(İsviçreli genç işçiler önünde 9 (22) Ocak 1917’de Zürih Halk Evinde Almanca olarak yapılan konuşma...)
Genç Arkadaşlar, Yoldaşlar!
Bugün, haklı olarak Rus devriminin başlangıcı sayılan “Kanlı Pazar”ın 12. yıldönümü...
Papaz Gapon’un öncülüğünde binlerce işçi, yalnız Sosyal Demokratlar değil, çara bağlı halk da, çara dileklerini bildirmek için, kentin bütün kesimlerinden başkentin merkezine, Kışlık Sarayın önündeki alana aktı. İşçiler ikonlar taşıyordu. Önderleri Gapon çara bir mektupla kişisel güvenliğinin sağlandığını bildirip halka gözükmesini diledi.
Birlikler çağrıldı. Atlılar ve kazaklar kılıçlarını çekerek kalabalığa saldırdılar. Silahsız işçiler dizleri üstüne çöktüler, çarı görmelerine izin vermeleri için kazaklara yalvardılar. Polis raporlarına göre o gün binden fazla işçi öldürüldü, ikibinden çoğu da yaralandı. İşçilerin düş,kırıklığı anlatılır gibi değildi.
İşte kaba hatları ile 22 (9) Ocak 1905’te, “Kanlı Pazar”da olanlar... Bu olayın önemini daha açık ve seçik anlayabilmeniz için işçilerin isteklerinden bir kaç bölümü aktaracağım. İstekler aşağıdaki sözcüklerle başlar:
“Biz, St. Petersburg’da oturan işçiler, sana geldik. Bizler talihsiz, aşağılanmış köleleriz. Despotluk, tiranlık altında eziliyoruz. En sonunda sabrımız taşırılmca işi bıraktık, hiç değilse yaşamamız için gerekli olan verilsin diye patronlarımıza yalvardık. Ama isteklerimiz geri çevrildi. İşverenlere göre herşey yasalara aykırıydı. Biz buradakilerin, binlercemizin bütün Rus halkı gibi hiç bir hakkı yok. Senin memurlarının davranışları yüzünden köle olduk.”
Daha sonra aşağıdaki talepler sıralanıyordu: Genel af, temel özgürlükler, normal bir ücret, toprağın halka kademeli olarak devredilmesi, genel ve eşit oy temeline dayanan bir kurucu meclisin toplanması... Ve işçilerin talepleri aşağıdaki sözcüklerle bitiyordu:
“Efendimiz, halkına yardımdan kaçınma. Senle halkını ayıran duvarı yık. İsteklerimizin kabul edileceğine söz ver. Bununla Rusya’yı mutlu kılacaksın; olmaz dersen, işte burada ölmeye hazırız. İki yol var önümüzde, ya özgürlük ve mutluluk yada, mezar.”
Bir ortodoks papazın öncülük ettiği bu eğitilmemiş, okumamış işçilerin isteklerini şimdi okumak üstümüzde değişik bir izlenim yaratıyor. İnsan elinde olmaksızın bu katıksız istekleri kendini toplumcu sanan, ama gerçekte burjuva yalancıları olan sosyal-pasifistlerin bugünlerde öne sürdüğü yatıştırıcı çözümlerle karşılaştırıyor. Devrim öncesi Rusya’nın uyanmamış işçileri çarın, egemen bir sınıfın başında olduğunu bilmiyordu; oysa çar binlerce iple büyük burjuvaziye bağlı bulunan ve onların tekellerini, ayrıcalıklarını ve kârlarını her türlü şiddet aracılığıyla desteklemeye kararlı olan büyük toprak sahipleri sınıfının başındaydı. Bugünün sosyal-pasifistleri, “yüksek, tahsilli” görünen bu baylar, emperyalist, soyguncu bir savaşı sürdüren burjuva hükümetlerinden “demokratik” bir barış ummanın tümüyle aptallık olduğunu anlamıyorlar; tıpkı uysal isteklerin, kana susamış çara, reformları bahsettirebileceğini sanmanın aptalca bir şey olması gibi.
Gene de ikisi arasında büyük fark var. Devrim öncesi Rusya’nın okumamış işçileri siyasal bilince yeni ulaşan dürüst kişiler olduklarını eylemleriyle kanıtladıkları halde, bugünün sosyal-pasifistleri, geniş anlamda, uyuşturucu sözlerle halkı devrimci kavgadan koparmağa çalışan iki yüzlü kimselerdir.
İşte büyük halk kitlelerinin bu uyanışı ve siyasal bilinçle devrimci mücadeleye yönelişi, 22 Ocak’ın tarihsel önemini belirtir.
Rus liberallerinin o günlerdeki önderi olan ve yurtdışında sansüre uğramayan illegal bir yayın organı çıkaran bay Peter Struve, “Kanlı Pazar”dan iki gün önce “Rusya’da devrimci bir halk yok” diyordu. Cahil bir köylüler ülkesinden devrimci bir halkın doğabileceği fikri, burjuva reformistlerinin bu “yüksek tahsilli”, kibirli ve son derece aptal önderine bütünüyle saçma görünüyordu. O günlerin reformcuları bugünküler gibi -gerçek bir devrimin gerçekleşemeyeceğine derinden inanmışlardı.
