Gianni Del Panta tarafından, “Rivista Egemonia” dergisi için, New York’taki Stony Brook Eyalet Üniversitesinde sosyoloji alanında doktora adayı olan Ida Nikou ile İran üzerine gerçekleştirilen söyleşide, İran’da yakın zamanda yaşanan iki işçi konseyi deneyimine odaklanılıyor.*
Son yıllarda İran’da birkaç işçi konseyi örneği ortaya çıktı. Bize bu deneyimler hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?
İran son yıllarda işçi militanlığında bir artışa tanık oldu. En azından 2010 yılından bu yana, İran’daki sınıf mücadelesi katlanarak daha militan ve örgütlü hale geldi. Farklı sektör ve endüstrilerde uzun süreli ve militan işçi grevlerine tanık olduk. İşçiler, toplu pazarlığa karşı yasal engeller ve siyasi baskının ortasında, devlet destekli sendikalara paralel ve bağımsız emek örgütlerini kullandılar. İşçi hareketinin en ilerici kesimleri olan Haft-Tappeh (Yedi Tepe) Şeker Kamışı Şirketi işçileri ve İran (Ahwaz) Ulusal Çelik Sanayi Grubu (INSIG) işçileri, “showra” (işçi konseyi) fikrini yeniden tartışmanın merkezine taşıdı.
Her iki örnekte de showra fikri, esas olarak firmalarının özelleştirilmesine, toplu işten çıkarmalara ve geciken ücretlere tepki olarak tabandan gelen işçi eylemlerinden ortaya çıktı. Haft-Tappeh’de işçi aktivizminin uzun bir geçmişi var; işçilerin sendikalarını ilk kez açtıkları 1970’lere kadar uzanıyor. Devrimden sonra kapatılan sendika, yasal zorluklara rağmen 2007 yılında yeniden açıldı. Haft-Tappeh’deki işçi konseyi, fabrikanın 14 farklı bölümünden gelen 22 temsilciden oluşan güvencesiz işçilerle birlikte bu sendikadan ortaya çıktı. İşçi konseyi yönetimi fikri ilk kez ilerici İşçi Lideri İsmail Bakhshi tarafından 2018 yılında, Haft-Tappeh’deki işçi grevlerinin en yoğun olduğu dönemde kamuoyuna duyuruldu.
Bakhshi, 3 ay süren grevin bir bölümünde genel kurulda yaptığı ve artık en ünlü konuşmalarından biri haline gelen konuşmasında, fabrikanın işçiler tarafından kontrol edilmesi gerektiğini ifade etmişti: “Bunu kendimiz yapabiliriz. Emirler her zaman yukarıdan geliyordu, bugün ise kuralları aşağıdan dikte etmeye karar verdik. Hükümete görevler veriyoruz ... Kolektif olarak ve bir konsey olarak hareket ediyoruz... Bireycilerin, milliyetçilerin, ırkçıların ve gericilerin aramızda yeri yok. Bizim alternatifimiz işçi konseyleridir. Bu, kendi kaderimiz için kolektif kararlar aldığımız anlamına gelir. Kararları aşağıdan veriyoruz. Yeterince baskı gördük...”
Kısa süre sonra hükümet, Haft-Tappeh’deki konsey hareketini bastırmak için çeşitli taktikler kullandı. 2018 yılında Bakhshi ve birkaç işçi aktivisti tutuklanıp işkence görürken, diğer ilerici militan işçiler de işverenler tarafından işten çıkarıldı. Bakhshi 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve hükümet konseyin yasa dışı olduğunu ilan ederek yerine devlet kontrolündeki İslami Çalışma Konseyini kurdu.
Bu gerilemeye rağmen, 2020 yılında Haft-Tappeh işçileri büyük bir zafer kazanarak devleti özelleştirmeyi iptal etmeye zorladı. Hükümetin, firmanın kamu mülkiyetine geçmesini tamamlaması 2021 yılına kadar bir yıl daha sürdü. O zaman bile işçiler, geciken ücretler, fabrikada güvenlik baskısı ve doğrudan baskı gibi çok sayıda sorunla karşı karşıya kaldı. Bununla birlikte, işçiler uzun süren mücadeleleri sonucunda taleplerini elde etme açısından önemli bir zafer kazanmışlardı.
INSIG’deki işçi konseyinin ortaya çıkışı Haft-Tappeh’dekine benzerdi. Ancak Haft-Tappeh’ten farklı olarak INSIG işçilerinin daha önce bir örgütlenme deneyimi ya da çabalarını organize edecek bir sendikaları yoktu.
