“Tartışma konusu olan tamamen ilkesel bir sorundur: mücadele proletaryanın burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi olarak mı yürütülmelidir, yoksa oportünist bir tutumla [...] daha fazla oy, daha fazla ‘taraftar’ elde etmek için mümkün olan her yerde hareketin ve programın sınıfsal karakterinin bir kenara bırakılmasına izin mi verilmelidir?”
F. Engels, Bebel’e mektup, 28 Ekim 1882
Karl Marx’ın dava yoldaşı, dostu ve bilimsel komünizmin kurucularından Friedrich Engels, insanlık tarihinin en önemli bilim insanlarından ve devrimcilerinden biridir. “Engels’in tüm eserlerine başvurmadan Marksizmi anlamak ve tutarlı bir şekilde sunmak mümkün değildir” diye yazmıştır Lenin.
Bugün Rusya-Ukrayna savaşının nedenlerine, emperyalist güç ilişkilerinde yaratacağı sonuçlara ilişkin tartışmalar yapılıyor. Televizyonlarda her gün sözde askeri stratejistlerin savaşı kimin kazanacağına ilişkin yorumlarını izliyoruz. Tüm bunlar gözetildiğinde, bilimsel sosyalizmin ustalarının savaşlara ilişkin teorik analizlerine dönüp bakmak, 202. doğum yıldönümünde Engels’e yeniden başvurmak bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Herşey işçi sınıfının kurtuluşu için!
Engels’in tüm yazdıkları işçi sınıfının kurtuluş mücadelesine, devrimci proleter hareketin ihtiyaçlarına somut bir katkıdır. Onun için, bilimsel sosyalizmin sınıf mücadelesinin pratiğiyle bağlantısı, komünizmin ilkelerinin sürekli yeniden doğrulanmasının temelini oluşturur. Onda soyut akademik tartışmalara yer yoktur.
Engels, tüm siyasi değerlendirmelerinde ve mektuplarında, somut analiz planında ve materyalist diyalektik yöntemi kullanmada ustalığını defalarca ortaya koymuştur. Bu büyük devrimci, ilkelere bağlılığı asla doktriner olmakla karıştırmamıştır. Her zaman marksistlerin, değişik ülkelerde farklı şekillerde gelişen ve genellikle “programa uygun” olmayan işçi hareketiyle bağlantı kurmaları gerektiği uyarılarında bulunmuştur. Engels öncelikli sorunun, şu ya da bu işçi örgütünün bilimsel olarak hatasız bir programı var mı tarzında olmaması gerektiğine dikkat çekmiştir. Aslolan, partinin burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadelenin ateşi içinde gelişip gelişmediğidir. Marksizmin sadece soyut propagandayla etkili olamayacağını, temelde kitlelerin kendi pratik deneyimleriyle yakın ilişki içinde başarı sağlayacağını her defasında hatırlatmıştır.
Engels böylece hem kitle hareketine burun büküp uzak duran sekterliğe, hem de kitle kuyrukçuluğuna karşı tutum almıştır. İşçi önderlerine yazdığı mektup ve uyarılar birçok yönüyle bugün hala güncel ve öğreticidir. Engels, tüm ülkelerde (ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da) hem kitle hareketinin somut ihtiyaçlarını ve biçimlerini dikkate almayan “sol” oportünizmle, hem de kendiliğinden kitle hareketine uyum sağlayan ve böylece işçi sınıfını burjuva siyasetinin yedeğine alan sağ oportünizmle sürekli biçimde mücadele etmiştir. Örneğin Fransa’da, sağ oportünizm sol sekterlikten daha yaygın ve daha tehlikeliydi. Ve gerisinde bir parça şovenizm vardı. Engels, bazı Fransız sol politikacıların, işçilerin “Alman” Marksizmini öğrenmelerinin pek de önemli olmadığı savlarının gerisinde bu sağcı tutumun olduğunu vurguluyordu.
Engels, Alman partisinin proleter sınıf mücadelesinin yeni sorunlarını (devrimci parlamenter taktiklerin geliştirilmesi, anti-sosyalist yasa koşullarında legal ve illegal mücadelenin birleştirilmesi, tutarlı anti-militarist mücadelenin büyütülmesi, proletaryanın yeni örgütlenme biçimlerinin oluşturulması) devrimci bir bakış açısıyla el almaları için özel bir gayret sarfetti. Alman işçi hareketinin mücadele deneyimlerini ve sorunlarını dikkatle gözlemledi, tahlil etti ve bundan dünya işçi hareketinin devrimci mücadelesi için genel teorik sonuçlar çıkardı.
