nin gücünden bağımsız olarak Irak ve Suriye Kürtlerini ABD’nin politik ekseninde birleştirmek bakımından önemli bir adım olarak anlam kazanıyor.
Son günlerde ENKS yöneticilerinin “Esad, ‘Suriye’de Kürt sorunu yoktur’ diyor” açıklamaları -ki, Esad yönetiminin Rusya’nın baskısına rağmen Kürtlerin ulusal haklarının verilmesi konusunda istekli olmadığı doğrudur- ABD’nin bu birlik üzerinden SDG’yi Suriye yönetimi ile çözüm aramaktan uzaklaştırmayı amaçladığını gösteriyor.
Burada Türkiye destekli SMDK içinde yer alan ENKS’nin bu oluşumdan ayrılıp Türkiye’deki ofisini kapatacağı iddialarını yalanlaması, Erdoğan iktidarının da bu süreçten haberdar olduğu ve kısa vadede olmasa bile uzun vadede ortaya çıkacak sonuç ve bu süreçte ABD ile yapılacak pazarlıklara göre pozisyon alma hesabı yaptığını ortaya koyuyor.
Elbette Türkiye’deki iktidarın Kürtleri doğrudan muhatap alıp sorunu barışçıl temelde çözme olanağı varken emperyalistlerin bu sorunu kullanıp pazarlık konusu haline getirmelerine hizmet eden bir tutum içinde olması ayrıca tartışılması gereken bir konudur.
Sonuç olarak ABD, Kürtlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını savunduğu için değil; bugünkü Suriye ve bölge stratejisine hizmet ettiği için Kürtlerin birliğine önayak olmaya çalışıyor. Birlik konusunun Kürtlerin, Suriye’nin geleceğinin belirlenmesi sürecinde daha güçlü bir siyasi temsiliyete sahip olmaları ve dahası bölgedeki iş birlikçi gerici rejimlerin kuşatması karşısında kendi geleceklerini belirleyebilme yönünde adım atabilmeleri bakımından hayati bir önem taşıdığı doğrudur. Ancak bu konuda emperyalistlerin inisiyatifinde ve onların politikalarına yedeklenerek atılacak adımların dönüp dolaşıp Kürtleri daha fazla yalnızlaştırıp gerici tehdit ve saldırılara daha fazla maruz bırakan sonuçlara yol açtığını görmek için de son birkaç yılda olup bitene dönüp bakmak yeter.
Evrensel / 12.05.20