Geçtiğimiz hafta iki sığınmacı Avrupa Birliği'nin dış sınırlarının korunmasından sorumlu kurumu Frontex aleyhine “baskı ve şiddete maruz kaldıkları” gerekçesiyle Avrupa Adalet Divanı’nda dava açtı. AB içinde hukuki konularda çalışmalarda bulunan “Front-Lex”, “Progress Lawyers Network”, ve “Greek Helsinki Monitor” isimli sivil toplum kuruluşları Avrupa Adalet Divanı’na, Frontex aleyhinde ilk defa bir dava açıldığını duyurdu.
Frontex’e Midilli Adası’na ulaşan yaşı küçük bir Kongo vatandaşı ile Burundi vatandaşının, “saldırıya uğradıkları, soyuldukları ve gözaltına alındıktan sonra sınır dışı edilip, su ve yiyecek olmadan sallarda terk edildikleri" suçlamasıyla dava açıldığı bildirildi.
AB’nin sınır koruma ajansı Frontex'e yönelik eleştiriler geçtiğimiz yılın aralık ayından beri Avrupa’nın gündeminde. Frontex, Yunanistan kara suları dâhilinde olan Ege Denizi'ndeki göçmen teknelerini yasa dışı şekilde geri ittiği için eleştirilerin odağına oturdu. Basına yansıyan çok sayıda habere göre, Yunan sınır muhafızları, göçmenleri taşıyan tekneleri defalarca Türkiye'ye doğru geri sürdü. Frontex yöneticisi Fabrice Leggeri, aralık ayında AB parlamentosunun iç komitesinde bu iddiaları reddetti.
Fakat mülteci haklarını korumaya yönelik kurulan Pro Asyl sivil toplum örgütü, Frontex'i hukukun üstünlüğü ilkelerini sistematik olarak gözardı etmekle suçluyor. BM Mülteci Ajansı (UNHCR), Frontex'te olası temel hak ihlallerinin daha iyi izlenmesi için çağrıda bulunmuştu. Koruma arayanlara yönelik sınır dışı etme ve şiddet olayları sadece kabul edilemez olmakla kalmaz, aynı zamanda bu tarz faaliyetler yasa dışıdır. Çünkü mültecilerin olduğu bir teknenin rotasını değiştirmek zorunda bırakılırsa veya mültecilerin sığınma başvurusu yapması engellenirse, bu uluslararası hukukun ihlali anlamına gelir. Geri itmelerin Ege'de gerçekleştiğine dair kanıtlar var. Yunan sahil güvenliği, Türkiye'den denize açılan mülteci teknelerinin Yunan karasularına girmesini çok kez engelledi.
Hukuken açıkça suç olan bu duruma Avrupa Birliği uzun bir süre gözlerini kapadı. Yunanistan’ın da Avrupa’ya mülteci göçünü engellemekte en az Türkiye kadar kirli bir rolü var. Ne de olsa Yunanistan, mülteci ve göçmen akışını mümkün olduğunca düşük tutmak için AB’nin kirli işlerini üstlenmiş durumda. Yunan sahil güvenliğinin geri itmelerinin yanı sıra, bölgedeki ikinci ve daha büyük bir skandal konu ise Samos, Kos ve Midilli gibi adalardaki mültecilerin kış boyunca adeta donarak sığınma başvurularının sonuçlanmasını beklediği çadırlarda yaşamak zorunda bırakılmalarıdır. Bu da bir biçimde bezdirme ve geri gönderme biçimi olarak uygulanıyor. Ege adalarındaki mülteci kamplarının insani yaşam koşullarından uzak olduğu defalarca basına yansıdı. Tüm bu yaşananlar AB’nin mülteci politikasının iflasının kanıtıdır.
Frontex hakkındaki suçlamalarla ilgili AB'nin Yolsuzlukla Mücadele Ofisi (OLAF) soruşturma yürütüyor. Ancak hala soruşturmanın tam olarak neyi kapsadığı konusunda kamuoyu net bir biçimde bilgilendirilmedi.
Tüm bu iddia ve bilgilerden sonra AB Parlamentosu’nun Frontex ile ilgili belgeleri daha fazla denetlenmesi ve AB ülkeleri tarafından daha sıkı bir iç incelemeye tabi tutulması gerektiği muhakkak. Son birkaç yılda AB devletleri Frontex'e gittikçe daha fazla kaynak ayırdı ve yetkinlik alanını fazla sorgulamadan genişletti. Ancak hızla büyümesine olanak tanınan sınır teşkilatının kontrolü ise aynı ölçüde yapılmadı. 2027 yılına kadar, Frontex kadrosu yaklaşık 1500 memurdan 10 bin memura kadar kalıcı bir biçimde genişletilecek.
Üstelik gittikçe büyütülen Frontex’e yöneltilen iddialar arasında sadece göçmenlerin geri itilmesi, göçmenlere şiddet uygulaması da yer almıyor. Frontex yetkililerinin AB şeffaflık sicilinde listelenmeyen silah lobicileriyle görüştükleri de iddia ediliyor. Yine Frontex'in çalışmayan yazılımlara milyonlar harcadığı ve sorumlu şirketlere bunun için tazminat talebinde de bulunmadığı söyleniyor.
Uzun zamandır Avrupa ortak bir göç ve sınır politikası oluşturamadı. Maastricht Antlaşması ile bunu çözmek istediler fakat bu girişim başarılı olamadı. Diğer taraftan AB içerisinde sınır kontrollerini ortadan kaldıran Schengen bölgesi oluşturuldu. Schengen bölgesine 1997’de AB-Amsterdam Sözleşmesi’ne dış sınırlar dâhil edildi. Avrupa Komisyonu daha sonra bir Avrupa sınır polisi fikrini ortaya attı. Ancak üye devletler, sınır koruması üzerindeki egemenliklerinden vazgeçmek istemediler. 2004 yılında dış sınırları korumak için bir ajans kurma önerisi geldi. Kurulan ajans hem AB'nin sınır korumasını koordine edecek hem de teknik uzmanlık sağlamak görevini yerine getirecekti.
Tıpkı şu anda Covid-19 aşıları nedeniyle adından sık sık söz edilen Avrupa İlaç Ajansı EMA gibi çalışacaktı. Avrupa ajansları siyasi kararlardan izole olacak şekilde tasarlanan, sadece bilimsel gelişmelerle ilgilenmek üzere kurulurlar. Frontex’in de görevi üniversitelerde ve savunma şirketlerinde ağ araştırmaları yapmak, yeni teknolojileri takip etmekti. Ancak sınır koruma birçok yerde siyasi meselelerle, temel haklarla, insan haklarıyla örtüştüğünden ve bunun içine de silah ticareti, lobi faaliyetleri ve rüşvet girdiğinden Frontex’in sadece bilimsel bilgiden ibaret bir ajans laması söz konusu olamadı.
Avrupa Parlamentosu bir uyarı niteliğinde olması için Frontex’in bütçesini dondurdu. Şimdilik ajans hakkında devam eden soruşturmaların sonuçları bekleniyor. Frontex ile ilgili bir reform süreci mi olur ya da AB düzensiz göçü engelleyecek başka bir yöntem mi bulur bilemiyoruz. Ancak ne olursa olsun üye devletlerin, polis güçlerini Avrupa sınırlarına yerleştirirken uluslararası hukuk kapsamındaki sorumluluklarını unutmamaları gerekiyor.
Frontex bu biçimde devam ederse komedyen Jan Böhmermann’ın dediği gibi AB’nin "hukuk ve düzenin biraz dışında olan Avrupa sınır milisleri" gibi olur.
Gazete Duvar / 01.06.21