Buna dikkat çeken Lenin, August Bebel’in partisinin iki şekilde etkili olduğunu söyler. Bunlardan ilki, Alman işçi hareketi içinde sosyalist öğretinin, stratejik ve taktik önderliğin, doğrudan sınıf mücadelesinin, gündelik örgütsel-politik çalışmayla bütünlük oluşturmasıdır. İkincisi ise, Engels’in bunlardan hareketle stratejik, taktik ve politik deneyimleri genelleştirerek bilimsel komünizme yaptığı katkıdır.
Engels’in Alman sosyal demokrasisine desteği Marx’ın ölümünü izleyen yıllarda özellikle önemliydi. Bismarck, anti-sosyalist yasa döneminde, özellikle de 1883-1887 yılları arasında, işçi sınıfına bir “rüşvet” girişimi olan ve işçi hareketini düzen içi liberal-reformist kulvara çekmeyi amaçlayan “sosyal politikalar”a yönelmişti. Bu dönemde partide, özellikle Reichstag milletvekillerinin oportünist yaklaşımlarını, devlet sorunu ile marksist strateji ve taktiğin tüm sorunlarını ele alan, bugün de güncelliğini koruyan tartışmalar yaşanmıştır. Engels’in bu tartışmalara doğrudan müdahalesi, bu çerçevede stratejik ve taktiksel somut önerileri olmadan, devrimci kanadın etkili olması mümkün değildi
Engels askeri sorunlara ve savaş tarihine ilişkin katkılarıyla da ayrı bir yere sahiptir. Bu çerçevede o, savaş sanatının büyük tarihçisi ve teorisyeni olarak da anılmaktadır.
Paul Lafargue, Engels’in ilk ilgi alanları filoloji ve savaş sanatıydı, bu alandaki en son gelişmeleri her zaman titizlikle takip etti diye yazmıştır.
Eleanor Marx-Aveling ise, Engels’in ansiklopedik bilgisine ve entelektüel ilgi alanlarının çok yönlülüğüne dikkat çeker. Hiçbir şey ona yabancı değildir. Doğa tarihi, kimya, botanik, fizik, filoloji (Fransız gazetesi Le Figaro yetmişli yıllarda onun hakkında, “yirmi dilde dili dönüyor” diye yazmıştı), ekonomi politik ve bu arada savaş sanatı…
Engels tekel öncesi kapitalizm döneminde yaşamıştır. Onun teorik-politik faaliyetinin, savaş ve devrim konularına ilişkin değerlendirme ve öngörülerinin değeri, yaşadığı bu tarihsel dönem gözetilmeden tam anlaşılamaz. Tekelcilik öncesi kapitalizmin gelişiminde 1871 yılı bir dönüm noktasıdır. Avrupa ve Kuzey Amerika’da ulus devletlerin oluşumunun ancak tamamlanabildiği bu süreçte, 1871’de Paris Komünü burjuvazinin egemenliğine ilk darbeyi indirir. 1871’e kadar olan dönem, kapitalizmin sağlamlaştırılması sonucunu yaratan devrimler ve savaşlar dönemidir. Ama bu aynı zamanda, işçi hareketinin politik olarak ortaya çıktığı ve ilk kitlesel örgütlenmelerin gerçekleştiği, bilimsel sosyalizmin özellikle Almanya’daki işçi hareketinde vücut bulduğu bir dönemidir.
“Manchester’daki savaş ofisi…”
Marx, Engels’in askeri konulardaki değerlendirmelerine büyük bir güven duyuyordu. Bir arkadaşına şöyle yazmıştı:“Eğer herhangi bir askeri hareket sona ererse, o zaman Manchester’daki savaş ofisi’nden [Engels’ten!] gelecek acil talimatlara güveniyorum.”
Marx, Engels’in jeostratejik ve jeopolitik analizlerinden etkilenmiş ve onları övmüştür. Engels’ten askeri sorunlar ve savaş tarihi üzerine tarihsel materyalizmin ışığından değerlendirme yapmasını istemiştir.
