ILO’nun başına işçi düşmanı başkan mı?

Fransa'nın ILO başkanlığına işçi hakları konusunda sicili kötü olan Bakan Muriel Penicaud'ı aday göstermesi tartışılıyor. Almanya'da ucuz konut mücadelesi sürüyor. Sona eren COP26 ise umut vermedi.

  • Çeviri
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 14 Kasım 2021
  • 14:24

Fransa’da Boyun Eğmeyen Fransa partisi meclis grubu milletvekilleri, Çalışma Bakanı Muriel Penicaud’un Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) başkanlığına aday gösterilmesine karşı bir açıklama yaptı. Penicaud’un çalışanlar için bir tehdit olduğunu belirten açıklama birçok aydın ve sendikacı tarafından imzalandı. ILO başkanlık seçimleri ise mart ayında gerçekleştirilecek.

İskoçya’da gerçekleştirilen ve gezegenin geleceği için önemli adımlar atılması beklenen Birleşmiş Milletler 26. İklim Değişikliği Konferansı (COP26), dünya halklarının gözünü boyamaya ve sermayenin fosil yakıtlarını “net sıfır” örtüsü altında talan etmesine çanak tutuyor. The Guardian'a yazan Yanis Varufakis, "Cop26’nın başarısızlığı, Atlantik’in iki yakasındaki başarısız demokrasilerimizi yansıtıyor." dedi.

Almanya’da kentsel dönüşüm ve kiralardaki fahiş artış halkı harekete geçirdi. Başta Berlin olmak üzere birçok kentte kiracı inisiyatifleri kuruldu ve özelleştirilen sosyal konutların emlak tekellerinden alınması için kampanya başlatıldı. Berlin’de yapılan referandumda halkın yaklaşık yüzde 60’ı konutların kamulaştırılmasına “evet” demişti.

Murıel Penicaud’un ILO’nun başına geçmesi bir tehdittir

1919’da kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) en başından itibaren evrensel ve kalıcı bir barışın ancak sosyal bir adalet üzerinden kurulabileceği postulatı üzerine inşa edilmiştir. Cenevre bürolarında mermere işlenen şiarı “Eğer barışı istiyorsan adaleti besle” bugün genel müdürlüğüne Muriel Penicaud’un adaylığıyla tehdit altında. Eski çalışma bakanını OCDE’de Fransa’nın temsilcisi olarak yerleştirdikten sonra Emmanuel Macron bu sefer de ILO’nun genel yönetimine göndermek istiyor.

Eski çalışma bakanının bilmediği bir kavram varsa o da “adalettir”, sosyal olsun ya da olmasın. Çalışma bakanlığına gelmeden önce Muriel Penicaud, Danone’de insan kaynakları müdürü olarak dikkatleri üzerine çekmişti. Görevini sosyal bir içerikle yerine getiren birisi olarak değil, kadın ve erkek işçilerin acılarını kullanarak zenginleşmesiyle dikkatleri üzerine çekmişti. 2013’de 230’u Fransa’da olmak üzere 900 kişiyi işten atmaya hazırlanırken Muriel Penicaud bir günde borsada 1.13 milyon avro artı değer gerçekleştirdi. Açıkça belirtmek gerekirse işten atmalar üzerinden spekülasyon yaparak para kazandı, yani işten attığı her kişi üzerinden 1255 avroluk bir prim. Macronculuğun dünyasında böylesi bir safkan tutum görmezden gelinemezdi elbette ve Emmanuel Macron onu çalışma bakanı yaptı, oysa ki (Uluslararası Yatırım Kurumu) Business France’ın başına geçtiğinde çalışma yasasını en azından 670 defa ihlal etmişti.

Çalışma bakanlığındaki bilançosu Donone yönetiminde geçirdiği altın yıllardan geri kalmıyor. Devlet yardımıyla oluşan sözleşmelerin sonlandırılmasından (40 bin işe son verildi) tutun da iş yasasının parçalanması, meslek eğitim formasyon reformu ve işsizlik ödenti kasasının reformuna kadar, işçilerin haklarının yok edilmesinin ve sosyal haklarının geriletilme politikasının birinci mimarı oldu. Bu arada bizzat kendisinin hayata geçirdiği servet vergisi reformuyla vergi olarak ödediği 62 bin avroyu tekrar aldı. Zenginler ülkesinde küçük tasarruf yoktur.

