2020 yılı bütün dünya için pandemi kâbusuyla anılan bir yıl oldu, ancak Ortadoğulular için pandeminin yanı sıra türlü türlü felaketlerin de yılı oldu. Sıcak gündemlerle başladı ve yılın son haftasındaki sıcak gelişmeler nedeniyle 2020 için denilebilir ki nasıl geldiyse öyle gidiyor; Ortadoğululara acımadan!..
Giden bir yılın gelecek yıla neler taşıdığını en özet haliyle anlatmak belki mümkün, lakin söz konusu Ortadoğu olunca, bu bölge halklarının acıları hiçbir özete sığmaz. Lakin yıl biterken, özete dâhil edebileceğimiz Türkiye’nin bölgede biriktirdiği savaş politikaları var, gelen yıla aktaracakları var… Filistin üzerinden giden ve İsrail’i pek mutlu eden “normalleşme” süreci bu yılın ajandasında önemli bir yer edindi. Lakin yıl biterken oklar yön mü değiştiriyor? Bitti denilen IŞİD’in Suriye’deki saldırı ve ölüm istatistiği yayımlandı. IŞİD bir yere gitmedi, gelecek yıl daha da çok konuşulacak gibi görünüyor. Ve yine Suriyeli mültecilerin 2020’de biriktirdiği çok fazla acı var, yılın son günlerinde de Lübnan’da ateşe verildiler... Bu başlıklarla sınırlı kalacak bir özete mültecilikten başlayarak ilerleyelim.
Lübnan’da Suriyelilerin kaldığı mülteci kampı yakıldı, 75 ailenin başını soktukları çadırlar kül oldu. Lübnan basınında yer alan bilgilere göre, Trablus kentine bağlı Minye bölgesinde bir grup Suriyeli mülteci ile Lübnanlılar arasında tartışma yaşandı. Tartışma büyüdü, kavgaya dönüştü, silahlar konuştu ve 3 kişi yaralandı. Bir süre sonra Suriyeli mültecilerin kaldıkları kamp bir grup Lübnanlı tarafından ateşe verildi. Canlarını zor kurtaran mülteciler bölgeyi terk ettiler. Kısa bir süre sonra dönüp baktıklarında, oradaki hayatlarından geriye sadece küllerin kaldığını gördüler. Küle dönen kamp, aslında resmi olarak kurulmuş bir kamp değil. Çünkü buradaki mülteciler, daha önce yine faşist saldırıların hedefi olmuş ve bulundukları yerden tahliye edilmişlerdi. Bir ay kadar önce bir Suriyeli, Lübnanlı birini öldürmekle suçlandı. Cinayetin ardından bölge sakinleri ayaklandı ve yetkililerden Suriyeli mültecileri tahliye etmelerini talep ettiler. Bunun üzerine yaklaşık 270 Suriyeli mülteci, Lübnan'ın kuzeyindeki Bşarre kasabasından tahliye edildi. Yetkililerin buldukları çözüm buydu!.. Fakat çözülen bir şey yoktu, çünkü gerginlik ve tüm Suriyeli mültecilere dönük düşmanlık artarak devam etti. Sonuçta yeni yerleştikleri kasabada da hayatları kül oldu…
Kişisel suçların ya da husumetlerin toplu linçlere dönüşmesine zemin oluşturan siyasi atmosfer sorgulanmadan, kampı yakan faillerin konuşulmasının ve eylemin altında yatan gerekçelerin sıralanmasının hiçbir iyi niyet barındırmayacağı açıktır. Çünkü Lübnan’daki kimi siyasi aktörlerin Suriye’ye yönelik kuşatmanın yanında yer aldıkları biliniyor. Mültecilik de, ABD çizgisindeki Suriye politikasının sonucudur. Lakin aynı kesim bir yandan mülteciliği var eden çizgide ısrar ederken, diğer yandan mülteci karşıtlığını besleyen bir tutum izlemeye devam ettiler. Hem “Suriyeli mültecileri istemiyoruz” dedirten, öte yandan mültecilerin ülkelerine geri dönüşü için asgari şartların sağlanmasının önüne engeller koyan ve dahası, Suriye’ye yönelik her stratejinin odağına mülteciliği yerleştirip bu savaş sürgünlerini araçsallaştıran tutumu kimse sorgulamıyor.