Öte yandan Engels de, bilimsel devrimci teorinin temellerinin atılmasına katkısından söz ederken, savaş bilimi alanındaki uzmanlığı konusunda şu dikkate değer vurgulamayı yapmıştır:
“Benim katkıda bulunduğum şeyleri Marx muhtemelen bensiz de yapabilirdi -en fazla birkaç özel konu dışında belki. Bu özel konulardan biri de savaş bilimiyle ilintilidir.”
Engels, savaş tarihinin, savaştaki ve askeri örgütlenmedeki değişimlerin basit formüllere indirgenemeyecek kadar karmaşık olduğunu iyi biliyordu. Silah teknolojisindeki gelişmeler savaş sanatı için ne denli önemli olsa da, Engels onu her şeyi belirleyen bir faktör olarak görmemiştir. Anayasanın, sosyal düzenin, eğitimin, askeri eğitimin ve askeri aktörlerin kendilerinin etkisi de aynı ölçüde önemliydi. Clausewitz’i de yakından izleyen Engels, savaşı silah teknolojilerinin çatışması değil, siyasi bir olgu olarak ele alıyordu.
Engels, tarihsel materyalizme ve diyalektiğin ilkelerine dayanarak, savaşın ve ordunun sınıfsal karakterini ilk analiz eden kişidir. Savaşı, insan toplumunun gelişiminden ayrı düşünülmemesi gereken sosyo-tarihsel bir olgu olarak nitelendirmiştir. Savaşın ve ordunun ortaya çıkışının toplumsal-tarihsel nedenlerini net bir biçimde ortaya koymuştur.
Üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı düzen üzerinde şekillenen ordu ve buna bağlı olarak savaş, sömürücü sınıfların ülke içindeki konumlarını koruma ve sağlamlaştırma, diğer ülkeleri fethederek ve halklarını köleleştirerek kendi egemenliklerini pekiştirmenin en önemli araçlarıdır. Engels ve Marx, savaşların nedenlerini ve amaçlarını açıklığa kavuşturduktan sonra, savaşın şu ya da bu sınıfın ya da devletin politikasının şiddet içeren araçlarla sürdürülmesi olduğu tezini bilimsel olarak temellendirdiler.
Engels’in askeri sorunlara ilgisi salt entelektüel değil, iktidarın işçi sınıfı tarafından alınması sorunuyla sıkı sıkıya bağlantılıydı. Nitekim savaş olgusunun analizini, askeri teorinin devrimin stratejik, taktik ve hatta teknik sorunlarını çözmek üzere uygulanmasıyla birleştirmişti. Prusya topçu birliğinde yirmi bir yaşındayken geçirdiği kısa bir askeri deneyimden sonra, 1849’da Almanya’daki devrim sürecinde Baden ayaklanma ordusunun saflarında savaşa katılmış, o dönemden itibaren askeri sorunlara büyük bir ilgi göstermişti.
Birinci Dünya Savaşı’nı öngörmek!
Engels Avrupa’daki gelişmeleri, artan militarizmi ve sömürgeci eğilimleri, buna dayalı diplomatik çıkışları dikkatle gözlemledi. Dönemin önde gelen sosyalistlerine (Bebel, Liebknecht, Lafargue ve diğerlerine) yazdığı çok sayıda kişisel mektupta ve güncel makalelerinde, Avrupa diplomasisindeki gelişmeleri ayrıntılı olarak tartıştı. Devrimci işçi hareketinin egemen sınıfların dış politikasına kayıtsız kalamayacağını önemle vurguladı. 1880’lerde Avrupa’daki gelişmelerden hareketle, herhangi bir büyük Avrupa gücünün dahil olacağı bir silahlı çatışma durumunda, savaşın artık yerel sınırlarda kalamayacağı, hızla genel bir savaşa dönüşeceği sonucuna varmıştı.
Engels’in 19 Aralık 1887’de yazdıkları, gerçek bir bilimsel öngörü şaheseridir. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından neredeyse 30 yıl önce, sadece savaş sahnesinde beklediği olayların gidişatını değil, aynı zamanda siyasi sonuçlarını da parlak bir biçimde analiz etmeyi başarmıştı.
