Adet bu ya, yeni yıldan ne bekliyorsak illa yayacağız, bundan kaçış yok.
Uğurladığımız yılın lanetinden, kahrından kapımıza yığdığımız ne varsa yeni yıla da onlarla giriyoruz. İnsanlığın kendini kandıramayacağı kadar yılları oldu; onlar, yüzler, binler, on binler… Daha iyiye doğru yol aldığımız külliyen yalan.
Türkiye 2020’nin maceralarını, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a Bakü’de “Bugün Enver Paşa’nın ruhunun şad olduğu gündür” dedirten bir şahlanışla kemale erdirdi. Enver Paşa’nın Kafkas cephesinde buzlaşan idealizmi, 100 küsur yıl sonra İslamcı-ülkücü çeşniyle dondurulduğu yerden dış siyasetin omurgasına oturtuldu. Artık iflah olmaz bir genişlemecilik rota haline geldi. Fikri altyapıyı pratikle buluşturan fırsat ve imkânlar da birbirini takip ediyor. Daha fazla silah üretip satma hevesleri bu gidişatın temel yakıtı haline geliyor. İnşaattan sonra “Top tüfek ya Rasulallah!”
Bu yönelim kaçınılmaz olarak dış siyasetin askerileşmesini beraberinde getiriyor. Afrika kıtası başta olmak üzere farklı coğrafyalarda kapısı çalınan her ülkenin önüne konulan alış-veriş listesinin başında bu var: Silah, mühimmat, zırhlı araç, İHA, SİHA vs…
Piyasayı genişletmek için vitrin lazım. Yani savaş. Şimdilik elde var üç vitrin; Suriye, Libya ve Karabağ.
Bu bir zehirlenme hikâyesidir. Türk devlet geleneğinin kodlarına uygun olması, toplum ve siyasetin geniş katmanlarından teveccüh bulmasını da kolaylaştırıyor. Maalesef az olan ve marjinal kalan siyasetten ekonomiye barış perspektifini yüceltenlerdir; insanla barışık, doğayla, ötekiyle, komşularıyla. İki yönelim arasındaki çelişki temelden, varoluşsal. Biri barış öteki savaş ekonomisinden güç alıyor. Cephe açılması gerekiyorsa açıyor. Aranan cevher suları kirletmeyi, ormanları katletmeyi, insanları göçtürmeyi gerektiriyorsa işi zora sokacak en ufak itirazı ülke düşmanlığı sayıyor. Cepheyse cephe, kansa kan. Medyada bunun avukatlığını yapanlar da izledikleri yayın politikasına “Türkiye çizgisi” diyor. Ne cafcaf ama!
***
Uluslararası alandaki kırılganlık ve boşluklar da Erdoğan’ın tutturduğu bu minvali mümkün kılıyor. Ortaklar ve hasımların çelişkilerini kullanmakta hiç tereddüt etmediğini, bulanık sularda usta bir avcı olduğunu herkes görüyor.
ABD’de Joe Biden’ın koltuğa geçmesiyle beklenen bazı değişikliklere rağmen mevcut koşullar yeni yıla aynı içerikle şilte atıyor. Şimdilik elde Erdoğan’ı tutturduğu yolda tereddüde sokacak, yeniden düşünmesini sağlayacak çok fazla veri yok.
İşte Soçi’deki yılın son diplomasi olayı 2021’de devamlılık vaat eden bir resim veriyor.
Kremlin’in kapısını ‘yandım Allah’ modunda çalmayı gerektirecek dosyalar olduğu gibi duruyor. “Libya, Suriye ve Karabağ’da istikrarı sağlamaya dönük ortak çabalar sürecek” denildiğinde anlaşılması gereken, Türkiye ile Rusya kafa kafaya gelmeye, ardından stratejik ilişkilerin hatırına kafa kafaya vermeye ve arada ezip geçtiklerine bakmadan kendi çıkarlarını sürdürmeye devam edecektir.