Mülteciler üzerinden siyaset yürütme geleneği sadece Lübnan’la sınırlı değil elbette… Her şeyden önce Suriye savaşını tutuşturan ve hala Suriye’ye düşmanlık güden ülkelerin tümünde izlenen yolun aynı olduğunu söyleyebiliriz. ABD’den AB’ye ve başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerinin tümünde peşinen söylenen şey şu; “Suriye, mültecilerin dönüşü için güvenli değil!...” Oysa en güvensiz bölgenin el-Kaide ve IŞİD türevlerinin işgal ettiği İdlib bölgesi olduğunu bilmeyen yok. Ve bu cihatçıların bölgedeki 3 milyon Suriyeliyi kalkan olarak rehin tuttuklarını da, keza örneğin Türkiye’nin her Suriye operasyonunda yerlerinden edilen yeni mülteciler sorununu da görmezden gelen çok… Öte yandan Rusya’nın öncülüğünde Şam’da mülteciler konferansı düzenlendi, peşinen “bundan bir şey çıkmaz” demenin ve katılımı engellemenin mültecilik sorununu çözmeyeceğinin gayet farkında olanlar da öyle.. Zira Şam’da düzenlenen mülteci konferansında Rusya Uzlaşma Merkezi başkan yardımcısının gazetecilere verdiği demeçte, “Suriye'de şu anda 100.000'den fazla kişiye ev sahipliği yapan 50 mülteci merkezi olduğunu ve 2 milyondan fazla Suriyelinin evlerine döndüğünü” söyledi.[1] Bu açıklama, çözümün minik bir parçasını oluşturuyor ancak, lakin mültecilik sorununun imkânsız olmadığına da işaret ediyor. Ülke dışındaki 6 milyon mültecinin varlığı çok daha ciddi bir sorundur. Ama en büyük sorun, Suriye halkını hedef alan ekonomik yaptırımlardır. Çünkü ülkelerinde ve evlerinde yaşamaya devam eden 18 milyon Suriyeliyi açlığa mahkûm eden, dolayısıyla kendi ülkelerinde mültecilik yaşantısının sefaletini dayatan bir kuşatma söz konusu. Bu yüzden mülteciliği sözde insani boyutuyla ele aldığını söyleyen ama aslında bu insanları sadece “savaş politikalarının malzemesi” olarak gören ülkelerin samimiyetsizliğiyle dolu bir yıl geçti. Hele ki Türkiye’nin mültecileri bir şantaj malzemesi olarak kullandığını bilmeyen yok. Bu 2020 yılı, Türkiye’de mülteciliğin AB ülkelerine karşı tekrar bir şantaj malzemesi olarak kullanılmalarına tanık oldu. İdlib savaşında AB ülkelerinin desteğini alabilmek için kapıların açılacağının açıklanmasını, ardından mültecilerin araçlara doldurularak Yunanistan sınırında bırakıldıklarını ve günlerce devam eden gayri insani koşullarda bekletildiklerini, itilip kakıldıklarını hatırlayalım. Hâsılı kelam, 2020 yılı mülteciler için bir kâbus yılıydı derken, yıl bitmeden Lübnan’da mültecilerin üzerine dumanlı bir kâbus çöktü…
Türkiye açısından 2020: Suriye’de İdlib gerilimiyle başladı, biterken de Ayn İsa gerilimi var
Türkiye’nin yıllık savaş politikalarının nasıl ilerleyeceği daha 2020’in ilk günlerinde belli oldu. 2 Ocak günü Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesinin yolunu açan Libya tezkeresi mecliste onaylandı. Libya müdahalesi dünya çapında gündem oldu ve savaş gerilimi adım adım yükseldi. Birçok ülkeye kafa tutan AKP’nin Libya müdahalesini “meşru” gösterme çabasında akıllarda kalan şey, o zamana kadar kimsenin bilmediği Köroğlu Türklerinin Libya’daki varlığının aniden akıllara gelmesidir. Yine Türkmen kartıyla Libya savaşı tutuşturulmak üzereydi ama bir süre duruldu. Derken, yine aniden İdlib’de Suriye devletine karşı bir savaş ilanıyla yeni savaş gerilimi yanı başımızda yükseliverdi. Bu gerilim, Türkiye için tarihi bir hezimetle neticelendi. Rusya ve İran ile Soçi’de İdlib mutabakatının imzalandığı 2015’ten bu yana yaşanan en büyük felaketti.. 