Özelleştirme kargaşası ve buna bağlı olarak üretimin durması, işçileri ve gecikmiş taleplerini belirsizlik içinde tuttu. Yerel yetkilileri yanıt veremez ve isteksiz bulan hoşnutsuz işçiler, giderek gizli komitelere ve meclislere dönüşen gayriresmi arkadaşlık (akrabalık) çevrelerini kullanarak harekete geçtiler. İşçi temsilcilerinin açık ve kamusal olarak aktif olduğu Haft-Tappeh’in aksine, INSIG konseyinin kamusal olarak bilinen bireysel temsilcileri yoktu. Bu meclislerin gizli niteliği nedeniyle örgütlenme mekanizmaları hakkında yeterli bilgi bulunmamakla birlikte, meclis fabrikanın farklı bölümlerinden gelen bir dizi temsilciden oluşuyordu. INSIG Konseyinin yeraltı niteliği, devlet baskısının en yoğun olduğu dönemde gelen baskıyı etkisiz hale getirerek oldukça etkili olduğunu kanıtladı.
İran Ulusal Çelik Sanayi Grubu INSIG’deki konsey de, 2016’dan 2018’e kadar birçok başarılı protesto ve grev düzenledi. İşçilerin fabrikayı işgal ettiği ve personele giriş izni vermediği 2016’daki 17 günlük grevden, İran’da o tarihe kadarki işçi hareketi tarihinin en uzun işçi eylemlerinden biri haline gelen 2018’deki 40 günlük greve kadar...
Bu grevler sırasında, ilerici işçilerin temsilcisi Meytham Al-Mahdi, INSIG genel kurulunda (Bakhshi’nin Haft-Tappeh’deki konuşmasından kısa bir süre sonra) tutuklanan Haft-Tappeh işçilerini destekleyen bir konuşma yaptı. Meytham konuşmasında işçi sınıfının birliğinden bahsetti ve konsey yönetiminin INSIG’in krizi için tek geçerli çözüm olduğunu açıkladı. Bu konuşmanın ardından Meytham ve diğer 40 işçi bir dizi gece baskını ile tutuklandı. Serbest bırakıldıktan sonra ise Meytham, güvenliği için ülkeden kaçmadan önce saklanmak zorunda kaldı.
İki yıl süren mücadele boyunca INSIG Konseyi, daha sonra diğer sektörlerde ve şehirlerde protestocu işçiler arasında popüler bir taktik haline gelen cuma namazının engellenmesi, yönetim binasının işgal edilmesi, müdür ve amirlerin kovulması ve Huzistan vilayeti Ulusal Bankası hazinesinin işgal edilmesi gibi bir dizi yenilikçi taktik uyguladı. Dahası, 2018 baharında fabrikanın uzun süreli işgali sırasında, fabrikanın kapatılmasına tepki olarak INSIG Konseyi, makineleri satmakla suçlanan sahibine karşı bir gecede fabrikanın mülklerini korumak ve denetlemek için devriye grupları kurdu. Bu, makinelerin korunması şeklinde yeni ve benzeri görülmemiş bir işçi kontrolü ve denetimi eylemiydi. INSIG Konseyine ve işçi temsilcilerine yönelik nihai baskıya rağmen, işçiler borçların ödenmesini, sosyal güvenlik sigortasının yapılmasını ve fabrikanın yeniden ulusallaştırılmasını başarıyla sağladılar.
Varsaydığımızın aksine, bahsettiğiniz iki işçi konseyi deneyimi devrimci bir durumda gelişmedi. İşçileri fabrikaların kontrolünü ele geçirmeye teşvik eden ya da zorlayan temel faktörler nelerdi?
Bu doğru. Bu deneyimler, sürekli ekonomik ve üretim krizleri, artan eşitsizlikler ve yoksulluk bağlamında geliştiler. Tüm bunlar, hükümetin kalkınmacı bir devletten neoliberalizme kayması, maden çıkarma ekonomisine aşırı güvenilmesi ve imalat sanayileri pahasına ithal ikamesinin kaldırılması sonucunda ortaya çıktı. Son yirmi yılda özelleştirilen imalat sanayi şirketlerinin çoğu iflas etti ve kalıcı olarak kapandı. Çoğu hükümete ve orduya bağlı olan bu şirketlerin özel sahipleri, kredi almış ve parayı ya offshore hesaplarına yatırmış ya da finans ve emlak gibi ekonominin üretken olmayan sektörlerinde hemen harcamıştı.