Tabii S-400, Halk Bankası, Doğu Akdeniz ve Suriye’de Kürtler gibi ayrılık konularında Biden’la itile kakıla ortak bir frekans tutturulursa Rusya ile ilişkilerin ‘gerilim’ tarafı daha çok zil çalar. Fakat Çavuşoğlu’nu Soçi’de ağırlayan Sergey Lavrov "Washington Ankara'ya ciddi baskı uyguluyor. Buna rağmen Türkiye yılmıyor. Bu da takdire şayandır" diyor. Sonuçta ikinci posta S-400 gelirse NATO’daki cızırtı büyük bir patırtıya dönüşecek; Lavrov’un övgüsüne değecek bir sonuç. Türk dış siyasetindeki savrulmuşluk Rusya için katiyen gole çevrilmesi gereken bir pas. O esnada Türkiye destekli milisler Rus konvoyunu güdümlü tanksavar füzeyle vurup üç askeri yaralamışken Lavrov istifini bozmuyorsa bir şeylere değdiği içindir.
Özü itibariyle Biden da Putin de Erdoğan’la nasıl çalışacaklarını tecrübeyle bilen liderler. Didişerek uzlaşmayı, gerilerek sükûneti bulacaklardır. Al-verde hepsi iyi. Düğümler böylelikle çözülüyor. O yüzden taraflar arasında halının altına çok şey sığıyor.
***
Başımıza belalar açmayı sürdüren Suriye bir kenara Libya ve Karabağ savaşları, Türkiye’ye riskleri yerel ortakların sırtına atan ‘güvenli macera’ deneyimi kazandırdı. Öyle ki bu İran-Azerbaycan sınırlarını tartışmaya açacak kadar bir özgüven sıçraması da yaptırdı. Fakat Rusya ile kavgalı ortaklığın şekillendiği bütün dosyalar patlamaya bir fersah değil bir adım mesafede duruyor.
Geçen şubattaki gibi İdlib’de gerilimin kontrolden çıkması anlık bir iş. Şu sıralar Suriye yönetimi, Rusya’ya “Astana ortaklığı işlevselliğini yitirdi, Türkiye ile daha fazla oyalanmayalım ve 2021’in ortalarına doğru İdlib düğümünü çözelim” diye bastırıyor. Malum Erdoğan “Asla çekilmem” dese de M-5 güzergâhında Suriye ordusunun kontrolüne geçen alanlardaki askeri gözlem noktalarını sessiz sedasız boşalttı. Yılbaşına kadar boşaltma taahhüdünü herkesten gizlediler. Maksat ‘dik duruş’ bozulmasın. Çekilmeye paralel olarak inanılmaz bir askeri yığınakla M-4 hattını geçilmez bir sete çevirdiler. Belli ki Erdoğan silahlı örgütlere kalkan olan pozisyonunu Şam’da iktidar el değiştirinceye kadar sürdürmekte kararlı. Fakat M-5’te görülen çatışma-çekilme senaryosunun M-4 tarafında tekrarlanma ihtimali de artıyor.
Beri tarafta Kürtlerin bulunduğu bölgeleri ateş altında tutan politika, iç siyasi hesaplarla bağlantılı olarak ısrarını koruyor. Biden ile birlikte bu siyasetin manevra alanı daralabilir ancak çok büyük değişikliklerin olması başka dinamiklere bağlı. İşin bu tarafında da Rusya lideri Vladimir Putin alarmda olacaktır. Hem Rusya hem ABD ile derinleşmenin de bir sınırı var.
Rusya ikili bir siyasetle bir yandan Türkiye’nin sahadaki genişlemesini önlemeye diğer yandan Türk sopasıyla Kürtleri geriletip Suriye devletinin kontrol sahasını genişletmeye çalışıyor. Ankara istikrar garantisi olmadığı gibi barışçıl geleceği de temelinden dinamitleyen bir siyasetle bölgeyi zaten fazlasıyla hırpaladı. Kısır ve yorucu bir strateji. Vekâlet savaşıyla Beşşar el Esad’ı devirmek için silaha sarılan ama farklı coğrafyalarda kiralık milislere dönüşen muhaliflerle Osmanlıcılık oyununun sonu kesinlikle iyi bitmeyecek. Suriye ordusu da eninde sonunda normal sınırlara dönecek.