22 Ocak 1905 öncesinde Rusya’daki devrimci partiler bir avuç kişiden oluşuyordu. Reformistler bizi bugünküler gibi bir “hizip” olarak nitelendirmişti. Birkaç yüz devrimci örgütleyici, birkaç bin yöresel örgüt üyesi, bir aydan daha sık çıkamayan ve çoğunlukla dışarda basılıp büyük zorluklarla Rusya içine sokulan altı devrimci gazete; 22 Ocak’tan önce Rusya’da devrimci partilerin ve devrimci sosyal demokrasinin durumu buydu. Bu durum, dar görüşlü küstah reformcuların Rusya’da henüz devrimci bir halkın bulunmadığı yolundaki iddiasına biçimsel bir kanıt sağlıyordu.
Buna rağmen görünüm birkaç ayda bütünüyle değişti. Birkaç yüz devrimci sosyal demokratın sayısı “birden” binlere çıktı, binler iki, üç milyon proleterin önderi oldu. Proletaryanın kavgası güçlü bir maya oluşturdu. Bu maya gücü yüz milyona ulaşan köylü yığınları arasında devrimci hareketlere yol açtı. Köylü hareketi ve orduda yaptığı yankılar ordunun çeşitli bölümleri arasındaki silahlı çatışmalara neden oldu. Böylece 130 milyon nüfuslu koca bir ülke devrime yöneldi; böylece Rusya, devrimci proletarya ile devrimci halkın Rusya’sına dönüştü.
Bu dönüşümü incelemek, oluş nedenlerini, yöntemlerini, yollarını anlamak gereklidir.
Bu dönüşümün temel aracı kitle grevi idi. Rus devriminin kendine özgü çehresi, sosyal içeriği bir burjuva demokratik devrimi olduğu halde, mücadele yöntemleri açısından bir proletarya devrimi olmasıydı. Kendi güçleriyle ulaşabileceği ve doğrudan ulaşmağa çalıştığı amaç, demokratik bir cumhuriyetti. Bunu elde edene kadar Rus devrimi, bir burjuva demokratik devrimdi; sekiz saatlik iş günü, soyluların muazzam topraklarına el konulması. Bu tedbirlerin aşağı yukarı tümü 1792-93 Fransız burjuva devriminde gerçekleştirilmişti.
Rus devrimi aynı zamanda bir proleter devrimi idi. Yalnız öncü güç, hareketin öncüsü olma anlamında değil; uyanan kitlelerin kullandığı temel araçların, özellikle proleter mücadele araçları, yani grev olması, ve dalga gibi yükselen belirleyici olaylarda en karakteristik fenomenin ve kitlelerin uyanmasında başlıca aracın grevler olması anlamında da bir proleter devrimi idi.
Rus devrimi, dünya tarihinde siyasal kitle grevinin olağanüstü rol oynadığı ilk büyük devrimdi (sonuncu olmadığı açık). Rus devrimindeki olaylar ve bu devrimin aldığı siyasal biçimlerde görülen değişmeler, bu olayların ve değişmelerin temeli, grev istatistiklerinde araştırılmadığı sürece anlaşılamaz.
Bir konferansta istatistiklerin kuru geldiğini, dinleyiciyi korkuttuğunu biliyorum. Yine de, bütün bir hareketin nesnel ve gerçek temelini değerlendirebilmeniz için, ister istemez bazı sayılar vereceğim. Rusya'da devrim öncesinde grevler yılbaşına ortalama 43 000 kişiyi içeriyordu. Sonuç olarak devrim öncesi on yıllık devrede grevlere katılan toplam insan sayısı 430 000 idi. Ocak 1905'de, yani devrimin ilk ayı içerisinde ise grevlere katılan insan sayısı 440 000 idi. Bir ay içindeki grevlerde bütün on yıllık dönemden daha fazla kişi yer almıştı.
Dünyada hiçbir kapitalist ülke, İngiltere, ABD, Almanya gibi en gelişmiş ülkeler bile 1905 Rusya’sındaki büyük grev hareketine tanık olmamıştır. Grevlere katılanların sayısı iki milyon sekiz yüz bine çıktı. Bu sayı ülkedeki toplam fabrika işçi sayısının iki katıydı. Bu, doğal olarak, Rusya’daki kentli fabrika işçilerinin daha fazla okumuş, daha güçlü ya da Batı Avrupa’daki kardeşlerine oranla mücadeleye daha yatkın olmaları anlamına gelmez. Bu durum gerçeğin tümüyle karşıtıdır.
Ama bu, proletaryanın nasıl uyuyan büyük bir enerji olduğunu kesinlikle ortaya koyar. Devrimci bir dönemde -bunu abartmaksızın, Rus tarihinin en doğru verilerine dayanarak söylüyorum- proletaryanın döğüş gücünün normal barış dönemlerine oranla, yüz kat daha fazla geliştirebileceğini gösterir.
1905’e değin insanlık, proletaryanın gerçekten büyük ve gerçekten devrimci amaçlar için döğüşmesi gerektiğinde, gücünü nasıl bir korkunç büyüklüğe yükseltebildiğini ve yükseltebileceğini bilmiyordu. Rus devrim tarihi, öncünün en çok inat ve bağlılıkla döğüşen ücretli işçilerden çıktığını gösterdi. Fabrikalar büyüdükçe grevler de daha dirençli oldu. Yıl süresince sayıları daha sıklaştı. Kentler büyüdükçe proletaryanın mücadeledeki rolü de büyüdü.
İşçilerin en çok sayıda ve en bilinçli olduğu üç büyük kentte yani St. Petersburg, Riga ve Varşova’daki grevci işçilerin toplam işçiye oranı diğer kent ve tarımsal bölgelerden ölçülemeyecek kadar fazlaydı.
