26 Eylül ‘99 tarihinde gerçekleşen Ulucanlar katliamının üzerinden 15 yıl geçti. Kurulduğu günden bugüne kadar kanlı ve kirli bir sicile sahip sermaye devletinin katliamlarından biri olan Ulucanlar, aynı zamanda şanlı Ulucanlar Direnişi olarak anılır. Zira, on devrimcinin katledildiği ve onlarca devrimci tutsağın yaralandığı saldırıda ölümüne bir direniş sergilendi.
Ulucanlar Direnişi, aradan 15 yıl geçmesine rağmen çok farklı yönleriyle dersler barındırıyor.
Birincisi; devrimci tutsakların direniş geleneği yarattığı Ulucanlar’da, birçok cezaevinde olduğu gibi ciddi hak kayıpları yaşanmaktadır. Zira, devletin toplumu bir bütün olarak köleleştirme saldırısının bir parçası olarak devrimci öncülerine dönük imha politikası anlamına gelen F Tipi cezaevlerine geçiş gündemdedir. ‘90’lı yılların sonunda, F Tipi cezaevleri hazırlıklarının yoğunlaştığı bir dönemde zindanlarda dişe diş bir irade savaşı yaşanmaktadır. Böyle bir dönemde Ulucanlar Cezaevi’ndeki devrimci tutsaklar, sadece devrimci tutsaklara yönelen saldırılara yanıt vermeyi değil, yeni haklar elde etmek için fiili-militan mücadeleyi esas alırlar. Ulucanlar’da gerçekleşen operasyonda devletin uyguladığı vahşi terörün ve dört duvar arasında “teslim olun” çağrılarının gerisinde devrimci tutsakların eylemli süreçle devlete “meydan okuması” yatmaktadır.
İkincisi; bu vahşi terör karşısında ölümüne direniştir. Bugün emperyalist-kapitalist sistemin bunalımlar içinde debelendiği, Haziran Direnişi ile birlikte yeni dönem kapılarının aralandığı bir zamanda, sol hareketin sürecin ihtiyacına göre hazırlanmak bir yana gün geçtikçe tasfiyeciliğin ve liberalizmin batağına saplandığına tanık oluyoruz. Bugün Ulucanlar ve bir dizi direnişin unutulmasının gerisinde devrimden kopuş, düzen kulvarına boylu boyunca savrulma yatmaktadır. İşte bu yüzden, devrimin değerlerini her şeyin üstünde tutmak, unutulan değerleri hatırlamak, onları mücadelemize rehber edinmek büyük önem taşıyor.
Üçüncüsü ise siper yoldaşlığıdır. Türkiye devrimci hareketinin geçmiş mirasından devralınan siper yoldaşlığı, devrimciliğe ve devrimci değerlere aittir. Ulucanlar’da da siper yoldaşlığı tam da bu değerlere yaslanarak anlam kazanmıştır. Farklı siyasal hareketlere mensup devrimciler, üzerlerine gelen kurşunları paylaşmış, birbirlerine siper olmuşlardır. Bugün devrimden kopuşun, savrulmanın derinleştiği bir zamanda siper yoldaşlığı kavramı da çoktan unutulmuş durumdadır. Sol güçler arası şiddetin ve düşmanlık tohumlarının derinleştiği bugünlerde, Ulucanlar’daki direniş ruhunun ayrılmaz bir parçası olan siper yoldaşlığının önemini vurgulamak da büyük önem taşımaktadır.
Düşünen önderler, savaşan neferler!
Ulucanlar’ın komünistler için önem taşıyan bir başka yanı ise, bu katliamda 2 değerli yoldaşını kaybetmesidir. Yaşamları gibi ölümleri ile de örnek olan bu iki komünistten öğrenmek, onların kimliğinde bütünleşen komünist hareketin değerlerini kavramak, özellikle genç komünistler için büyük önem taşımaktadır. Bugün Ulucanlar Direnişi’ni anarken, direniş şahsında yoldaşlarımızı ve onların bizlere bıraktığı mirası anmak, onların devrime adanmışlıklarından öğrenmek, devrim yürüyüşümüzde önemli bir yerde duruyor.