Libya’ya geçersek; nihayetinde siyasi çözüm bulunursa Türkiye bu ülkede sorunun temel kaynağı dönüşmeye aday. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu önceki gün Soçi’de, sanki Libya’da ortada bir devlet kalmış gibi devletlerde devamlılığın esas olduğunu, hükümet değişse bile Türkiye’nin bu ülkeden çekilmeyeceğini söylüyor. Bırakın Halife Hafter tarafını Türkiye’nin milisiyle, askeriyle, istihbaratıyla arkasında durduğu Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Muhammed Tahir Siyala bile dün Moskova’da şunu söylüyor:
“Libya meselesinin savaşla çözülmesini isteyenlerin, kendi pozisyonunu gözden geçirerek taraflar arasında güvenin sağlanması ve ülkeden yabancı silahlı unsurların çıkarılması konusunda yardımcı olmaları gerekiyor."
Kime diyor? Sadece Hafter’in paralı askerlerine mi?
Bir de 2020’nin son dakika golü var: Türkiye, Libya’da stratejik çıkarlarını tartışmalı anlaşmalar ve askeri müdahaleyle bir tarafa bağlarken Mısır, Ankara’yı açığa düşürecek adımlar atıyor. Kahire hafta sonu Trablus’a güçlü bir diplomatik çıkarma yaparak Türkiye’nin oyun alanına daldı. İşin özü tarafların tercihlerini ve ortaklıklarını gözden geçirdiği bir süreç gelişiyor. Yine de Ankara Vatiyye, Mısrata ve Mitiga üslerinde tahkim etmeye çalıştığı askeri varlığıyla siyasi süreçleri de belirlemeyi umuyor. 2021’de BM’nin yol haritasında ilerleme sağlanırsa Ankara’ya dipsiz bir nostaljiye kancalanmış kas gücünün sınırlarını gösteren hızlı gelişmeler yaşanabilir.
2021’de Türkiye’nin askeri varlığının tartışmalı hale gelebileceği bir diğer yer Somali. Türkiye’nin iktidarıyla muhalefetiyle bütün tarafların gönlüne girdiğini düşündüğümüz Somali. Tartışmalı seçim sürecinde Ankara’nın Cumhurbaşkanı Muhammed Abdullah Farmajo’nun elini güçlendiren bir pozisyonda durması ve Türk üssünde eğitilip donatılan polis güçlerinin muhaliflerin bastırılmasında kullanılması Türkiye’yi iç kavgaların parçası haline getirdi. Seçimlerin gidişatına bağlı olarak Türkiye daha fazla tartışmaların odağına çekilebilir. Suud-Emirlikler ekseni de bunun için avuçlarını ovuyor olacaktır.
Katar’daki üs de hem Doha’nın komşularıyla soğuk savaşının bitmesi hem de Türkiye’nin Körfez’le ilişkilerinin önünde bir ayak bağına dönüşüyor. Katar’la normalleşme görüşmelerinde Türk üssünün kapatılması şartının masaya geldiği konuşuluyor. 2021’de bu konu da ısınacak gibi duruyor.
Türkiye’nin Irak’la ilişkileri de sınır ötesi harekâtlar ve sayıları artan üsler nedeniyle ikide bir soğuk terler döküyor.
Yine kas gücüne sarmalanmış Doğu Akdeniz siyaseti AB ile zaten kavgalı olan ilişkileri yaptırım düzlemine çekiyor. Marttaki liderler zirvesine kadar ‘Mavi Vatan’ diyerek ortalığı ayağa kaldırdıkları davayı pazarlık masasına koyabilirler. Önemli ölçüde Biden’ın tutumuna bağlı.
***
Sadece dış ilişkilerdeki askerileşme temayülünün boyutlarına değinmeye çalıştım. Silahla kesişen fikir ve yönelimlerin içerde duygusal bir tatmin yarattığı; meydan okuma ve güç gösterme açlığını karşıladığı aşikâr. İlişkileri bir yerde ilerletip 10 yerde bozan; seçmen tabanını militerleştiren ve ‘milli çıkarlar’ manzumesini koflaştıran bir yönelim.
Bütün kurgu bu minvalde vites büyüterek gitmeyi emrediyor. Hal böyleyken gel de 2021’den umutlan. Ne mümkün!
Gazete Duvar / 31.12.20