Rusya’da metal işçileri -bu büyük bir olasılıkla diğer kapitalist ülkeler için de doğru- proletaryanın öncü birliği oldu. Bu konuda aşağıdaki aydınlatıcı olguya dikkat edelim: Bütün sanayi dallarını bir arada ele aldığımızda, 1905’de Rusya’da yüz çalışan işçiye karşılık 160 grevci işçi varken metal sanayiinde bu sayı 100’e karşı 320 idi. 1905’te bütün Rus fabrika işçilerinin grevler sonucu ücretlerinden ortalama on ruble -savaş öncesi değişim oranıyla yaklaşık 26 Frank- yitirdiği hesaplanmıştır. Bu paranın feda edilmesi kavga uğruna idi. Yalnız metal işçilerini ele alırsak ücretlerdeki azalmanın üç kat daha fazla olduğunu görürüz. Çalışan sınıfın en sağlam öğeleri, kararsızları yönlendirerek, uykudakileri uyandırarak, güçsüzleri yüreklendirerek kavganın en önünde yürüdü.
Göze çarpan özellik, devrim sırasında siyasal grevlerle ekonomik grevlerin birbirine karışmasıydı. Harekete o büyük gücü veren şeyin, özellikle bu iki grev biçimi arasındaki sıkı beraberlik olduğuna hiç şüphe yok.
Sanayinin çeşitli dallarındaki ücretli işçilerin koşullarını derhal düzeltmeleri için kapitalistleri nasıl zorladıklarını hergün örnekleriyle görmeselerdi, sömürülen geniş kitleler devrimci harekete çekilemezdi. Bu mücadele Rus halk yığınlarını yeni bir ruhla doldurdu. Böylece serflere dayanan, vahşi, ataerkil, sofu, baş eğmiş Rusya eski insanını oyun dışı bıraktı. Ancak bundan sonra Rus halkı gerçekten demokratik, gerçekten devrimci bir eğitim elde etti.
Burjuvazi ve onun eleştiriye yanaşmayan uşaklar korosu sosyal-reformistler, kitlelerin “eğitiminden” söz ettiklerinde, genellikle öğretmenlikle ilgili, kitleleri yıldıran, onları burjuva aldatmacalarıyla dolduran bilgiçlikleri anlıyordu.
Yığınların gerçek eğitimi hiçbir zaman kendi bağımsız siyasal ve özellikle devrimci kavgalarından, ayrılamaz, eğitim kendi başına yürüyemez. Sömürülen sınıfı yalnızca mücadele eğitebilir. Yalnız mücadele kendilerine güçlerinin büyüklüğünü gösterir, ufuklarını genişletir, yeteneklerini çoğaltır, düşüncelerini arıtır, kararlılıklarını pekiştirir. Bunun için gericiler de “çılgın yıl”ın, yani 1905 kavga yılının ataerkil Rusya’yı kesinlikle tarihe gömdüğünü kabul etmek zorunda kaldılar.
1905’deki grevlerde metal ve dokuma işçileri arasındaki ilişkiyi daha yakından ele alalım. Metal işçileri en iyi ücret alan, en bilinçli, en iyi eğitim görmüş proleterlerdi. 1905’de sayıca, metal işçilerinin iki buçuk katı olan dokuma işçileri ise Rusya’daki en geri, en kötü ücret alan, köyle aile bağları genellikle kopmamış olan bir kitleydi. Bu ilişki içinde aşağıdaki şu çok önemli olguyu görmekteyiz.
1905’de metal işçilerinin grevleri, yıl başında yıl sonundaki ölçüde olmamakla birlikte, ekonomik grevler üstünde siyasal grevlerin baskınlığını gösteriyordu. Diğer yanda dokuma işçileri arasında ilkin ekonomik grevlerin, yıl sonunda ise siyasal grevlerin baskınlığını görüyoruz. Ekonomik mücadele, koşulların hemen ve doğrudan düzeltilmesi için mücadele, kitlelerin geri katlarını tek başına uyandırabilir, onlara gerçek bir eğitim verir, onları devrimci bir dönemde birkaç ay içinde bir siyasal savaşçılar ordusuna dönüştürür.
Doğal olarak bunun olması için işçilerin öncü kolu, sınıf kavgasını, reformistlerin durmadan inandırmağa çalıştırdıkları gibi anlamamalı, yani sınıf mücadelesine küçük bir üst tabakanın çıkarları uğruna verilen bir mücadeleymiş gibi bakmamalı. Proletarya, sömürülen çoğunluğun gerçek öncüsü olarak önde gitmeli ve 1905 Rusya’sında olduğu, Avrupa’da yakınlaşmakta olan proleter devriminde olacağı gibi, çoğunluğu kavgaya çekmelidir.
1905’le beraber bütün ülkeye ilk büyük grev dalgası geldi. O yılın baharı gibi, Rusya’da ekonomik ve siyasal ilk büyük köylü hareketinin de erken uyandığını gözlüyoruz. Rusya’da köylülerin 1861 yılında serflikten kurtulduğu, çoğunun cahil olduğu, son derece fakirlik içinde yaşadıkları, toprak ağalarınca ezildikleri, papazlarca aldatıldıkları, büyük uzaklıklarla birbirlerinden yalıtlanmış, ne yapacaklarını bilmedikleri anımsanırsa, bu dönüm noktasının tarihteki önemine daha iyi bir değer biçilebilir.
Çarlığa karşı, hemen hemen yalnızca soylularca hazırlanan ilk hareket 1825 yılında ortaya çıktı. 1881’de II. Aleksander teröristlerce öldürülene değin, hareket orta sınıf aydınlarının tekelinde kaldı. Bunlar kendini adamanın en yüce örneklerini gösterip kahramanca, terörist kavga yöntemleriyle bütün dünyanın şaşkınlığını uyandırdılar. Bunlar elbette kendilerini boşuna harcamadılar: Rus halkının daha sonraki devrimci eğitimine dolaylı, dolaysız katkıda bulundular. Ama temel amaçlarını -halk devrimine önayak olmayı- başarmadılar, başaramadılar.