Habip ve Ümit yoldaşa dair Parti’nin açıklamaları ve değerlendirmeleri kitaplaştırılmış bulunuyor. Açıklamaları ve değerlendirmeleri, yoldaşlarımızın yaşamlarına ilişkin anlatımları tekrar etmek gerekmiyor. Ancak her fırsatta olduğu gibi içinden geçtiğimiz bu süreçte, yoldaşlarımızın taşıdığı, komünist hareketle bütünleşen değerleri bir kez daha anımsamak gerekiyor.
Her şeyin ötesinde, bugün içinden geçtiğimiz dönem, aynı zamanda gün geçtikçe devrimci değerleri tahrip eden liberalizmin bataklığında, devrimci örgüt bilincini kuşanmış dava insanı olmak büyük önem taşıyor. Birbirinden farklı sosyal-sınıfsal kökene sahip, farklı gelişim süreçlerinin içinden geçerek partili mücadelede yaşamları kesişen 2 yoldaşımız, yaprağın kımıldamadığı, toplumsal mücadelenin dünya ve Türkiye ölçeğinde geri olduğu “zor” bir dönemde tereddütsüzce devrim davasına kendilerini adamışlardır. Kuşkusuz ki, Habip ve Ümit yoldaşı dava insanı haline getiren ise inandıkları dünya görüşünü, marksist-leninist ideolojiyi kuşanmaları ve temelde şekillenen komünist hareketin değerleriyle bütünleşmeleridir. Sovyetler’in yıkılmasının ardından sosyalizme dair gerici saldırganlığın tırmandığı, dünya ölçeğinde neo-liberal politikaları hayata geçirmek için işçi ve emekçilere kapsamlı saldırıların yaşandığı, toplumsal mücadelenin dibe vurduğu bir dönemde, devrim davasını en ileriden sahiplenebilmek, kuşkusuz ki, bu değerleri içselleştirmek, bilince çıkartmak ve yaşamıyla da bütünleştirmekle olanaklıdır.
Gözaltında, mahkemede, zindandaki direnişleri, yaşamlarının her anını işçi, emekçi ve gençleri devrim mücadelesine seferber etmek için enerjik bir çaba ortaya koymaları, yaşamlarını tümüyle davanın ihtiyaçları ekseninde kurmaları dava insanı olmalarının da göstergeleridir.
“Kahraman” değil, her yönüyle insan olan yoldaşlarımız, bu davanın bir sıra neferi oldukları gibi, düşünen önderleri de olabilmişlerdir. Habip ve Ümit yoldaş'a cisimleşen üstün özellikler, örgütlü yaşam içinde kazanılmış, Parti’nin yarattığı değerlerin toplamıdır.
Habip ve Ümit yoldaşın yaşamlarını yitirmelerinin ardından kendilerine dair yapılan anlatımda “düşünen önder ve savaşan nefer” tanımlaması yapılmıştır. İlkokul mezunu bir işçi ve yarı-aydın kökenden gelen genç bir devrimci de, geleneksel sol hareketin kadro algılarının dışına çıkarak, bir yandan mücadelenin sarsılmaz neferleri olarak mücadele etmişler, öbür yandan çok yönlü bir gelişim süreci içinde olarak, var olanla yetinmeyerek, kendilerini her an devrimci mücadelenin çıkarları ekseninde çok yönlü olarak üretmeyi başarabilmişlerdir. Bugün içinden geçtiğimiz dönemde yoldaşlarımızın yaşamlarından, onların çok yönlü gelişim çizgilerinden öğrenmek bir sorumluluktur.
Kuşkusuz ki, Habip ve Ümitler’in uğruna bedel ödedikleri bu davayı zafere taşımak, onların da bir parçası oldukları mirası sahiplenerek, büyüterek ve elbette onları da aşarak olanaklı olacaktır.