Türkiye'nin nihayetinde Bahar Kalkanı adını verdiği son İdlib harekâtıyla Moskova ve Şam'a geri adım attıracağına dair değerlendirmeler, 5 Mart'ta Moskova zirvesinden çıkan ek protokolle açığa düştü.
Başından beri Suriye devletinin kapasitesi, Rusya ile ortaklığının mahiyeti, müdahaleler karşısında rejimin kısa sürede çökeceği ya da Rusya'nın Şam'ı yarı yolda bırakabileceğine dair öngörüler gerçeğin hep uzağına düştü.
Henüz Rusya veya İran'ın savaşa müdahil olmadığı ve rejimin sayılı günü kaldığı düşünülen günlerde bile Şam'da toprakların her bir karışında kontrolün yeniden ele alınması konusunda kararlılık vurgulanıyordu.
Sistem, sınır kapılarını ve bazı kentleri kaybetse de askeri, istihbari ve iktisadi olarak fonksiyonlarını yitirmedi. Çok tökezledi ama savaşta mobilizasyon yeteneğini korudu. Eğer sistem bu şekilde işliyor olmasaydı Rusya, Esad yönetimine el vererek bu denli büyük bir risk almazdı.
Rus siyasetinin ikili karakteri: Sadakat ve esneklik
Burada Rus dış politikasının temel karakterini betimleyen iki önemli nokta ortaya çıkıyor: Birincisi aralarında karşılıklı güvenlik ve işbirliği anlaşması olan bir müttefikini koruma konusundaki kararlılık. İkincisi bu kararlılığın Rusya'nın dış ilişkiler ağını mahvetmesine izin vermeyen esneklik.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da "Putin'e de söyledim, 'Sizin orada ne işiniz var? Eğer siz üs kuracaksanız, üssü yine kurun ama bizim önümüzden çekilin, bizi rejimle baş başa bırakın" sözünde görüldüğü üzere, Türkiye'nin Rusya ile Suriye pazarlıklarında mesele hep Rusların Suriye'de bir askeri üssünün olup olmamasına indirgendi.
Muhalif temsilciler de 2012'de Cenevre süreci başlarken Rusya'ya, Esad'a desteğini çekmesine karşılık Tartus'taki deniz üssünü korumayı vaat etmişti. Rusya, izlediği siyasetle meselenin sadece bir liman olmadığını gösterdi.
Rusya, 30 Eylül 2015'de savaşa doğrudan müdahil olup Orta Doğu'ya dönerken müttefiklerine sadık bir güç olduğu mesajını vermeye çalıştı.
"Öngörüsüz" öngörülerin önünü açan da Rus siyasetindeki esneklikti.
ABD ile kafa kafaya gelmemek için Fırat hattında hava sahasının paylaşılıp askeri koordinasyon mekanizmasının kurulması, İran ve Hizbullah'ı bahane edip Suriye'yi vuran İsrail'e karşı Rusya'nın kontrolündeki hava savunma sistemlerinin çalıştırılmaması ve Türkiye'yi işbirliği içinde tutmak için üç askeri harekâta yeşil ışık yakılması, esneyerek oyunu sürdürme yaklaşımının tipik pratikleriydi.
Ancak bu esnekliğe rağmen "hedef tanımları" asla muğlak olmadı: Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, egemenliğine saygı duyulması ve "terörle mücadele".
Bu üç husus BM kararlarının yanı sıra İran, Türkiye ve Rusya'nın katıldığı Astana sürecinin bildirilerine ve Türkiye-Rusya arasındaki Soçi ve Moskova mutabakatlarına da hep yansıtıldı.
Özellikle 4 yerde gerilimi düşürme bölgesi oluşturan 4 Mayıs 2017 tarihli Astana Mutabakatı ve "genişletilmiş" İdlib'e dair 17 Eylül 2018 tarihli Soçi Mutabakatı geçici statüler üretse de Rusya açısından yol haritasındaki ana hedeflerden asla şaşılmadı.
Rusya ve Suriye arasında askeri alanda çelişki yok
Elbette Rusya'nın ABD, Türkiye ve İsrail'e gösterdiği esneklikten Şam mutlu değil.
Şam'da Türkiye'nin dolaylı dolaysız müdahalelerden vazgeçmesi halinde Suriye'deki sorunun kısa sürede çözüleceği inancı hakim.
Şam yönetimi nihai hedefe odaklanarak Türk-Rus ortaklığıyla oluşan fiili durumu da "geçici" ve "hedefe varmayı kolaylaştıran ara çözüm" olarak görmeyi tercih ediyor.
Bu noktada Şam-Moskova ilişkilerinin tanımında ince bir ayrım da kendini gösteriyor: Suriye'nin, müttefiki Rusya'nın belirlediği oyun kurallarına "Hayır" deme şansı sınırlı. Fakat Moskova'nın Şam'a yaklaşımı da buyurgan ve dayatmacı değil.