Benzer şekilde, çöküşün eşiğindeki fabrikaların çoğu benzer sahipler veya hissedarları benzer kişiler olan şemsiye şirketler tarafından işletiliyor. Bu özel mülk sahipleri, yeni işletmelerini kapatmak için fabrikaları gerçek maliyetlerinin çok altında satın alarak büyük fayda sağladılar. Bazıları dış yaptırımlar öncesinde Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinin en büyük sanayi üreticileri olan bu fabrikalar, son yıllarda emek mücadelesinin en aktif alanları arasında yer aldı. Yukarıda bahsi geçen INSIG ya da Haft-Tappeh Şeker Kamışı Şirketi ya kapanmak zorunda kaldı ya da özelleştirmeden sonra tam kapasitelerinin çok altında çalışmakta/üretmekteler. Bu özel şirket sahipleri, şirketin ana işleviyle ilgisi olmayan diğer üretken olmayan faaliyetlerde bulunarak devlet destekli bu mali spekülasyonu en üst düzeye çıkarmaya çalıştılar. Örneğin Haft-Tappeh’in sahibi/işvereni, daha önce şeker kamışı ekmek için kullanılan devasa hektarlık araziyi kiralayıp yeniden kullanmıştır. Bu durum, hükümetin küresel pazarda rekabet edemeyen sektörlerde ithalat sübvansiyonlarının kaldırılmasına yol açan “küreselleşme” arayışıyla daha da kötüleşti. Küba’dan düzensiz şeker ithalatı Haft-Tappeh ve genel olarak İran şeker endüstrisindeki üretim krizinin bir parçası oldu.
Bu üretim duraklaması, çoğu kapitalistin ülkeden kaçtığı ve işçilerin işyerlerinde yaratılan boşluğa uyum sağlamak zorunda kaldığı 1979’daki devrimci duruma benziyor. Humeyni ve İslami Cumhuriyet Partisi devrimi gasbedip iktidarı şiddetle pekiştirmeden önce, işçi konseyleri devrimden önce ve hemen sonra giderek daha popüler bir ekonomik ve siyasi örgütlenme biçimi haline gelmişti. O zaman olduğu gibi bugünün işçileri de geçimleri buna bağlı olduğu için üretimin akışıyla ilgileniyorlar.
Sonuç olarak, son yıllardaki işçi protestolarının çoğu özelleştirme ve özel mülkiyet karşıtlığı etrafında şekillenmektedir. Daha önce ele alınan iki vakada, işçiler fabrikalarını özel mülk sahibinden geri almayı talep etmiş ve fabrikaları daha iyi yönetebileceklerini savunmuşlardır. Bu koşullar altında konsey yönetimi fikri, neoliberal düzenin neden olduğu boşluğa ve işçilerin neoliberal ekonomide karşılaştıkları daha geniş sorunlara stratejik ve ideolojik olarak başarılı bir yanıt olmuştur. Bu açıdan bakıldığında, günümüz konseyleri, öncüllerinden farklı olarak, siyasi bir krizden ziyade ekonomik krize verilen acil bir yanıttır.
İşçi direnişleri fabrika duvarları dışına taşındı
İşçi konseylerinin yalnızca işyerleri ve işçilerle sınırlı olarak indirgemeci bir şekilde yorumlanmasına karşı, bu radikal ve demokratik organların ortaya çıkışını, siyasi grupların faaliyetlerinden bölgesel ve yerel özelliklere ve toplumsal cinsiyet boyutlarına kadar uzanan daha geniş bir bağlama yerleştirmenin önemli olduğuna inanıyoruz. İşçi konseylerinin ortaya çıkmasına yardımcı olan fabrika dışı faktörler var mıydı?
Sosyal bağlam açısından, her şeyden önce, Haft-Tappeh ve INSIG’deki işçi konseyleri tarafından kullanılan en önemli stratejilerden biri, emek mücadelesini işyerinin ötesine taşımak ve halkın desteğini almak için sokaklara ve kentsel alanlara yaymaktı.
Bu hem çevrim dışı hem de çevrim içi (sanal olarak) gerçekleşti. Her iki örnekte de fabrikalar şehrin dışında yer alıyordu, ancak işçiler resmi makamların dikkatini çekmek için görülmeleri ve duyulmaları gerektiğini fark ettiler. Bu amaca ulaşmanın tek yolu, mücadelelerini fabrikalarının duvarlarının dışına taşıyarak kamuoyuna duyurmaktı. Bence her iki durumda da kazanan kart bu oldu ve domino etkisiyle diğer sektörler tarafından da benimsendi.