28 Şubat günü aynı anda 33 TSK mensubu yaşamını kaybetti. Himaye altındaki cihatçılara kalkan olmak adına verilen bu büyüklükteki kayıp, AKP’nin Suriye politikasındaki en derin iflasının adı oldu. Üstelik yandaşlar tarafından bile meşruiyeti çok tartışılan bir hamleydi. Çünkü Astana mutabakatında verdiği taahhütlerinin hiçbirini yerine getirmediği halde AKP’nin Suriye ordusuna Suriye topraklarından çekilmesi için süre vermesi ve” aksi takdirde omuz üstünde baş bırakmama” tehditlerini savurması ve ardından “33 şehit bırakıp koşa koşa Moskova’da ateşkes imzalaması” en çok tartışılan konulardı. Bu yılın başlarında İdlib’den gelen böyle bir felaket oldu. Lakin yıl biterken de İdlib gerilimi tırmanışta hala… Suriye ordusunun geri çekilmesini şart koşan AKP kendisi geri çekilmeye, kuşatılan gözlem noktalarını bir bir tahliye etmeye başladı. Yılın sonuna yaklaşılırken son TSK gözlem noktası da sessiz sedasız tahliye edildi, ama çatışmaların hiç dinmediği Cebel Zaviye eteklerinde yeniden konuşlanma yapıldı. Yani devam eden çatışmaların giderek bir cephe savaşına dönüşeceği tahmin ediliyor. Türkiye de yaklaşmakta olan bu savaş için adeta bir savunma duvarı örerek, TSK gözlem noktalarını yeni cephe hattına kurdu. 2020’nin yeni yıla devrettiği İdlib gerilimi hala tırmanışta. Bunun yanı sıra yılı yine Suriye’de bir gerilim ile bitiriyoruz. Bu kez çatışma bölgesi Fırat’ın doğusundaki Ayn İsa’dır. AKP’lilerin şu anda gündemlerindeki savaş bölgesi burasıdır.
Yeniden hortlayan IŞİD’in Suriye’de 2020 istatistiği: 1525 ölüm
2019 yılının sonlarında ABD başkanı Donald Trump “İŞİD’i tamamen bitirdik” ilanını yapmıştı. Ancak kimi zaman “Halife devleti çöktü ama IŞİD bitmedi” denildi, kimi zaman “IŞİD yer altına çekildi ve uyuyan hücreler her an aktifleşebilir” denildi. Oysa IŞİD hep aktifti. Bazen saç-sakal kesip başka cihat savaşlarında (örneğin İdlib) var oldu, bazen Suriye’nin güney kenti Dera’da olduğu gibi suikastlarla kendini gösterdi, bazen çöllerde, kentlerde, Fırat’ın doğusu ve batısında zuhur etti.. Suriye ordusu ve müttefiklerine yönelik IŞİD saldırıların yanı sıra, ABD öncülüğündeki Uluslararası Güçler Koalisyonunun cirit attığı bölgede Suriye Demokratik Güçleri'ne yönelik IŞİD saldırıları ve yürütülen IŞİD’le savaşın boyutları “yıllık IŞİD raporu” olarak yayımlandı.[2] 2020 yılı biterken, Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi (SOHR) adlı muhalif kuruluşun yayımladığı bu rapora göre, IŞİD saldırıları ve IŞİD’le mücadele sonucunda toplam 1525 kişi yaşamını yitirdi. Raporun detayında yer alan istatistiksel dağılım şöyle:
Palmira, Deyrul Zor, Suveyda üçgenindeki el-Badiya çölünde, Hama, Homs, Halep kırsallarında IŞİD saldırılarında Suriye ordusu ve müttefiklerinin can kaybı 1.300 olarak rapor edildi. Fırat’ın doğusunda da durum pek farklı değil. Suriye Demokratik Güçlerinin kontrolü altındaki bölgede IŞİD hücrelerinin 480 saldırısı gerçekleşti. Bu saldırılar sonucunda 10’u çocuk, 86’sı sivil olmak üzere 208 kişi öldü; bu kayıpların 122’si SDG üyesi…
Suriye ordusu ve müttefiklerinin operasyonları sonucunda ölen IŞİD militanlarının sayısı ise 507, SDG operasyonları sonucu ölenlerin sayısı da 30 olarak bildirildi.