Sıklıkla Erdoğan'ın "Rusya'nın Esad rejimini dizginlemesi lazım" çıkışlarına yansıdığı gibi Şam-Moskova arasında emir-komutayı andıran bir ilişki türü yok. Aksine pek çok gözlemci, Esad yönetiminin Rusya'nın muhataplarıyla geliştirdiği mekanizmaları zora sokacak direnç alanlarını muhafaza ettiğini düşünüyor.
Bu tespit, sahada koordinasyon ve eşgüdümü koruyan askeri operasyonlar için çok da geçerli olmayabilir. Rusya ve Suriye'nin Türkiye ile yapılan mutabakatlar ya da ateşkes ilanlarına yaklaşımları farklı değil.
Soçi Mutabakatı'nın ardından Suriye ordusu operasyonları sürdürürken toprak bütünlüğünü koruma ve terör örgütlerini elimine etme hedefine atıf yapageldi. Şimdi 5 Mart'ta Moskova'da kabul edilen 4 maddelik ek protokole yaklaşımları da farklı olmayacaktır.
Protokolde "terör örgütlerine" karşı "ateşkes" değil "askeri faaliyetlerin durdurulması"ndan söz ediliyor.
BM'nin "terör örgütü" olarak listelediği gruplara karşı mücadelenin sürmesi bir taahhüt olarak protokolde tekrarlanıyor. Protokole konulan M-4 otoyolunun açılması, etrafında 12 km güvenli şerit oluşturulması şartı da yine Şam ve Moskova'nın paylaştığı nihai hedefe yönelik yeni bir eşik sayılır.
Suriye ordusunun M-5 otoyolu dahil Türk askeri gözlem noktalarının gerisine çekilmesi talebinin karşılık bulmaması da imzalanan mutabakatların adım adım Suriye ordusunu sınırlara taşımaya dönük araç olarak görüldüğünü teyit ediyor.
Şam'ın Moskova'ya karşı direnç noktaları
Şam-Moskova ile ilişkilerinde ağır sorunlara rağmen karşılıklı saygı ve mesafeyi koruyan bir boyutun olduğu hep gözardı ediliyor. Bu mesafe Şam'ın direnç alanlarını korumasına da imkân veriyor.
Direncin kendini gösterdiği iki yer var: İlki savaş sırasında Suriye devletinin sivil ve askeri ayaklarıyla birlikte reorganizasyonu. Rusya, Suriye devlet mekanizmalarının ve işlevselliği açısından reform taleplerinin ciddiye alınmasını istiyor. İkincisi de Rusya, Cenevre'de başlayan anayasa yazım sürecinin ciddiye alınmasını ve ayak diretilmemesini bekliyor.
Rusya, Türkiye'yi kendi oyununa ortak edebilmek için, nihayetinde bütün çabaların siyasi çözümü mümkün kılmaya dönük olduğunu vurguluyor.
Erdoğan'ın Türk askerinin bulunduğu Afrin, Azez-Cerablus-El Bab ve Tel Ebyad-Ras'ul Ayn ceplerinde ve İdlib'de statüyü korurken sürekli atıf yaptığı şey anayasanın yazılıp siyasi geçiş sürecinin tamamlanması.
Esad yönetimi ise saha hakimiyetini tamamlayıncaya kadar sürecin siyasi çözüm ayağını sürüncemede bırakmak niyetinde. Rusya'ya da bu konuda direnç gösterdiği söyleniyor.
Daha spesifik olarak da Kürtleri kazanmak ve ABD'nin bölgeden çıkmasını mümkün kılmak için adem-i merkeziyetçi bir çözümün kaçınılmaz olduğu konusunda Şam ile Moskova arasında bazı pürüzler yaşandığı anlaşılıyor. Yine de Rusya'nın bu tartışmaları dikte edici bir yaklaşımla sürdürdüğü söylenemez.
Şam-Ankara barışı için teşvik politikası
Türkiye ile müzakerelerde olduğu gibi Şam'la ortak yürütülen çalışmalarda, mümkün olan ile olmayanın anlaşılmasını sağlayacak koşulların yaratılması Ruslar açısından temel öncelik.
Rusya esnek yaklaşımı sayesinde Türkiye-Suriye barışının tesis edilebileceğini ve bu şekilde Suriye'nin yeniden inşa sürecine geçilebileceği hesabını yapıyor. Rus yaklaşımının temelinde şu argümanlar yatıyor:
Şam-Ankara arasında köprüler kurulmadan Suriye'nin askeri olarak toparlanmasının maliyeti çok yüksek olacaktır.
İki ülke barışmadan Suriye'nin yeniden inşa süreci de çok pahalıya gelecektir.
Türkiye'nin İdlib'de enerjisini bitirmek yerine Doğu Akdeniz'deki enerji savaşına odaklanmasında fayda var. Şam-Ankara diyaloğu yeniden tesis edilirse iki ülkenin Doğu Akdeniz'de birlikte hareket etmesinin de önü açılabilir.
Son müdahalelerle ilişki tamamen "düşmanlık" bağlamına otursa da bu argüman Şam'da da bazı siyasi çevrelerde "anlaşılır" hale geliyor.
bbc.com / 06.03.20