Haft-Tappeh Konseyi, protestoları yerel destek aldıkları Şuş şehrine taşıdı. Haft-Tappeh’in bölgedeki en büyük işveren olduğu düşünüldüğünde yerel destek şaşırtıcı değil. Şuş şehrinin büyük bir kısmı doğrudan ya da dolaylı olarak Haft-Tappeh ile bağlantılı. Bir anlamda Şuş şehrinin ekonomisi Haft-Tappeh ve şeker kamışı ile iç içe geçmiş durumda. Bu nedenle işçi grevleri yerel halktan büyük destek gördü. İşçiler ayrıca mücadelelerini ulusa duyurmak için sosyal medyayı kullandılar ve uzun aktivizm mirasları göz önüne alındığında, emekliler, öğrenciler, öğretmenler gibi diğer sivil ve işçi gruplarından ve INSIG Konseyi ve Tahran Otobüs Şoförleri Sendikası gibi diğer işçi örgütlerinden destek aldılar.
Benzer şekilde, krizlerinin bir noktasında INSIG işçileri başarılarının militanlıklarına bağlı olduğunu fark ettiler. Ana transit yolları kapatarak ve hükümet binalarının önünde oturma eylemleri düzenleyerek protestolarını fabrika dışına taşıdılar. Daha önce de belirtildiği gibi, işçiler o dönemde INSIG’i kontrol eden Ulusal Banka’yı ve hazineyi de işgal ettiler. Genel olarak, bu militan stratejiler toplumdan çok ihtiyaç duyulan halk desteğini kazandıkları için başarılı oldu. Bu da konseyler için güçlü bir toplumsal güç oluşturmaya yardımcı oldu.
Konseylerin önemini anlamak için Huzistan vilayeti (Hem Haft-Tappeh hem de INSIG’e ev sahipliği yapıyor) hakkında biraz bilgi vermeliyim. Geçtiğimiz kırk yıl boyunca -79 Devrimi’nden bu yana- Huzistan vilayeti sürekli bir kriz halindeydi. Irak’la sekiz yıl süren savaşın ardından, Huzistan savaşta önemli bir cephe olarak zarar görmüş; göç, yerinden edilme, ekolojik bozulma ve yoksullukta bir artış meydana gelmişti. Aynı şekilde, Güneybatı’nın diğer bölgelerinde de nüfusun çoğunluğu (özellikle etnik Araplar) ciddi etnik ve dini ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Ulusal olarak baskın olan etnik Farslar, Sünni grupları, etnik Arapları, Kürtleri, Belucileri ve Afgan mültecileri korkunç ekonomik ve siyasi baskılara maruz bırakıyorlar.
Resmi raporlara göre, Huzistan’daki işsizlik oranı yüzde 40 ila 45’e yakın olup, yüzde 25 olan ulusal ortalamanın neredeyse iki katı. (Nüfus sayımı istihdamı haftada iki saat veya daha fazla çalışma olarak tanımladığından, resmi işsizlik oranının inanılmaz derecede düşük bildirildiğini belirtmek gerekir.) Ayrıca, nüfusun çoğunun etnik olarak Arap olduğu şehirlerde bu oranın daha yüksek olduğunu görüyoruz. Eyaletteki petrol ve gaz gibi büyük projelerde göçmen işçilerin kullanılması ve Arap olmayan iş gücünün tercih edilmesi, işsizlik oranının olağanüstü yüksek olmasının nedenlerinden biri.
Ekonomik eşitsizlik açısından, Huzistan’daki yoksulluğu ölçen yakın tarihli bir çalışmanın bulguları (Sağlık, eğitim, barınma, istihdam ve yaşam standartlarını ölçen çok boyutlu yoksulluk endeksi kullanılarak), 2016 yılında bu bölgedeki ortalama yoksulluk oranının yüzde 35 ile ulusal ortalamanın üzerinde olduğunu ve en fazla yoksunluğun istihdam, sağlık, barınma, eğitim ve yaşam standartlarında görüldüğünü gösteriyor. Bu yüksek işsizlik ve yoksulluk oranı, İran’ın kamu bütçesinin yüzde 40’ından fazlasına katkıda bulunan Huzistan’daki hidrokarbon ve su kaynaklarının bolluğu göz önüne alındığında dikkat çekici. Su kaynaklarının bolluğuna rağmen (Bu bölgede beş nehir bulunmaktadır), Huzistan eyaleti, İslam Cumhuriyeti’nin zararlı ekonomi ve iklim politikaları nedeniyle ciddi su kıtlığı ve giderek ıssızlaşan bir doğal çevre ile karşı karşıya, çünkü politika yapıcılar yalnızca İran burjuvazisinin çıkarlarını yansıtıyor.