Amerika’daki İç Savaş ordularına sadece burun kıvıran Avrupalı profesyonel askerlerin aksine, Engels bu savaşın gidişatını detaylı bir şekilde incelemişti. Ona göre geleceğin tüm savaşları, yeni ulaşım ve iletişim araçları olan demiryolu ve telgrafın belirleyici rol oynayacağı sanayi savaşları olacaktı. 1870-71 Fransa-Prusya savaşının deneyimi bu inancını ayrıca güçlendirdi. Avrupalı büyük güçler siyasi açıdan kendilerini er ya da geç genel bir savaşa yol açacak bir çıkmazın içine sokmuşlardı. Peki bu öngörü rastlantı mıydı? Elbette hayır.
Engels neredeyse o dönemdeki tüm savaşları tanımlamış ve yorumlamıştır. Kırım Savaşı, Avrupalı büyük güçlerin askeri örgütlenmelerinin zayıflıklarını gözler önüne sermiştir. İngiliz sömürge yönetiminin kırılganlığını ortaya çıkaran Hindistan’daki Sepoy ayaklanmasını, İtalyan kurtuluş savaşını ve ABD İç Savaşı’nı değerlendirmiştir. Bu sonuncusuna ilişkin Marx ile farklı bir yaklaşım içinde oldukları ve tartıştıkları bilinmektedir. Çünkü her ikisi de Kuzey devletlerini savunmasına, sanayi olarak gelişmiş ve daha kalabalık olan Kuzey’in zaferini uzun vadede kaçınılmaz görmesine rağmen, Engels konfederasyona da şans tanımıştır. Daha iyi generalleri vardı, orduları her zaman sayıca az olmasına rağmen daha iyiydi. Silah bakımından Kuzey ile boy ölçüşemezlerdi ama savaşma moralleri daha iyiydi. Generalleri daha stratejik bir bakışa ve büyük bir taktik beceriye sahipti. Kuzey’in daha fazla askeri ve malzemesi vardı ama başarı sağlayacak bir stratejisi yoktu. Kuzey’in Güney’i yenebileceği stratejiyi geliştiren Engels olmuştur.
Bu açıdan Engels, ABD İç Savaşı’nın (1861-1865) savaş sanatının geleceği açısından taşıdığı tarihsel öneme ve Fransa-Prusya Savaşı’nın (1870-1871) Avrupa militarizmi açısından temsil ettiği dönüm noktasına ilk işaret eden kişidir.
Engels, döneminin jeostratejik ve jeopolitik tartışmalarına doğrudan müdahale etti. O dönemde Avrupa’nın tüm ulus devletlerinde popüler olan ve Almanların Ren sınırını savunmak için Yukarı İtalya’da Po nehri üzerinden Fransa’ya saldırmasını öngören “doğal sınırlar” teorisini eleştirdi ve çürüttü.
“Kahince sözler”!
Engels, Sigismund Borkheim’ın “Zur Erinnerung an die deutschen Mordspatrioten” (1806-1807) adlı broşürüne yazdığı giriş yazısında (1887’de yazılmış ve 1888’de yayımlanmıştır), kehanet gibi görünen şu değerlendirmeyi yapmıştı:
“Ve son olarak, Prusya-Almanya için bir dünya savaşından başka bir savaş mümkün değildir, hatta şimdiye kadar hayal bile edilemeyecek büyüklükte ve vahşilikte bir dünya savaşı. Sekiz ila on milyon asker birbirini boğazlayacak. (...)