Bunu ilk kez proletaryanın devrimci kavgası başardı. Bütün ülkeyi yalayıp geçen kitle grevleri dalgası Rus-Japon savaşının deneyleriyle birleşerek, geniş köylü yığınlarını derin uykusundan kaldırdı. “Grevci” sözcüğü köylüler arasında baştan aşağı yeni bir anlam kazandı: O bir isyancıyı, bir devrimciyi, önceleri “öğrenci” sözcüğüyle anlatılan bir deyimi ifade ediyordu. Bununla beraber “öğrenci”, orta sınıftan, “okumuş”tan “yüksek kat”tandı, halka yabancıydı. Oysa “grevci” halkın kendi içinden çıkmıştı, sömürülenlerden biriydi o da; St. Petersburg’dan sürülünce çok kere köyüne dönüp, köylülerine kentleri saran ve kapitalistlerle soylulara karşı yönelen yangını anlattılar. Rus köyünde yeni bir tip ortaya çıktı; “bilinçli” dediğimiz genç köylü, grevcilerle ilişki kuruyor, gazete okuyor, köylüleriyle kentlerdeki durum üstüne konuşuyor, arkadaşlarına siyasal taleplerin anlamını açıklayıp onları büyük toprak sahiplerine karşı, papazlara ve hükümet memurlarına karşı mücadeleye çağırıyordu.
Köylüler durumlarını tartışmak için toplandılar, böylece mücadeleye çekilmiş oldular. Geniş kalabalıklar içinde birleşen köylüler büyük toprak sahiplerine saldırdı, evlerini, mallarını ateşe verdi, ambarlarını yağmaladı, tahıl ve diğer yiyecek maddelerine el koydu, polisleri öldürdü, soyluların elindeki mülk, toprak ve büyük çiftliklerin halka devredilmesini istedi.
1905 baharında köylü hareketi henüz başlangıcındaydı, kazaların (uyezd) yaklaşık olarak yedide birini etkileyen, çok az bir bölgeye yayılmıştı.
Ama kentlerdeki proletaryanın kitle grevleri ile taşradaki köylü hareketinin birleşmesi çarlığın “en sert” ve en son desteğini sarsmak için yeterli oldu. Ordudan sözediyorum.
Ordu ve donanmada arka arkaya isyanlar çıktı. Devrim sırasındaki her yeni grev dalgasına ve köylü hareketine Rusya’nın her yanında silahlı güçlerde patlak veren isyanlarla eşlik edildi. Bunlardan en bilineni devrimcilerin eline geçen, Odesa’daki devrime katılan Karadeniz kruvazörü “Prens Potemkin”deki isyandı. Odesa’da devrim bastırılınca ve diğer limanları ele geçirme çabası da gerçekleşmeyince (örneğin, Kırım’da Kefe) isyancılar Constanza’da Romen makamlarına teslim oldular.
Size gelişimlerinin doruğundaki olaylardan somut bir görüntü vermek için, Karadeniz filosu isyanından bir parçayı ayrıntılarıyla aktarmama izin verin:
“Devrimci işçilerle denizciler arasında düzenlenen ortak toplantılar gittikçe daha sıklaşıyordu. Ordu mensuplarının işçi toplantılarına katılmaları yasaklandığından, işçiler asker toplantılarını kitle halinde ziyarete başladılar. Binlercesi bir araya geldi. Ortak eylem fikri canlı bir karşılık gördü. Sınıf bilincine iyice varmış olan bölüklerin çoğu temsilciler seçti.
Bu durum karşısında askeri yetkililer tedbir almağa karar verdiler. Bazı subayların toplantılarda “vatansever” söylevler verme deneyleri acınacak derecede başarısız kaldı. Açık tartışmaya alışkın olan denizciler, subaylarını utanç verici bir bozguna uğrattılar. Bu çabalar başarısız kalınca bütün toplantılar yasaklandı. 24 Kasım 1905 sabahı savaş araçlarıyla donatılmış bir bölük asker denizci kışlalarının kapısına gönderildi. Tuğamiral Pissarevsky yüksek sesle “kimse kışlalardan dışarı bırakılmayacak”, emre “uyulmazsa ateş açın” dedi. Bu emir verilirken Petrov adlı bir denizci, bölüğün sıraları arasından öne çıktı, herkesin gözü önünde tüfeğini doldurdu, Brest-Litovsk alayı yarbayı Stein’i vurup öldürdü, Tuğamiral Pissarevsky’yi ise yaraladı, Petrov tüfeğini yere fırlatarak, “Neden kıpırdamıyorsunuz? Yakalayın beni” diye bağırdı. Tutuklandı. Dört bir yandan atılan kızgın denizciler onun bırakılmasını istediler, birbirleri için yeminli olduklarını açıkladılar. Heyecan çoğaldı, doruğa çıktı.
Subaylardan biri, bir çıkış yolu bulabilmek için, “Petrov, silahın yanlışlıkla ateş aldı, değil mi?” diye sordu.
— “Ah, tesadüftü! İnsan öne çıkıp, silahım doldurur ve nişan alırsa, bu biraz da tesadüftür.”
— “Arkadaşların serbest bırakılmanı istiyor.”
Ve Petrov bırakıldı. Denizciler bununla da yetinmediler. Bütün görevli subaylar tutuklandı, silahları alındı ve bölük karargâhına konuldular.