Bu çerçevede Huzistan, son dört yıldır konsey hareketlerinin ve kitlesel ayaklanmaların merkezinde yer alıyor. 2018’den günümüze kadar, su transferi politikaları, baraj inşası, tarımsal su ve sulak alanların kesilmesi ve çevresel bozulmanın bir sonucu olarak Arap halkının zorunlu göçüne karşı çıkılması da dahil olmak üzere, devam eden krizi ve hükümet politikalarını protesto etmek için birçok kitlesel ayaklanma yaşandı. Bu kitlesel ayaklanmalar ilk olarak Haft-Tappeh ve INSIG’deki 2017-2018 işçi mücadelelerinden ortaya çıktı ve bölgesel protestoların ötesine geçerek ülkenin geri kalanına yayıldı. Haziran 2021’de, su krizine tepki olarak Huzistan’ın Arap çoğunluklu şehirlerinde başlayan ayaklanmalar birkaç gün içinde ülke geneline yayıldı. Son olarak mayıs 2022’de gıda maddelerinin sürekli artan fiyatları nedeniyle protestolar patlak verdi. Bu ayaklanmalara karşılık olarak hükümet, baskıları sansürlemek ve durumu kontrol altına almak için Huzistan ve diğer protestocu şehirlerde internet ve elektriği keserek alışılagelmiş baskıcı taktiklerine başvurdu. Hükümet ayaklanmayı geçici olarak bastırmayı başarmış olabilir, ancak protestoların maddi kökleri artmaya devam ediyor ve ancak bu kadar uzun süre bastırılabilir.
Konseyler bu artan eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik ve çevresel bozulma bağlamında ortaya çıkmıştır. İşçilerin yapısal gücündeki önemli düşüşe rağmen, konseyler aracılığıyla örgütlendiler ve işsizlerin ve çiftçilerin kitlesel kentsel ayaklanmalarını ateşlediler.
İşçilerin işyerlerinin kontrolünü ele geçirme kapasitesi İran’da yeni bir şey değil. Şah’ın 1979’daki düşüşünün ardından yüzlerce işçi konseyi neredeyse her yerde mantar gibi çoğaldı. Bize bu deneyimden ve İslamcı karşı devrimin bu hareketi yenmekte nasıl başarılı olduğundan bahsedebilir misiniz?
Kesinlikle öyle. Çağdaş konsey hareketi büyük ölçüde 1979 Devrimi’nin bir kalıntısıdır. Showra 1979 Devrimi’nde ve genel olarak işçi hareketinde önemli bir rol oynadı. Devrim sırasında, işçi ve köylü konseyleri ve bazı durumlarda yerel/mahalle konseyleri, İran’daki alanların ve endüstrilerin siyasi ve ekonomik kontrolünü ellerinde bulunduruyordu.
Bu durum özellikle petrol endüstrisinde belirgindi. Petrol işçileri devrimci seferberliğin ilk aşamalarına katılmamış olsalar da, kitlesel grevleri şahı yere sermede ve diğer işçileri devrimci harekete katılmaları için güçlendirmede önemli bir rol oynadılar. Monarşinin yıkılmasından sonra gizli komiteler, devrimci komünistlerin yardımıyla, kaçan burjuvaziden kamulaştırılan fabrikaları fabrika konseylerinin kontrolündeki üretim alanlarına dönüştürdü.
Bu kamulaştırma çok yaygındı. 1978-1980 devrimci döneminde, İran’ın büyük sanayi fabrikalarının çoğu işçi konseyleri tarafından yönetiliyordu. Başlıca ulusal endüstriler arasında İran Khodro (otomobil üretimi), Melli Ayakkabı, İlaç Üretimi, Darupakhsh (İlaç), Abadan Rafinerisi, İsfahan Çelik ve İran Endüstriyel Kalkınma Örgütüne bağlı tüm fabrikalar yer alıyordu.
Ancak yeni konsolide olmuş devrimci hükümet (hem geçici hem de İslami Cumhuriyet Partisi) için işçi kontrolü büyük fabrikaların kontrolünü kaybetmek anlamına geliyordu. Bu nedenle, 1980’de İslami Cumhuriyet Partisi altında devletin şiddetli bir şekilde konsolidasyonu sırasında, hükümet, konseyleri tehlikeli buldu; İslami konseyleri kurdu ve komünistleri ekonomik ve siyasi sistemin her alanından tasfiye etti.
Devrim sırasında işçi konseyleri tarafından oluşturulan bir yönetim merkezi olan İşçi Evi hükümet tarafından işgal edildi, tüm Marksist ve solcu işçiler fabrikalardan atıldı ve İşçi Evi İslam Konseyine verildi.
Bu dönemde 500’den fazla işçi ve binlerce Marksist aktivist idam edildi. Hayatta kalan pek çok işçi aktivisti ise yakalanmadan önce ülkeden kaçtıkları için kurtulabildi. Birkaç yıl içinde hükümet tüm bağımsız konseyleri ortadan kaldırdı.
Günümüz İran’ına dönecek olursak, ülkedeki mevcut ekonomik ve sosyal durum nedir?