Trump’ın yıl boyu enerjisini harcadığı İsrail’e yılın son günlerinde direnişten mesajı var!
Üç gün önce Lübnan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, el-Mayaden televizyonuna uzun bir röportaj verdi. Railyom gazetesinden yayımlanan analize göre[3] Nasrallah’ın açıklamalarında “en önemli” olarak sıralanabilecek beş başlık var. Buna göre ilk sırada Nasrallah’ın “ifşa ettiği bir sır” var. O da şudur: Suudi Arabistan’ın isteği üzerine Nasrallah’a suikast düzenleme planı… Hizbullah liderine göre, “Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman, Washington ziyareti sırasında Trump’tan Hasan Nasrallah’a suikast düzenlenmesini talep etti. Masraflarını kendisinin karşılayacağı suikastın İsrail istihbaratı MOSSAD tarafından yerine getirilmesini de Trump kabul etti.”…
Nasrallah’ın demecindeki bu ifşa önemli elbette ama önemi daha büyük olan ikinci başlık da, Gazze şeridindeki direnişçilere Kornet füzelerinin ulaştırılmasının arkasındaki ismin İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani olduğunu söylemesidir. Bunu ilk defa açıklaması ve açıklamanın zamanlaması ne anlama gelir? Kasım Süleymani, Irak’ta Haşd el-Şabi lideri Ebu Mehdi el-Mühendis ile birlikte bu yılın başında suikasta uğradı. Suikast emrini de Trump verdi. Suikastın birinci yıl dönümü yaklaşıyor. Bundan dolayı Beyaz Saray da gergin. Çünkü son zamanlarda ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğine yönelik sıklaşan saldırılar var. Bu yüzden ABD’nin Bağdat Büyükelçiliğindeki personel büyük oranda tahliye edildi. Sadece Büyükelçi ve en yakınındaki refakatçileri kaldı. Bu arada Washington, elçiliğinin tekrar herhangi bir saldırıya uğraması halinde elçiliğini tamamen çekeceğini bildirdi. Bağdat hükümeti de güvenlik alarmı verdi. Tam da bu gerilimin ortasında Nasrallah’ın Gazze direnişine füzeleri Süleymani’nin ulaştırdığını söylemesi, doğrudan İsrail’e ve dolaylı olarak da hamisine, yani ABD’ye bir mesajdır. Dahası, Rusya’da satın alınan bu füzeleri kimin gönderdiği de önemli. İsrail o zamanlar Rusya'yı, füzeleri Suriye üzerinden Hizbullah güçlerine kaçak yollardan satmakla suçlamıştı, ancak İsrail delegasyonunun Moskova'da yapmış olduğu incelemelerde füzelerin doğrudan Suriye'ye satıldığı görüldü. Evet, Suriye satın aldı, parasını Esat ödedi, ama Gazze’ye yolladı... Hamas’ın Suriye halkına ve bilhassa Suriye’deki Filistinlilere ihanetine rağmen Esat’ın Gazze direnişine füze yollamasına dikkat çekiliyor. Özellikle Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esat’ın ve İran Devrim Muhafızları lideri Kasım Süleymani’nin Gazze direnişine sundukları desteğin şu anda aleni konuşuluyor olması, İsrail’e mesajdan başka bir şey değildir.