Denizcilerin kırk kadar delegesi bütün gece tartıştı. Verilen karar bir daha kışlalara girmemeleri koşuluyla subayların bırakılması oldu.
Bu küçük olay isyanların çoğunun nasıl geliştiğini size açıkça gösteriyor. Halk arasındaki devrimci kaynaşmanın silahlı güçlere bulaşması zorunluydu. Ordu ve donanmadaki bu ayaklanmaların özelliği, önderlerin en teknik eğitimden geçenlerden, örneğin istihkâmcılardan ve orduya yeni alınmış sanayi işçilerinden çıkmasıydı. Bununla beraber geniş kitle son derece saf, edilgin davranışlı, yumuşak huylu ve dine bağlıydı. Oldukça çabuk öfkeleniyorlardı, bir haksızlık, özellikle subayların son derece sert yönetimi, kötü yiyecekler vb. başkaldırmak için öne atılmalarına yetiyordu. Ama eylemlerinde süreklilik yoktu, açık bir görev bilinci taşımıyorlardı. Ancak silahlı kavgayı şevkle sonuna kadar sürdürerek, bütün askerî ve sivil makamlar üzerinde başarı sağlayarak, hükümeti devirerek tüm devlet iktidarına el koymakla, devrimin başarısını güven altına alabileceklerini anlamaktan yoksundular.
Geniş denizci ve asker yığınlarında başkaldırı kolayca uyandırılabiliyordu. Ama büyük bir saflıkla tutuklu subaylarını aptalcasına bıraktılar. Subaylarının verdikleri sözlerin ve attıkları nutukların kendilerini pasifleştirmesine karşı koyamadılar. Böylece subaylar son derece değerli zaman kazandılar, ek güçler aldılar, ayaklanan güçleri dağıttılar. Bunu hareketin acımadan bastırılışı ve önderlerinin idamının izlemesi kaçınılmazdı.
1905 yılında Rusya’da patlak veren askeri ayaklanmalar ile 1825 Aralıkçılarının isyanını karşılaştırmak ilginç olacak. O zamanlar siyasal hareketin önderleri aşağı yukarı tümüyle subay sınıfından, özellikle soylu subaylardandı. Napolyon savaşları sırasında Avrupa’daki demokratik fikirlerle ilişkiye geçmişler, bu fikirlerden etkilenmişlerdi. O sıralarda henüz serf durumunda olan asker kitlesi ise pasif kalmışlardı.
1905 tümüyle değişik bir görünüm sunar. Subayların davranışları çok az bir istisnayla ya burjuva liberal, reformcu ya da açıkça karşı-devrimci idi. İsyanların temeli asker üniforması içindeki işçi ve köylülerdi. Hareket halk kökenliydi ve Rusya tarihinde ilk kez hareket sömürülen çoğunluğa yayıldı, ama diğer yanda kitleler inat ve kararlılıktan yoksundu, çabucak inanma hastalığına tutuluyorlardı. Ayrıca asker üniformalı devrimci Sosyal-Demokrat işçiler, örgütlenmeden ve öncülüğü kendi ellerine geçirip, ordunun başında yer alarak orduyu devlet gücüne karşı yöneltme yeteneğinden yoksundular.
İstediğimizden daha yavaş bile olsa, bu iki yanlışın, kapitalizmin genel gelişimi ve şimdiki savaş tarafından kesinlikle yok edileceğini söylemek isterim.
Rus devrim tarihi bütün olgularıyla, 1871 Paris Komünü gibi, millî ordunun bir bölümünün diğerine karşı yürüttüğü başarılı kavga olmadıkça, militarizmin hiçbir zaman yenilip yok edilemeyeceğini kesinlikle öğretmiştir. Militarizmi lânetlemek, yerin dibine batırmak, “reddetmek” ve delillerle eleştirerek rezilliğini ispatlamak yeterli değildir. Askerliğin rolünü reddetmek budalacasına bir barışçılık olur. Proletaryanın devrimci bilincini en yüksek düzeyde tutmak, en iyi öğelerini, halk arasındaki kaynaşma doruğuna vardığı zaman, devrimci ordunun başına geçebilmeleri için somut olarak yetiştirmek görevimizdir.
Herhangi bir kapitalist ülkedeki günlük deneyler de bize bunun aynısını öğretmektedir. Deneyler böyle bir devletteki her “küçük” buhranın, büyük bir buhranda yer alacağı kesin olan geniş savaşın tohumlarını, ve minyatür unsurlarını taşıdığını bize gösterir. Örneğin, kapitalist toplumda grev küçük bir buhrandan başka nedir? Rusya içişleri bakanı Bay Von Puttkamer ünlü konuşmasını yaptığında haklı değil miydi; “Her grev devrimin binlerce başından birinin görünmesidir.” En barışçı, en “demokratik” kapitalist ülkelerde bile grevler sırasında askerî birliklerin çağrılması, büyük bir buhranda olayların nasıl gelişeceğini göstermiyor mu?
Rus devrim tarihine dönelim.
İşçi grevlerinin bütün ülkeyi nasıl karıştırdığını, sömürülenlerin en geniş ve en geri tabakası köylüleri nasıl harekete geçirdiğini, asker ayaklanmalarının onlara nasıl eşlik ettiğini göstermeğe çalıştım.
1905 güzünde hareket doruğuna ulaştı. 1906 Ağustosunda Çar temsili bir organın kurulmasıyla ilgili bildirisini yayınladı. Maskaraca küçük sayıda, bir avuç seçmeni kucaklayan bir oy sistemine dayanan, Bulygin Duması adı takılan bu ilginç “parlamento” bir yasama gücü olarak değil, yalnızca bir danışma organı olarak düşünülmüştü.