İyi değil. İç ve dış faktörlerin bir araya gelmesi modern İran’daki en büyük ekonomik krizlerden birini yarattı.
İç kriz açısından, İran İstatistik Merkezinin son raporu mart 2022’de enflasyon oranının yüzde 41’e ulaştığını gösteriyor. İstatistik Merkezi raporunun ayrıntıları, gıda maddelerinin fiyatının geçen yıldan bu yana yaklaşık yüzde 52 oranında arttığını gösteriyor. Sadece sekiz ülke daha yüksek enflasyona sahip ve bunların çoğu da ABD yaptırımı altında. Fiyat artışı kırsal bölgelerde kentsel bölgelere göre daha yüksek. Benzer şekilde, son birkaç yılda para birimi (İran riyali) değerinin yüzde 80’inden fazlasını kaybetti ve ABD doları döviz kuru 1 ABD doları için 300 bin riyali aştı.
2021 yılında İran’daki asgari nominal ücret (Resmi olmayan döviz kuruna göre) saat başına 55 sentti ve bu rakam (Dünyanın en ucuzları arasında yer alan) Meksika’dakinin yarısı kadardı (1.05 dolar/saat). Yüksek enflasyon oranları, nominal ücretlerle eşleştirilmediğinde reel geliri düşürmektedir. 1980’den bu yana İran’da reel ücretler düşerken hane halkı harcamaları ortalama üç katına çıkmıştır. Para, büyük enflasyonu ve para birimi ile ücretlerin devalüasyonunu istismar eden kapitalistler tarafından kazanılmaya devam ediyor. İhraç edilen petrol hacmi ve fiyatı geçen yıldan bu yana neredeyse iki katına çıkarken, ülkenin petrol dışı ihracatı aynı dönemde yüzde 40’tan fazla arttı. Bunun bir kısmı yaptırımlardan kaynaklanmış ve hükümet enflasyonu düşürmeye çalışmış olsa da, İran yaptırımlardan önce de kronik yüksek enflasyondan muzdaripti. Bu eylemlerin çoğu mantığa aykırı olmuş ya da IMF ve Dünya Bankasının ekonomik mantığını kullanmıştır.
Bu para politikalarına ek olarak, yaptırımlar gibi dış faktörler de krizi şiddetlendirdi. İran’a 1980’lerden bu yana katlanarak uygulanan küresel ekonomik yaptırımlar, giderek ihracata/ithalata bağımlı hale gelen ekonomiye büyük zarar verdi. Ekonomik yaptırımlar, ithal ürünlerin yüzde 80’inden fazlasını tüketen imalat sektörlerine daha fazla zarar verdi ve İran’ın kendi mallarını üretmesini zorlaştırdı. Küresel tedarik zincirindeki kesinti, ithalat tedarikini belirsiz hale getirerek hem yerel hem de uluslararası üretime zarar verdi.
Tedarik zincirindeki zorluklar ve yüksek operasyonel maliyetlerden etkilenen petrol dışı sektörler, tamamen ya da kısmen kapanmaya ve toplu işçi çıkarmaya zorlandı. Otomotiv, makine ve inşaat dahil olmak üzere petrol dışı sektörlerde ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması işsizlik krizine katkıda bulundu. Kişi başına düşen reel yurt içi hasıladaki keskin düşüş, azalan imalat istihdamı ve çift haneli enflasyon oranı, iş gücü piyasasını ve yoksulluk oranını güçlü bir şekilde etkilerken, hükümetin özelleştirme konusundaki kararlılığı daha da arttı.
Bu eş zamanlı krizlerin ortasında hükümet neoliberal genişlemeye devam etti. Halkın yaşam koşullarını göz ardı eden hükümet, son yıllarda sübvansiyonların kaldırılması yönünde kararlı bir süreç yürüttü. IMF’nin, ucuz (sübvansiyonlu) yakıtın ortadan kaldırılması için işçilere tazminat ödenmesi amacıyla 2011 yılında başlatılan evrensel nakit transferi programının sona erdirilmesi önerisinden cesaret alan hükümet, 2019 yılında bu programı ortadan kaldırdı.
Son olarak buğday sübvansiyonları kaldırılarak ekmek ve diğer buğday bazlı ürünlerin fiyatları on üç kat arttırıldı. Gıda fiyatlarındaki bu çılgın ve ani artışı, tüm ilaç sübvansiyonlarının kaldırılması izledi. Dış tehditlerle karşı karşıya kalan İran burjuvazisi, işçi sınıfını sürekli olarak sert kemer sıkma önlemlerine ve siyasi baskıya maruz bırakarak artık erişemediği kârları geri kazanmaya çalıştı.
