Bundan birkaç ay öncesine kadar hemen herkesin son yıllardaki en heyecansız seçim olacağını düşündüğü seçimden iktidar partisi büyük bir hezimetle çıktı. Masada geri almaya çalıştıkları İstanbul, başkent Ankara, Ege kıyı şeridiyle birleşen Adana, Antalya, Mersin, kayyum atanan iller, Doğu Karadeniz’de Sinop, Artvin, Ardahan ve daha içlerde Bolu, Bilecik, Kırşehir kaybedildi.
MHP’yle ittifak yapılmadan girilen 27 ilin 9’unu ise MHP AKP’den aldı. Çarpıcı bir örnek: Sağcılığın taşradaki kalelerinden Bayburt’ta 24 Haziran’da yüzde 56.7 ile birinci olan AKP’nin oyları bu seçimde yüzde 35.7’ye düşerken, yüzde 27.5 olan MHP oyları yüzde 56.4’e çıktı ve MHP Bayburt’u aldı.
Yani AKP hem muhalefete ciddi oranda belediye kaptırdı hem de 24 Haziran seçimlerinde başlayan parti tabanının tepkisini MHP’ye oy vererek gösterme eğiliminin bu seçimlerde daha da derinleştiği görüldü.
Peki son yılların en heyecansız geçeceği varsayılan seçiminden nasıl oldu da böyle bir sonuç çıktı?
Birçok faktör var kuşkusuz ama öncelikle bu köşede defalarca dikkat çektiğimiz üzere ekonomik krize bakmamız gerekiyor. Türkiye ekonomisi şu an çok büyük bir krizin içerisinde ve bu seçim atmosferi üzerinde çok ciddi bir etki yarattı; toplum sandığa işsizliğin, yoksulluğun, enflasyonun gölgesinde gitti. Henüz başında olduğumuz kriz, AKP tabanından blok halinde kopuşlara sebep olmasa da, seçmen davranışı üzerinde ciddi ölçüde belirleyici oldu.
Bunun dışında iktidar partisinin seçimi gerilimsiz gidilecek bir yerel seçim olarak kurgulamak yerine rejime yönelik bir referanduma dönüştürmesi muhalif kesimler üzerinde ciddi bir motivasyon oluşturdu.
24 Haziran sonrası, özellikle CHP seçmeni sandıkta olan bitenler ve CHP’nin sandığı koruma konusundaki basiretsizliği yüzünden sandığa küsmüş, “bunlar seçimle gitmez” yönündeki kanaati büyük ölçüde benimsemişti. AKP seçime düşük gerilimle ve “bu bir yerel seçim” vurgusuyla gitse, bu toplamın sandığa gitmeme yönündeki eğilimi devam edebilirdi. Ancak gerilim yükseldikçe ve seçimler referandum veçhesine büründükçe işler değişti.
Benzer şekilde AKP, MHP tabanının blok halinde oyunu alabilmek ve krizin üstünü örterek kendi tabanından fireleri engellemek için seçim stratejisini beka üzerine kurmasa, gerilimi bu derece yükseltmese ve kendisine oy vermeyen herkesi terörist ilan etmese HDP tabanı da şimdi olduğu gibi blok halinde gidip CHP’ye oy vermeyebilirdi. Oysa tam tersi yapıldı ve bu da HDP’nin Batıda seçime girmeme stratejisinin başarılı olmasında büyük rol oynadı.
Velhasıl, ekonomik krizin üzerine yanlış bir stratejinin eklenmesi beraberinde böyle “tuhaf” bir sonuç getirdi. Tuhaf diyoruz, çünkü rantın, ihalenin, vakıflara aktarılan kaynağın ve sadaka devleti uygulamalarının merkezi olan belediyelerin büyük bir kısmının, hele hele büyük illerin belediyelerin muhalefet partisinin elinde olması gibi bir durum iktidar partisinin inşa ettiği rejimin fıtratına uymuyor, bir “doku uyuşmazlığı”na tekabül ediyor ve çok ciddi bir kırılganlık yaratıyor.
Peki rejim bu doku uyuşmazlığı karşısında ne yapacak? Daha büyük kayıplara uğrayacağını düşünerek sonuçları kabullenme ihtimali, hatta bir süreliğine “uzlaşı siyaseti”ni yürürlüğe sokma ihtimali var; ancak İstanbul’un ayak oyunlarıyla geri alınmasından tutun da, ödenek verilmeyen, çalıştırılmayan, kayyum atanan belediyeler yaratılıp, beka sorununu halk nezdinde gerçek kılacak birtakım sınır ötesi operasyonlar eşliğinde bir erken genel seçime gidilmesi gibi bir ihtimal de var. Neyi seçeceklerini kısa süre içinde göreceğiz.
BirGün / 03.04.19