Burjuvalar, liberaller, oportünistler çarın korku içinde verdiği bu “armağan”ı iki elleriyle kapmağa hazırdı. Bütün reformistler gibi 1905’deki bizim reformistler de, reformların ve özellikle reform için verilen sözlerin yalnızca bir gayeye yöneldiğini anlamadılar: Halkı yatıştırmak, devrimci sınıfı duraklatmak yada en azından kavgasını yavaşlatmak.
Rus devrimci Sosyal-Demokrasisi Ağustos 1905’te bağışlanan sahte anayasanın gerçek niteliğini çok iyi anladı. Bu nedenle bir an duraklama dan şu sloganları attı: “Kahrolsun Danışma Durması! Dumaya Boykot! Kahrolsun Çarlık Hükmeti! Bu Hükümetin Yıkılması için devrimci kavgaya devam! Rusya’da yasama görevi yapan halk meclisini Çar değil, Geçici Devrimci Hükümet toplantıya çağırmak!”
Bulygin Duması’nın hiçbir zaman toplanamaması Devrimci Sosyal Demokratların haklı olduğunu doğruladı. Daha bu meclis toplanmadan devrimci dalga onu bir kenara süpürdü attı. Bu fırtına çarı, seçmen sayısında artış sağlayan, Dumanın yasa yapıcı niteliğini kabul eden yeni bir seçim yasası çıkarmak zorunda bıraktı.
Ekim ve Aralık 1905, Rus devriminin çizgisindeki yükselişin doruk noktasıydı. Halkın devrimci güç kaynakları eskisine oranla daha da gürleşti. Grevlere katılan insan sayısı -Şubat’ta 440 000 idi -Ekim 1905’te yarım milyonun üstüne çıktı. Yalnız fabrika işçilerini kapsayan bu sayıya yüzbinlerce demiryolu işçisinin ve posta-telgrafta çalışanların da eklenmesi gereklidir.
Genel demiryolu grevi, demiryolu ulaşımını durdurdu, son derece etkili olarak hükümet gücünü felce uğrattı. Barış dönemlerinde genç kafaları bilgiç profesör akılcılığıyla şaşkına döndürüp, onları burjuvaların ve çarlığın uysal uşakları yapmak için kullanılan üniversitelerin, konferans salonlarının kapıları ardına kadar açıldı. Buralar binlerce işçi, zanaatçı ve müstahdemin siyasal sorunlarını açıkça, özgürce tartıştığı toplanma yeri görevini gördüler.
Basın özgürlüğü kazanıldı. Sansür tümüyle işlemez oldu. Yayımcılar yetkililere basılan şeylerin birer nüshasını göndermedi, yetkiler de buna karşı tedbir almaya kalkışmadı. Rus tarihinde ilk defa St. Petersburg ve diğer kentlerde devrimci gazeteler özgürce yayınlandı. Yalnız St. Petersburg’da tirajı 50 000 ile 100 000 arasında değişen 3 tane günlük Sosyal-Demokrat gazete yayınlanıyordu.
Kavganın ateşi içinde, bütün fabrikalardan gelen delegelerin toplanmasından oluşan özel bir kitle örgütü, ünlü İşçi Delegeleri Sovyeti biçimlendi. Rusya’nın birçok kentinde, İşçi Delegeleri Sovyetleri gittikçe daha çok bir geçici devrimci hükümet rolünü, yani ayaklanmanın önderi ve organı rolünü oynamaya başladı. Asker ve denizci Sovyetlerinin örgütlenmesi ve bunların işçi delegeleri Sovyetleri ile birleşmesi için çabalar harcandı.
Rusya’nın birçok kenti bu günlerde, çeşitli küçük yöresel “cumhuriyetler” dönemi yaşadı. Devlet yetkililerinin görevlerine son verildi, işçi delegeleri sovyetleri gerçekte yeni devlet erki olarak görev gördü. Ne yazık ki bu dönem çok kısa sürdü, kazanılan “zaferler” ise çok güçsüzdü ve son derece tecrit olmuştu.
Köylü hareketi 1905 güzünde daha da büyük boyutlara ulaştı. Ülkedeki kazaların (Üyezd) üçte birinden çoğu köylü “karışıklıkları”ndan ve gerçek köylü ayaklanmalarından etkilendi. İki binden çok malikâne köylüler tarafından yakıldı, yağmacı soyluların halkın elinden aldığı ürünler bölüşüldü.
Ne yazık ki, bunlar yeterince kusursuz yapılamadı, köylüler soyluların tüm mülklerinin on beşte birini yani yaygın feodal toprak mülkiyeti utancını Rusya’nın yüzünden silmeleri için yok etmeleri gerekenin yalnızca onbeşte birini, yok ettiler. Ne yazık ki köylüler çok dağılmış, birbirlerinin eylemlerinden yalıtlanmış ve örgütlenmemişlerdi. Devrimin yenilmesinin temel nedenlerinden biri burada yatmaktadır.
Rusya’nın ezilen halkları arasında birden ulusal kurtuluş hareketleri alevlendi, Rusya nüfusunun yarıdan fazlası, yaklaşık olarak beşte üçü (tam olarak %57) ulusal baskı altındaydı. Bu halklar ana dillerini kullanmak hakkından bile yoksundular, zorla Ruslaştırılıyorlardı. Örneğin Rusya’daki on milyonlarca müslüman şaşırtıcı bir çabuklukla bir Müslüman Birliğini örgütledi. Bu, her çeşit örgütün korkunç hızla geliştiği bir dönemdi.