Pandemiye karşı kapanmış bir Fransa’da hükümetin önceliği işçilerin güvenlik koşulları aleyhine iş başı yapılmasıydı, Muriel Penicaud bu otoriter politikanın silahlı kolu oldu ve ILO’nun 1947 tarihli 81 numaralı Uluslararası Konvansiyonu bağımsızlıklarını garanti altına almasına rağmen iş müfettişlerinin görevlerini yapmasını engelledi. Bu bilinçli ve tehlikeli engelleme girişimleri bir vakada; İş Müfettişi Anthony Smith örneğinde doruk noktasına ulaştı. İşverenin kendilerine, örneğin maske vermesini, zorunlu kılmak için işçilerin başvurusu üzerine, evlere temizlik işçileri gönderen bir derneğe müdahale ederken, tüm kurallar çiğnenerek Anthony Smith birkaç ay görevden uzaklaştırıldıktan sonra cezalandırıldı. Sendika, siyaset ve yurttaşların aylarca süren mücadelesinden sonra Anthony Smith tekrar görev başına döndü ve bugün birçok iş müfettişi sendikasının başvurusu üzerine, müfettişlerin bağımsızlıklarını engellemesinden dolayı eski bakan hakkında ILO’da dava açıldı.

ILO’nun amacı işçilerin haklarının savulması ve “yeni bir sosyal sözleşme” inşa etmektir, bu durumda Muriel Penicaud’nun başkanlık için aday gösterilmesi milyonlarca işçi açısından tam bir provokasyon olduğu gibi, Fransız hükümetinin dünya çapında işçilerin haklarının yok etmeyi ve iş piyasasını esnekleştirmeye devam ettirmek istediğinin de açık ifadesidir.

Bundan dolayı biz siyasi, sendikal, derneksel ve aydın şahsiyetler olarak Muriel Penicaud’un Uluslararası Çalışma Örgütünün genel direktörlüğüne adaylığının derhal geri çekilmesini talep ediyoruz.

Bu metnin inisiyatifini Boyun Eğmeyen Fransa Meclis Grubu Milletvekilleri hazırladı ve onlarca milletvekili, sendika yönetici ve aydın tarafından imzandı.

İmzacı listesi: https://www.change.org/p/monsieur-le-pr%C3%A9sident-de-la-r%C3%A9publique-nous-exigeons-le-retrait-de-la-candidature-de-muriel-p%C3%A9nicaud-%C3%A0-la-direction-de-l-oit?redirect=false

(Çeviren: Deniz Uztopal)

Sistem sorunu

Jan GREVE
Junge Welt

Kentsel dönüşüm terimi önceleri sadece ilgili sosyolojik çevrelerde ve şehir plancıları arasında bilinirdi. 2010 yılında, yüksek gelirlilerin akınıyla belirli mahallelerde daha az varlıklı kiracıların yerinden edilmesi anlamına gelen kelime henüz Almanca sözlüğe girmemişti. Bugün sözlükte bu konuda çeşitli girdiler var, süreci pozitif olarak “değer  artması” olarak tanımlıyor, ancak en azından onunla birlikte gelen baskıcı yönü görmezden gelmiyor.

Çünkü, çoğu zaman olduğu gibi, sermaye birikimi için işçinin sömürülmesi gibi kapitalist bir topluma ait olan şiddet, ilk bakışta kendini göstermez, burjuva çoğunluk toplumu için bir önem taşımaz, toplumda büyük gazeteler için bir rol oynamaz. Her geçen gün artan kiralarını karşılayamayacak durumda olan kişilerin tahliyeleri gerçekleşip gider. Evsizlik, Almanya’daki yüz binlerce insan için kalıcı bir durum. Ve bir emlak şirketi rakiplerini geride bırakmak ve hissedarlarına güzel bir temettü sunmak istediği için kişinin tanıdık yaşam ortamından koparılması sorunu herkes tarafından bilinir hale geliyor. Şirketlerin kâr etmesi, refah devleti temelinde örgütlenen, ilerlemeyi ödüllendiren ve kolaylaştıran bir toplum miti, göz kamaştırıcı bir görünüm olarak; amacı toplumun güvenliğini sağlamak olan bir ideoloji olarak lanse ediliyor.