“Otuz Yıl Savaşları’nın üç dört yıla sıkıştırılmış ve tüm kıtaya yayılmış yıkımı; kıtlık, salgın hastalıklar, orduların ve kitlelerin şiddetli ihtiyaçtan kaynaklanan genel vahşeti; ticaret, sanayi ve kredi alanındaki yapay işlerimizin umutsuzca karışması ve genel iflasla sonuçlanması; eski devletlerin ve geleneksel devlet bilgeliğinin çöküşü, böylece düzinelerce tacın kaldırımlar üzerinde yuvarlanması ve onlara dönüp bakacak kimsenin bulunmaması; her şeyin nasıl sona ereceğini öngörmenin mutlak imkansızlığı (...); sadece bir sonuç kesindir: Genel tükeniş ve işçi sınıfının nihai zaferinin koşullarının oluşması.” (MEW, Cilt 21, s.350)
Lenin’in “kahince” olarak nitelediği (“Kahince sözler” başlıklı makale) bu değerlendirme gerçekten de son derece şaşırtıcıdır. Ortaya çıkan sonuca bakalım: Savaş sonrasında Almanya’da, Avusturya-Macaristan’da, Rusya’da ve Türkiye’de monarşist imparatorluklar tarihe karıştı. Avrupa haritası kökten değişti. Almanya ve İtalya önemli topraklardan vazgeçmek zorunda kaldı. Yeni devletler kuruldu ya da farklı bir biçimlerde yeniden inşa edildi. Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan bunlardan sadece birkaçı. Böylece Engels, 27 yıl öncesinden, gelecekteki Alman savaşının küresel karakterini ve Birinci Dünya Savaşı’nın yol açacağı “şimdiye kadar hayal edilmemiş boyuttaki” büyük yıkımı öngörmüştü. Ayrıntılar da dikkat çekicidir. Savaşın ne kadar süreceği (“üç dört yıl”!) ve ölen asker sayısı (“sekiz ila on milyon”!). Bu sonuncusu resmi rakamlarla neredeyse aynıdır. Ayrıca “genel tükeniş”e yol açacak askeri sonuçlar ya da Almanya Kayzeri II. Wilhelm ya da Rus Çarı II. Nikola’da olduğu gibi taçların kaldırımlarda yuvarlanacağı siyasi sonuçlar. Ve son olarak, bu sürecin işçi sınıfının nihai zaferi için gerekli koşulları yaratacağı öngörüsü. Sadece Rusya’da değil, Almanya, Macaristan, Finlandiya ve daha sonra İtalya’da devrimci gelişmelere yol açan siyasal-toplumsal koşullar...
İşçi sınıfı savaşı önlemek zorunda!
Engels, savaşların önlenmesinin tek yolunu sosyalist devrimin zaferinde görüyordu. Bununla birlikte, burjuvazinin egemenliği koşullarında işçi sınıfı, aktif anti-militarist eylemlerle burjuva hükümetler üzerindeki baskı oluşturarak, bu sömürücü sınıfların savaş planlarını bozmak, gerici çevreleri tecrit etmek ve savaş engellemek zorundaydı. Hayatının son yıllarında enerjisinin çoğunu bu amaca adadı.
Engels ile Bebel, uluslararası işçi hareketinin diğer önderleri gibi, bir dünya savaşının burjuvazinin egemenliğini sarsacağına ve halkların devrimci gelişimini hızlandıracağına inanıyorlardı. Fakat diğerlerinden farklı olarak Engels, varsayımlar üzerinden devrim için çözüm aramanın ürkütücü sonuçlarına dikkat çekiyordu. Milyonlarca kurban üzerinden bir çözüm, işçi hareketi için öncelik olamazdı. Çünkü savaşın kurbanları esas olarak sömürülenler ve ezilenler olacaktı. Bir dünya savaşının, tetikleyeceği bir dünya grevi yoluyla, siyasi güç dengelerini aniden değiştirilebileceğine dair anarşist spekülasyonlar da Engels tarafından kararlılıkla reddedildi. O bunları temelsiz ve tehlikeli yanılsamalar olarak görüyordu. Öte yandan, savaşa karşı tutumda belirleyici olan, pasifist ya da oportünist görüşler değil, ilke olarak halkların çıkarları ile tam bir uyum içinde olan sosyalist hareketin çıkarlarıydı.
Şovenizm tırmanacak!
Engels savaş ve devrim diyalektiğine, karşılıklı etkileşim süreçlerinin yaratacağı sonuçlara ilişkin şöyle yazıyordu:
“Bir Avrupa savaşını talihsizlik olarak görüyorum; bu kez çok ciddi bir savaş olacak ve her ulus varolma savaşı vereceği için gelecek yıllar boyunca her yerde şovenizmi körükleyecektir. Zaferin arifesinde Rusya’daki devrimcilerin tüm çalışmaları boşa gidecektir. Almanya’daki partimiz şovenizm seli tarafından batırılacak ve tahrip edilecektir. Aynı şey Fransa’da da olacaktır.” (Engels, A. Bebel’e mektup, 22 Aralık 1882, Cilt 35, s.416)
II. Enternasyonal’in dağılması ve işçi hareketlerinin tanınmış önderlerinin kendi burjuva hükümetlerinin yanında yer alarak sosyal şovenizm akıntısına kapılması, halkların “anayurt savunma” safsatasıyla birbirine kırdırılması... Engels’in öngörüleri gerçekten de “kahince”dir!