Dinleyicilere, özellikle gençlere Rusya’daki ulusal kurtuluş hareketinin işçi hareketleriyle birlikte yükselişine örnek vermek için aşağıdaki olaydan söz edeceğim.
Aralık 1905’te Polonyalı çocuklar yüzlerce okulda bütün Rusça kitapları, resimleri, çarın tasvirlerini yaktılar. Rus öğretmenlere ve Rus okul arkadaşlarına “Defolun: Rusya’ya dönün” diye bağırarak saldırdılar ve onları kovaladılar.
Orta öğretimdeki Polonyalı öğrencilerce ileri sürülen talepler arasında şunlar da vardı:
1) Bütün orta öğretim, işçi delegeleri Sovyetlerinin denetimi altında bulunmalıdır.
2) Öğrenci ve işçilerin ortak toplantılarının okul binaları içinde yapılması...
3) Okullarda gelecekteki proletarya Cumhuriyeti üyeliğinin simgesi olarak kızıl gömlek giyilmesine izin verilmesi, vb...
Eylem dalgası yükseldikçe, karşı eylem de devrime karşı döğüş için daha gayretli ve daha kararlı biçimde silahlandı. 1905 Rus devrimi, Karl Kautsky’nin 1902’de Sosyal Devrim ve Sosyal Devrimin Yarını adlı kitabında yazdığı gerçeği doğruladı. (Kautsky o zamanlar bir devrimci Marksist olup, şimdiki gibi sosyal-şovenizmin, oportünizmin şampiyonu değildi.) şöyle diyordu:
“Gelecekteki devrim... Hükümete karşı düzenlenen ani bir ayaklanıştan çok, yavaş yavaş gelişen bir içsavaşa benzeyecektir.”
Olan tümüyle budur: Şüphesiz yaklaşan Avrupa devriminde de bu olacaktır!
Çarlığın kini, özellikle Yahudilere karşı yöneldi. Bir yandan (toplam Yahudi nüfusa oranla) devrimci hareketin yönetiminde Yahudiler oldukça yüksek bir yüzde tutuyordu. Bugün de, sırası gelmişken ifade edelim, diğer uluslara oranla Yahudiler, uluslararası akımın temsilcileri arasında önemli ölçüde yüksek bir oranla yer alma onuruna sahiptirler. Diğer yandan, çarlık, halkın en cahil tabakası arasında Yahudilere karşı yönelen en kötü kör inançtan yararlanmayı becerdi. Doğrudan polis tarafından yürütülmese bile çoğunlukla onlarca desteklenen pogromlar böyle meydana geldi. Silahsız Yahudilerin, kadın ve çocukların acımasızca katledilmesi, tüm uygar dünyada çarlığın hunharlığına karşı büyük bir nefret uyandırdı. Doğal olarak uygar dünyanın gerçekten uygar unsurlarının yani sosyalist işçilerin, proletaryanın nefretinden sözediyorum.
Bu dönemde yüz kentte dört binden fazla insanın öldürüldüğü, onbinden fazla insanın sakatlandığı tespit edilmiştir.
En özgür, en cumhuriyetçi batı Avrupa ülkelerindeki burjuvalar da dahil, tüm burjuvazi, “Rus gaddarlığı” üzerine söylediği iki yüzlü sözlerle en utanmazca para işlerini, yani mali açıdan çarlığa sağladıkları desteği, Rusya üzerinde sermaye ihracı yoluyla yürüttükleri emperyalist sömürüyü birbirine bağlamayı çok iyi beceriyor.
1905 devrimi doruğuna Aralık Moskova ayaklanmasıyla ulaştı. Bir avuç isyancı, yani -örgütlenerek silahlanan işçiler- bunlar 8.000 kadardılar. Çarlık hükümetine karşı dokuz gün direndi. Hükümet Moskova Garnizonunu onların üzerine sürmeye korktu. Moskova Garnizonundaki askerler, tersine kapıların ardında kilitli tutuldular. Ayaklanma ancak Semenovsky alayı St. Petersburg’dan Moskova’ya getirildikten sonra bastırılabildi.
Burjuvalar Moskova ayaklanmasını “zorlama” bir eylem olarak nitelemek ve alayla karşılamak istedi. Almancada “bilimsel” denen yazın, örneğin sayın Prof. Max Weber Rusya’daki siyasal gelişim üstüne yazdığı geniş kitabında Moskova ayaklanmasını bir “putsch” (darbe) olarak tanımladı. Bu “çok bilmiş” sayın Profesör, “Lenin grubu ve Sosyalist Devrimciler uzun süredir bu anlamsız ayaklanma için hazırlanıyorlardı” diyor.
Yüreksiz burjuvazinin bu profesör üyesinin hikmetini değerlendirmek için kuru grev istatistiklerini anımsamak yeterlidir. Ocak 1905’te Rusya’da siyasal grevlere yalnızca 13 000 kişi katılıyordu. Oysa Ekim’de bu sayı 330 000 olacak, Aralık’ta maksimum sayıya ulaşılacak, salt siyasal grevlere 370 000 kişi katılacaktı. (Yalnızca bir ayda.) Karşı devrimin gelişmesini, köylü ve asker ayaklanmalarını anımsayalım. “Burjuva bilimi”nin Aralık ayaklanması üzerindeki yargısının yalnızca saçma olmakla kalmayıp; bu yargının, proletaryayı en tehlikeli sınıf düşmanı olarak gören ve kaçak döğüşen burjuvaların bir yalanı olduğu sonucuna hemen varırız.