Ama İsrail’in huzurunu iyice kaçıran başka mesajlar da geldi. Nasrallah’ın bu röportajından sonra Hamas, Gazze caddelerine Kasım Süleymani’nin afişlerini astı. Afişlerde Süleymani için “Kudüs şehidi” yazıldı. Ardından tarihte bir ilk daha gerçekleşti; Gazze şeridindeki Filistin direniş örgütleri ortak bir askeri tatbikat gerçekleştirdiler. Geçtiğimiz Salı günü başta Hamas’ın askeri kolu İzzeddin el-Kassam Tugayları ve İslami Cihad’ın askeri kanadı Kudüs Seyyireleri olmak üzere 12 direniş grubu 24 saat boyunca ortak askeri tatbikat gerçekleştirdiler. İsrailli analistlerin üzerinde fazlaca kafa yordukları bütün bu olanlar tesadüf değildir.
Giden yılın özeti, gelen yılın sureti
IŞİD’in gelen yılda en büyüyen en büyük tehdit olarak çok konuşulacağı belli oldu. 2020 yılı cürüm raporu yayımlandıktan sonra, bu yılın bitimine 2 gün kala en kanlı saldırısını gerçekleştirdi. Deyrel Zor-Al Mayaden yolu üzerinde yolcu taşıyan bir ototbüs IŞİD hücreleri tarafından pusuya düşürüldü. Yerel kaynakların bildirdiklerine göre 28 Suriye vatandaşı katledildi, 13 sivil de yaralı.. Birileri “IŞİD’i biz bitirdik” diye dursun, maalesef gelen yılın IŞİD belasıyla anılacağı şimdiden görülüyor…
Trump 2020 yılı boyunca neredeyse bütün enerjisini Netanyahu’yu rahatlatmak için harcadı denilebilir. Bu çabanın neticesi olarak Arapların İsrail ile normalleşme anlaşmaları da İsrail’e bir nevi “bahar” hediyesiydi. Ama 2020’nin bitimine beş kala Nasrallah’tan, Hamas’tan ve Gazze direnişinden İsrail’in bahar sevincini karartan mesajlar geldi. Bakalım 2021 nelere gebe olacak!..
Türkiye 2021’e ne aktarabilir? Yılın son günlerinde Libya’ya Türkiye’nin yeniden müdahalesi konuşuluyor. Yani Libya’da ateşkesi tehdit eden savaş cepheleri tekrar ısınıyor. İdlib’de sular zaten kaynıyor ve düşük ölçekte de olsa şu anda Ayn İsa’da bir savaş hali var. Türkiye cenahından 2021’e bu üç noktadan yüksek gerilim aktarılacak gibi görünüyor…
Ve medyaya, hayatında seçim nedir bilmeyen Suudi Arabistan için “Suud Krallığı”, Katar için “Katar Emirliği” vb. kullanılırken, Suriye’den “rejim” diye bahseden akıl, 2020’de de hükmünü sürdürdü… Maalesef ki giden yılın özeti, gelen yılın sureti!...
[1] http://www.xinhuanet.com/english/2020-12/28/c_139624736.htm
[2] https://www.syriahr.com/%d8%a7%d9%84%d8%af%d9%88%d9%84%d8%a9-%d8%a7%d9%84%d8%a5%d8%b3%d9%84%d8%a7%d9%85%d9%8a%d8%a9-%d9%81%d9%8a-2020-%d8%b9%d9%86%d8%a7%d8%b5%d8%b1-%d8%a7%d9%84%d8%aa%d9%86%d8%b8%d9%8a%d9%85-%d9%8a/413115/
[3] https://www.raialyoum.com/index.php/%d9%85%d8%a7%d8%b0%d8%a7-%d9%8a%d8%b9%d9%86%d9%8a-%d9%83%d8%b4%d9%81-%d8%a7%d9%84%d8%b3%d9%8a%d8%af-%d9%86%d8%b5%d8%b1-%d8%a7%d9%84%d9%84%d9%87-%d8%a7%d9%86-%d8%a7%d9%84%d9%84%d9%88%d8%a7%d8%a1-%d9%82/
Artı Gerçek / 01.01.21