Bu duruma tepki göstermek için işçiler protesto gösterileri düzenledi mi? Hangi sektörlerde? Ve hangi mobilizasyon biçimleriyle?
Hükümetin neoliberal reformları, daha 1990’larda, hükümetin yapısal uyum politikalarını uygulamaya yönelik ilk girişimiyle birlikte direniş ve halk ayaklanmalarına yol açtı. 1991’de başlayan kentsel ayaklanma dalgaları dönemin yönetimini bu politikaları askıya almaya zorladı, ta ki 2010’da hükümet benzin fiyatını aniden dört kat arttırana kadar. Benzin zammı herhangi bir halk direnişine yol açmamış olsa da, sonraki on yıldaki işçi protestoları için bir basamak oldu.
2010 yılından bu yana, hükümetin neoliberal politikaları yoğunlaştırması ve eşitsizliğin artmasıyla birlikte, kentsel alanlarda işçi sınıfı tarafından örgütlenen büyük protestolar patlak verdi. Ekonominin tüm sektörlerindeki işçiler kötüleşen yapısal duruma tepki gösterdi: Petrol işçileri, ağır makine ve çelik işçileri, otobüs şoförleri, demir yolu işçileri, belediye işçileri ve öğretmenler gibi hizmet sektörlerindeki işçiler ve son olarak da iş ekonomisindeki “Snapp!” işçileri (Uber’in muadili) son birkaç yıl içinde çok sayıda greve gitti. İlginç bir şekilde, emekliler tüm protestoların aktif bir parçası ve yeni örgütçülere büyük miktarda eğitim sağlıyorlar. Modern İran tarihinde işçi sınıfının hiç bu kadar örgütlü ve aktif olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu durum sadece işyeri temelli taleplerde bulunan işçilerle sınırlı değil. En azından 2017’den bu yana kent ayaklanmaları yükselişte. Daha önce de belirtildiği gibi, bu tür ayaklanmaların ilki Güneybatı bölgesinde, özellikle de Huzistan eyaletinde sayısız ekonomik, sosyal ve çevresel kriz nedeniyle ortaya çıktı. O tarihten bu yana İran’da ayaklanmaların sayısı giderek arttı. 2019 yılında akaryakıt fiyatlarındaki ani artış en büyük ve en kanlı ayaklanmalardan birine yol açmış, 1500 kadar protestocu öldürülmüş ve binlerce kişi tutuklanmıştır.
2019 ve 2021’de olduğu gibi, en son protesto dalgaları geçtiğimiz ay (mayıs 2022) Huzistan’da başladı ve ülke geneline yayıldı. Huzistan’daki protestolar ülke çapındaki öğretmen grevinin ardından patlak verdi. Protestolar kısa sürede başta ekmek olmak üzere gıda maddelerinin yüksek fiyatlarını hedef almaya başladı. Temel talepler sübvansiyonların yeniden sağlanması, çevre koşullarının iyileştirilmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesiydi. Önceki ayaklanmalarda olduğu gibi, diğer şehirlerde ve illerde dayanışma protestoları başladığında, devlet şehirler arası iletişimi engellemek ve protestocuları sokakta infaz etmek için tüm baskı güçlerini seferber etti.
Bu kentsel ayaklanmalarla ilgili önemli bir husus da işçi hareketinin desteğine sahip olmalarıdır. Öğretmenler, emekliler ve diğer ilerici emek örgütleri kent ayaklanmalarına desteklerini ifade ettiler. Öğretmenlerin İran’daki emek hareketinin en başarılı gruplarından biri olduğunu ve şu anda İran’daki en büyük örgütlü emek hareketi olduğunu belirtmek gerekir. Ağır baskılara rağmen, öğretmen hareketi daha önce görülmemiş düzeyde sürdürülebilir bir ulusal örgütlenmeye ulaşmış ve bağımsız örgütlenmelerini hükümete başarıyla kabul ettirmiştir. Bu açıdan bakıldığında öğretmen hareketi, ne ağır baskıların ne de sarı hükümet destekli örgütlerin bir emek hareketini otomatik olarak bastıracağını ya da durduracağını göstermektedir.
Öğretmenlerin desteğinin yanı sıra Haft Tappeh, Tahran Otobüs Şoförleri Sendikası ve emeklilerin de aralarında bulunduğu önde gelen işçi sendikaları kent protestolarını destekleyen ortak bir bildiri yayımladı. Daha önce örgütsüz olan İran işçi sınıfı, hızla sektörlerin, etnik ayrımların, dini ayrımların ve daha az ölçüde de olsa toplumsal cinsiyet ayrımlarının ötesine geçen bir dayanışma sergiliyor. Birleşik, örgütlü ve eş güdümlü protestolara yönelik bu hızlı hareket, proletaryayı sınıf savaşı yürütmek için daha güçlü bir konuma getirmiştir.