Gerçekte, Rus devriminin bütün gelişimi kaçınılmaz olarak çarlık hükümetiyle sınıf bilincine ulaşmış proletaryanın öncüsü arasındaki silahlı son kavgaya yönelmiştir.
Daha önceki sözlerimde Rus devrimini geçici yenilgisine sürükleyen zayıflıkların nerede yattığını belirtmiştim.
Aralık ayaklanmasının bastırılışı ile devrimin gelişme çizgisi inmeye başladı. Bu dönemde de son derece ilginç olgular gözlendi; işçi sınıfının, devrimin çöküşünü durdurmaya, yeni bir saldırıya hazırlanmaya çalışan en militan unsurlarının büyük çabasını anımsamak yeterlidir.
Zamanım bitti bitecek, dinleyicilerimin sabrını kötüye kullanmak istemiyorum. Bununla beraber devrimin en önemli özelliklerini ana hatlarıyla verdim sanıyorum -devrimin sınıfsal niteliği, devrimi yürüten güçler ve mücadele yöntemleri- çok büyük bir konu, kısa bir konferansta ne kadar kapsamlı verilebilirse...
Rus devriminin dünyadaki önemi konusunda birkaç kısa söz..
Rusya; coğrafya, ekonomi ve tarih açısından yalnız Avrupa’nın değil aynı zamanda Asya’nındır. Bunun için Rus devrimi yalnızca Avrupa’nın en geri, en büyük ülkesini harekete geçirip devrimci bir proletaryanın öncülüğünde devrimci bir halk yaratmayı başarmamıştır.
Bundan daha çoğu başarılmıştır. Rus devrimi bütün Asya’da bir hareketin doğmasına yol açtı. Türkiye, İran ve Çin’deki devrimler 1905’in bıraktığı derin izleri doğruladı. Bu etki yüzlerce milyon insanın ileriye yönelik hareketinin önlemezliğini ortaya koydu.
Rus devrimi dolaylı batıdaki ülkeleri de etkiledi. Çar’ın anayasa bildirisinin 30 Ekim’de Viyana’ya ulaşmasının, Avusturya’da genel oy hakkının kesin olarak kazanılışında büyük rolü olduğu unutulmamalıdır.
Avusturya Sosyal Demokrat Partisi kongresinde yoldaş Ellenboger -o zamanlar sosyal-şovenist değil, bir yoldaştı- siyasal grev üstüne raporunu okurken, yeni haberleri bildiren bir telgraf masamın üstüne kondu. Toplantı derhal kesildi. “Yerimiz sokaklardır” bağırışları Avusturya Sosyal Demokrasisi delegelerinin toplandığı salonda çınlıyordu. Bunu izleyen günler Viyana’daki korkunç sokak gösterilerine, Prag’daki barikatlara tanık oldu. Avusturya’da genel oy hakkı kazanıldı.
Bu geri ülkedeki olayların, örneklerin ve mücadele yöntemlerinin Batı Avrupa’daki koşullarla çok az benzerliği olduğunu, bunun için çok fazla pratik önem taşımayacağını öne sürerek Rus devrimine karşı çıkan batı Avrupalılara sık sık rastlıyoruz.
Bundan daha yanlış bir düşünce olamaz.
Yaklaşan Avrupa devrimindeki kavga biçimlerinin ve nedenlerinin Rus devriminin getirdiği kalıplardan önemli ölçüde farklı olacağına şüphe yok.
Gene de, Rus devrimi, söz ettiğim proleter niteliğinden dolayı yaklaşmakta olan Avrupa devrimi için bir başlangıçtı. Şüphesiz bu devrim, yalnızca proleter bir devrim, yalnızca proleter sosyalist bir devrim olabilir. Ayrıca bu yaklaşan devrim, insanlığın yalnız sert kavgalar, iç savaşlarla kapitalist boyunduruğundan kurtulabileceğini daha iyi göz önüne serecektir; diğer yandan, yalnızca sınıf bilincine varmış proleterler, sömürülen geniş çoğunluğun öncüleri olabilir ve olacaktır; ilerde bu da daha iyi anlaşılacak.
Avrupa’da şimdi sürmekte olan mezar suskunluğu bizi aldatmamalı. Avrupa devrime gebedir. Emperyalist savaşın yarattığı dehşet, zor hayat koşullarının doğurduğu acılar her yerde devrimci bir ruh oluşturmakta, hâkim sınıflar, uşakları ve hükümetleriyle burjuvazi korkunç sarsıntılar atlatmadan kurtulamayacakları karanlık bir dar boğaza gittikçe daha fazla sürüklenmektedir.
1905’te çarlık hükümetine karşı proletaryanın öncülüğünde demokratik bir cumhuriyet hedefine ulaşmayı amaçlayan halk ayaklanması gibi, gelecek yıllar Avrupa’da da, salt bu yağmacı savaş yüzünden, finans kapitalin gücüne, bankalara, kapitalistlere karşı yönelen proletarya öncülüğündeki halk ayaklanmalarına yol açacaktır. Bu karışıklıklar, burjuvazinin sömürüsü sosyalizmin başarısıyla sona ermedikçe bitmeyecektir.
Biz, yaşlı kuşak bu yaklaşan devrimin son kavgalarını görecek kadar yaşamayabiliriz. Ama İsviçre ve dünyada sosyalist hareket içinde böylesine güzel çalışan gençliğin yalnız dövüşmekle kalmayıp, yaklaşan proleter devrimiyle başarıya ulaşacaklarını da büyük umutla söylüyor ve buna inanıyorum.
Ocak 1917
(1905 Devrimi Üzerine Yazılar, Lenin, Yöntem Yayınları, Nisan 1976, s.5-28)