Ve 1886’da Bebel’e şunları yazar:
“Kısacası, bu kaosun sonucunda tek bir kesin sonuç var: şimdiye kadar duyulmamış ölçekte kitlesel kıyım, şimdiye kadar duyulmamış ölçekte tüm Avrupa’nın tükenmesi ve nihayetinde tüm eski sistemin çökmesi...
“Bizim için doğrudan bir başarı ancak Fransa’da gerçekleşecek bir devrimle elde edilebilir -ki bu devrim Fransızlara Avrupa proletaryasının kurtarıcısı rolünü verecektir. Bunun ikincisi için en iyisi olup olmayacağını bilmiyorum; ideal Fransız şovenizmini aşırı derecede artıracaktır. Almanya’nın bir yenilgiden sonra toparlanması, Fransa ile barışa yol açarsa mümkün olabilir. En uygun olanı bir Rus devrimi olabilirdi, ancak bu da yalnızca Rus ordusunun çok ciddi yenilgilerinden sonra beklenebilir...
“Şu kadarı kesin ki, savaş her şeyden önce hareketimizi tüm Avrupa’da geriye itecek, birçok ülkede tamamen parçalayacak, şovenizmi ve ulusal nefreti körükleyecek ve birçok belirsiz olasılık arasında bizim sadece savaştan sonra her şeye yeniden başlamamızı, ama bugünkünden çok daha elverişli bir zeminde başlamamızı sağlayacaktır.” (MEW, Cilt 36, s.524, Bebel’e mektup, 13 Eylül 1886)
25 Mart 1889’da Engels’in Fransız sosyalisti Paul Lafargue’a verdiği yanıt da işçi hareketi için oldukça öğreticidir.
1888’de eski general Georges Boulanger, yolsuzluklarına vurgu yaparak Üçüncü Cumhuriyet’in elitlerine karşı kitlesel bir sağ popülist hareket başlatmıştı. Lafargue, sadece köylülerin ve küçük burjuvaların değil, işçilerin de bu harekete büyük bir ilgi göstermesini devrim öncesi durumun ifadesi olarak görüyordu. Boulanger’e karşı cepheden tavır alınmaması gerektiğini, destekçilerini etkilemek için yanlarında durmayı öneriyordu.
Engels bu yaklaşıma şiddetle karşı çıktı. Boulanger’in kazanması halinde verdiği sözleri tutamayacağının altını çizdi. Boulanger kazandığında, en güçlü kartı olan şovenizmi kullanacak ve Rusya ile ittifak halinde Almanya’ya karşı savaş çabasına girecekti. Lafargue ise Boulanger’e destek veren kitlelerin silahlanmasına olumlu bakıyor, bunu halkın genel silahlanması olarak yorumluyor, dolaysıyla silahlanmaya devrimci bir muhteva yüklüyordu.