Ancak bu şiddet karşılıksız kalmıyor. Berlin İnisiyatifi “Deutsche Wohnen ve Ortaklarını Mülksüzleştirin İnisiyatifi” çoğu kişiyi seferber ederek emlak tekellerine geri adım attırmayı başardı bile. 26 Eylül’de yapılan referandumda bir milyonu aşkın kişi “kamulaştırma” kavramıyla karşı tarafta beklenen antikomünist refleksleri uyandıran bir referanduma oy verdi. Toplanması gereken imza sayısı çok önceden aşıldı. Şimdi, SPD, Yeşiller ve Die Linke’den oluşacak Berlin Senatosu halkın kararına nasıl yaklaşacağını gösterecek. Berlin örneği şimdiden göz kamaştırıyor; kiracılar birçok Alman şehrinde yerinden edilmeye karşı aktif, eylemciler boş binaları işgal etti veya barınma hakkı için gösteri yaptı.

Konu, korona enfeksiyonlarının sayısındaki daha fazla artış nedeniyle önümüzdeki birkaç ay içinde ek patlayıcı güç elde edebilir. Çünkü pandemi döneminde karantina zorunluluğu ve evden çalışma kuralları, güvenli, hane büyüklüğüne uygun kiraların  herkes için ne kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koydu.

(Çeviren: Semra Çelik)

Net sıfır boş vaadi

Yanis VAROUFAKİS
The Guardian

Bugün BM iklim elçisi olarak görev yapan ve aynı zamanda 130 trilyon dolarlık bir finansörler ittifakı temsilcisi İngiltere Merkez Bankası Eski Başkanı Mark Carney, “Hiç kusura bakmayın, eğer dünya onu kullanmak istiyorsa para burada” dedi. Peki dünya ne istiyor? Keşke insanlık, bir insan bir oya dayalı küresel bir anket düzenleme gücüne sahip olsaydı, böyle çaplı bir referandum şüphesiz net bir cevap verirdi: “Şimdi karbon salmayı durdurmak için ne gerekiyorsa yapın!” Aksine, Glasgow’da ortaya çıkan devasa fiyaskoyla sonuçlanan bir süreçteyiz.

Cop26’nın başarısızlığı, Atlantik’in iki yakasındaki başarısız demokrasilerimizi yansıtıyor. Biden, Washington’da altyapı faturası Kongreden geçirilirken Glasgow’a geldi; tasarıyı yenilenebilir enerjiye yapılan her türlü ciddi yatırımdan ayıran ve genişletilmiş yollar ve havaalanları gibi bir dizi karbon yayan altyapıyı finanse eden bir proje. Bu arada AB’de retorik parlak yeşile boyanabilir, ancak gerçek koyu kahverengidir. Almanya bile Kuzey Akımı 2 gaz boru hattına yeşil ışık yakarak bol miktarda Rus doğal gazını dört gözle bekliyor. AB liderleri, gerekli Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği fikrini tartışmıyor bile.

Cop26 muhteşem fiyaskosunun üç nedeni var. İlk neden, gezegen çapında bir kolektif eylem sorunudur. Büyük işletmeler ve devletler karbon salmayan bir gezegeni yanan bir gezegene tercih eder. Ancak herkes, eğer başarabilirse, geçiş maliyetini ödemeyi ertelemeyi de tercih ediyor. Gezegenin geri kalanı doğru olanı yaparsa, bencilce çevresel dürüstlüğe dönüşümünüzü erteleseniz bile gezegen kurtulur. Ve eğer gezegenin geri kalanı doğru olanı yapmıyorsa, neden yapan enayi sen olasın?

İkinci neden, küresel bir koordinasyon başarısızlığı. Carney bir anlamda haklı: Küresel finansal sistemde dağ sıraları gibi nakit boş boş yatıyor, ultra zengin sahipleri düşük karbonlu faaliyetlere yatırım yapmaya hevesli. Ancak, örneğin yeşil hidrojene yapılan özel bir yatırım, ancak diğer birçok yatırımcının da yatırım yapması durumunda kâr getirecektir ve bu nedenle yatırımcılar oturup birbirlerinin ilk olmasını bekleyeceklerdir. Bu arada, şirketler, topluluklar ve devletler bu bekleme oyununa katılıyorlar ve büyük finans yapana kadar yeşil hidrojen taahhüt etme riskini almak istemiyorlar. Ne yazık ki, mevcut para, teknolojiler ve ihtiyaçlara uygun küresel bir koordinatör yok.