Sonuç olarak, İran’da solun mevcut durumu nedir? Stalinist sol baskın olmaya devam ediyor mu? Enternasyonalist bir perspektifi benimseyen gruplar var mı?
Stalinist sol ile neyi kastettiğinizden emin değilim. Ancak İran’da ve uluslararası alanda sol, mezhepsel bölünme nedeniyle kısmen zarar gördü. Bu bölünmenin sonucu sadece son on yıllarda daha fazla çekişme ve güç kazanan küresel kapitalist sınıfa hizmet etti.
İran solu söz konusu olduğunda, 2018’den bu yana, örgütlenme ve eğitim alanındaki yaratıcılıklarıyla emek hareketinde önemli ilerlemelere yol açan pek çok yeraltı Marksist örgüt ortaya çıktı. Bu, örgütçüler arasında burjuva-destekli bölünmelerin ötesine ulaşma yönündeki genel eğilimle uyumlu. Yukarıda anlattığım gibi, bu durum işçi hareketinde güçlendi ve daha belirgin hale geldi ve şimdi öğrenci çevrelerine de taşınıyor. Hükümetin bu sola dönüşe karşı duyarlılığına hem yumuşak hem de sert baskılar eşlik etti. Yumuşak bastırma, İslami Adalet Hareketi şeklinde sahte bir solun yükselişi ve ekonomik krizi bireysel yönetim beceriksizliğine indirgemeye ve bazı çürük elmaların hatası olarak çerçevelemeye çalışan öğrenci ve işçi İslam konseyleri tarafından ortaya konan söylemden oluşuyor. Benzer şekilde bu söylem, hükümete yönelik eleştirileri saptırmak için antiemperyalist argümanları da benimsemiştir. Hükümetin hegemonik güçleri aracılığıyla solu ortadan kaldırmaya yönelik özenli girişimlerine rağmen, birleşik Marksist çevreler ülke çapında çoğalıyor.
Birçok yeraltı radikal Marksisti teorik ve siyasi makaleler yayımlamaya, ajitasyon ve örgütlenme faaliyetlerinde bulunmaya ve son yıllarda işçi hareketinde radikal siyaseti yaygınlaştırmaya devam ediyor. Naghd (İngilizce’de “Critique”) ve Political Economy Critique gibi dergiler özgün teorik ve analitik çalışmaların yanı sıra karşılaştırmalı vaka analizleri ve İranlı emekçilerin uluslararası emek ve Marksist hareketlerin başarılarından ve hatalarından öğrenmeleri için çeviriler yapıyor. Aynı zamanda, İşçilerin Örgütlü Eylem Komitesi (Komite Sazmandehi e Amal e Kargari) ve The Slingers Collective (Majanigh Collective’in İngilizce bölümü) gibi Marksist çevreler ve çalışma grupları çeşitli sektörlerdeki işçilerle bağlantı kurarak doğrudan örgütlenme ve eğitimle ilgileniyor. Bu iki çalışma grubu, tanık oldukları deneyimleri ve koşulları anlatan Farsça ve İngilizce raporlar ve analizler yayımlıyorlar. Devletin baskıcı taktikleri göz önüne alındığında, tüm grupların üyeleri proletaryanın koşullarını iyileştirmek için faşist İslam Cumhuriyeti’nin ellerinde kaçırılma, işkence ve hatta ölüm riskini göze alıyor.
Basitçe söylemek gerekirse, İranlı işçiler, öğrenciler, akademisyenler ve solcular büyük ölçüde halk cephesi tarzı bir hareket inşa etmektedir. Hükümetin baskısına ek olarak ekonomik ve sosyal krizin aciliyetiyle karşı karşıya kalan bu halk cephesi, büyük ölçüde gereksiz iç çatışmalardan ve mezhepsel bölünmeden kaçınmayı amaçlıyor. Elbette konsey yönetimine karşı sendika ve sendikacılık konusunda teorik ve siyasi tartışmalar var. Yine de, çoğunlukla, sınıf bilincinin, işçi sınıfının burjuvazi tarafından yürütülen ve giderek saldırganlaşan sınıf savaşına karşı başarılı bir şekilde direnmek için birleşmeleri gerektiğinin farkına vardığı noktaya kadar arttığı görülüyor. Bence ve umuyorum ki uluslararası sol da bunun farkına varır ve kapitalizmle savaşmak için İran hareketine katılır.
* Left Voice’da yayımlanan İngilizce çevirisinden Türkçeye çevrilmiştir
Çeviri: Dış Haberler
Evrensel / 22.08.22