Engels bu yaklaşımı cepheden eleştirerek yanıtladı:
“Savaş söz konusu olduğunda, benim için tüm olasılıklar arasında en korkunç olanıdır. Aksi takdirde Madam Fransa’ın kaprisleri umurumda olmazdı. Ancak on ila on beş milyon insanın savaşacağı ve sadece onları beslemek için eşi görülmemiş bir yıkım getirecek bir savaş; hareketimizin daha fazla ve genel olarak bastırılmasını, tüm ülkelerde şovenizmin şiddetlenmesini ve nihayet 1815’ten on kat daha kötü bir zayıflamayı, kan kaybeden tüm halkların tükenmesinin bir sonucu olarak bir gericilik dönemini getirecek bir savaş - ve tüm bunlar bu acı savaştan bir devrim çıkma ihtimaline rağmen beni dehşete düşürüyor. Özellikle de Almanya’daki hareketimiz nedeniyle, barış bize neredeyse kesin bir zafer getirirken, bu hareket zorla yıkılacak, ezilecek ve yok edilecektir.” (MEW, Cilt 37, s.171)
Devrim ve savaş diyalektiği
Engels, sosyal demokrasi saflarında her geçen yıl daha fazla etkili olan sosyal ve demokratik hakların elde edilmesindeki ilerleyişi geçici bir durum olarak değerlendiriyordu. Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin 1890 seçimlerinde 1.4 milyon oyla (%19.75) ilk büyük bir başarı elde etmesinden birkaç ay sonra, Londra’dan Hermann Schlüter’e şunları yazıyordu:
“Burada her şey yolunda gidiyor, Almanya’da da Wilhelmchen [Kayzer II. Wilhelm] genel oy hakkını kaldırmakla tehdit ediyor –şimdilik başımıza bundan daha kötü bir şey gelemez! Zaten ya dünya savaşına ya da dünya devrimine ya da her ikisine doğru hızla sürükleniyoruz.” (14 Haziran 1890, MEW, Cilt 37)
Engels, 1891 tarihli “Almanya’da Sosyalizm” başlıklı makalesinde, bu sorun üzerinde bir kez daha durma ihtiyacı duydu. Alman sosyalistleri, “barışın kesin zaferini beklemek yerine tüm yumurtalarını bir sepete koydukları savaşı istiyorlarsa çıldırmış olmaları gerekir. Hangi milletten olursa olsun hiçbir sosyalist, herhangi bir hükümetin ‘savaşçı zaferini’ isteyemez.
“İşte bu yüzden tüm ülkelerdeki sosyalistler barıştan yanadır. Ama eğer savaş çıkarsa, o zaman kesin olan tek bir şey var: on beş ila yirmi milyon silahlı adamın birbirini katledeceği ve tüm Avrupa’yı daha önce hiç olmadığı kadar harap edeceği bu savaş -bu savaş ya sosyalizmin derhal zaferini getirmeli ya da eski düzeni tepeden tırnağa çökertip öyle bir yıkıntı yığını bırakmalı ki, eski kapitalist toplum eskisi gibi kendini toparlayamasın ve toplumsal devrim on ya da on beş yıl ertelense de, ama o zaman da daha hızlı ve emin bir yoldan zafere ulaşmak zorunda kalsın.” (MEW, Cilt 22, s.245)
Böyle bir savaş asla sömürülenlerin ve ezilenlerin çıkarına olmayacaktır. Bu nedenle Fransız sosyalistlerine şunları yazmıştır:
“Her iki ülkenin (Almanya ve Fransa) sosyalistleri barışın korunmasıyla eşit derecede ilgilenmektedir, çünkü savaşın yükünü taşımak zorunda kalacak olanlar onlardır.”
Özellikle Engels’in devrimlerle ilgili öngörüsü üzerinde durulması gerekiyor. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda sadece Ekim Devrimi değil, kısa bir süre sonra başka ayaklanmalar ve devrim girişimleri de gerçekleşti. 1917 Ekim Devrimi sadece dünyanın ilk sosyalist işçi iktidarını kurmakla kalmadı, aynı zamanda Avrupa’nın çok ötesinde bir siyasi etki yarattı. Çinli komünistlerin mücadelesini ve zaferini, Ekim Devrimi’nin Asya’daki yankısı yarattı. Kızıl Ekim’in tohumları İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Doğu, Güneydoğu ve Orta Avrupa’nın bir dizi ülkesinde filizlendi. Halk demokrasisi ve sosyalist iktidarların ortaya çıkmasına yol açtı.
Lenin, muzaffer Rus devriminin Avrupa’da, özellikle de Almanya gibi son derece gelişmiş kapitalist ülkelerde, köklü dönüşümler için bir yol gösterici olabileceğini umuyordu. Ebert, Scheidemann ve Noske gibilerden oluşan SPD yönetimi, ittifak içindeki büyük junkerlerin karşı devrimci güçleri, Alman Kasım Devrimi’nin boğdukları için tarih farklı bir seyir izledi. Engels, sosyal demokrasinin ülkede yükselişe geçtiği ve Reichstag’da giderek daha fazla sandalye kazandığı 1887 yılında, bu sonucun mümkün olabileceğini düşünememişti.
Hayatı boyunca, her türden oportünist, revizyonist ve diğer burjuva kalemşörleri tarafından türlü suçlama ve karalama saldırılarıyla yüzyüze kalan Engels, gerçek devrimciler için oportünizme karşı siyasi mücadelede yol gösterici bir yıldız olarak parlamaya devam edecektir…