Üçüncü neden basitçe şudur: Kapitalizm. Genetiği değiştirilmiş organizmalara ve hatta bir kadının rahmine veya bir asteroide yayılmadan önce toprak, emek ve teknolojiden başlayarak her şeyin sürekli metalaştırılması her zaman hız kazanmıştır. Kapitalizmin krallığı yayıldıkça, fiyatı olmayan mallar pahalı metalara dönüştü. Herkes 19. yüzyıl işçi sınıfının sefaletinden akılsız küçük-burjuva tüketiciliğinin yatıştırıcı fantezilerine ilerlerken, malların metalaştırılması için gerekli makine ve toprak sahipleri kâr etti.

İyi olan her şey metalaştırıldı. İnsanlığımızın çoğu dahil. Ve aynı üretim sürecinin yarattığı kötü dışsallıklar basitçe atmosfere salındı. Kapitalist kamyonuna güç sağlamak için binlerce yıldır ağaçlarda ve yüzeyin altında depolanan karbon yağmalandı. İki yüzyıl boyunca muazzam zenginlik ve buna karşılık gelen insan sefaleti, “özgür” doğal sermaye, özellikle de karbonu tüketen sömürücü süreçler tarafından üretildi. Dünyanın dört bir yanındaki işçiler, kapitalist pazarın asla katlanmadığı doğaya bedel ödüyorlar.

Serbest pazarlamacılar, iş dünyasının artık bilime teslim olduğuna ve hükümetin eylemsizliğinin boşluğuna adım atmaya hazır ve istekli olduğuna inanmamızı istiyorlar. Buna bir an bile inanmamalıyız. Evet, Carney, gecikmiş yeşil geçiş için paranın mevcut olduğu konusunda haklı ve bu yeterli. Buna sahip olanlar, kuşkusuz, biz toplum olarak onlara ödeme yaparsak, yeşil hidrojen sağlamak için yatırım yapacaklardır. Ancak aynı zamanda, atmosfere karbon salmaya devam eden üretim süreçlerini gönüllü olarak durdurmayacaklar.

Kirleticilerin net sıfır hedeflerine tapmalarının nedeni budur: çünkü bunlar emisyonları kısıtlamamak için mükemmel bir örtüdür. Doğrulanamayan denkleştirmeler karşılığında, marjinal özel maliyetleri satılan son birimden elde edilen geliri aştığı noktaya gelinceye kadar gezegenin kalan depolanmış karbonunu yağmalamaya devam etmelerine izin verilir. COP26, alaycı bir şekilde merkezine net sıfır koyarak, devam eden toksik emisyonlar için pahalı bir örtbastan başka bir şey olmadı. COP26’nın arkasına saklanarak, gençlere, savunmasız insanlara yalan söylüyor ve hatta gezegenin kurtuluşuna yatırılacak “Paranın orada olduğu” gerçeğini tekrarlayarak kendilerine yalan söylüyor.

Ne yapılması gerekiyor? En az iki şey. Birincisi, kömür madenlerinin ve yeni petrol ve gaz kulelerinin tamamen kapatılması. Hükümetler bir salgın sırasında hayat kurtarmak için bizi kilitleyebilirlerse, insanlığı kurtarmak için fosil yakıt endüstrisini kapatabilirler. İkincisi, daha fazla karbon salan ve tüm gelirin türümüzün daha fakir üyelerine iade edilmesi gereken her şeyin göreli fiyatını artırmak için küresel bir karbon vergisine ihtiyacımız var.

İnsanlığın şimdiye kadar karşılaştığı en büyük zorluğu aşmak için bir şans kazanmak için, önce hem fon verenlerle hem de fosil yakıt endüstrilerinin sahipleriyle yüzleşmeliyiz. Bu çatışma geleceğimizi garanti etmeyecek olsa da bizim için gerekli bir koşuldur.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

Evrensel / 14.11.21