Fransız profesör Philippe Even'in 'kötü kolesterol ilaç endüstrisinin ürettiği bir yalan, sanıldığı gibi damarları tıkamıyor' çıkışı kötü kolesterol tartışmasını yeniden açtı.
İlaç ve sağlık endüstrisinin 'medikalize' bir süreç gibi yönettiği hayatımızda 'ölümü' tam kendimizden uzaklaştırdığımızı sandığımızda içimizde büyüyen karanlığı tıka basa ilaçlarla doldururken Fransız profesörün açıklamalarının bilimsel kanıtları var mı yok mu bilemezdik.
Ama kapitalist düzenin bütün hinliğiyle kurduğu GDO'lu tarım, endüstriyel hayvancılık ve zehirli gıda sektörüyle fast food jungle'ına çevirdiği dünyamızda yüz milyonlarca insanın obezite, kanser, yağ dolaşan damar sistemi, şeker hastalıklarının pençesine düştüğü bilimsel bir gerçeklikti. Ve yine aynı sermayenin küresel kitleyi bu hastalıklarla korkutarak ilaç-sağlık sanayi 'tüketicisi' haline getirmesi ve 'sağlıklı yaşam' mitolojisine 'mürit' kılması da çağımızın acıklı gerçekliğiydi.
Bu kanserojen/parazit sistemin havadan suya bütün eko-sistemi tüketmesine aldırış etmeden medya ve popüler kültürün dayattığı zayıflama/fit teknolojileri, doğal gıdalar, ilahi genç-güzel kalma yan ve alt sektörlerinin 'giderilemez' kaygılı müşteri listelerinde başı kapıyorduk...
Dolayısıyla aşırı tıbbileşmiş 'hayatımız' ve kozmetik-estetik sanayiinin hedef nesnesi bedenimizle 'chek-up, fitness, diyet, well-being center' arasında mekik dokuyan günlük akışımızda yegane kötülük sadece kolesterol muydu?
Egzersiz, diyet programı ve satın aldığı sağlık hizmetiyle 'sıhhi ve anlamlı' yaşadığına ikna edilmiş milyonlarca yaşam tüketicisinin yabancılaştıkları hayatı sorgulayan çıkmayacak mıydı?
Ya da sağlık ve estetik kaygılarını besleyen, yaşlanma ve ölüm korkularını çağıran bin türlü kasti-ticari enformasyonun dijital- medyatik formlarda yüklendiği bir yazılımından farkımız neydi?
Sağlık-güzellik- gençlik ideolojilerine esir kitleler...
Eğer küresel finansla iç içe geçmiş tekelci ilaç sektörünün dünyada üretilen zenginliği kapmada ilk 25'in içine girdiğini ve 1 trilyon dolarlık bir pazarı paylaştığını bilseydik neden 'sağlık kültünün' boyunduruğu altında 'yeterince sağlık mıyım' diye nasıl inlediğimiz biraz ortaya çıkar mıydı?
Aslında panik ve korku salgını üreticisi ilaç sektörü ortalama yüzde 20 karlılık oranıyla gelirlerinin yarısını reklama ayırmaları ve ürettikleri pahalı lipit düşürücü ilacı dünyada 50 milyon insan tarafından düzenli kullanımı da 'küreselleşmenin' bir diğer tarifiydi.
Birkaç ayda bir Ar-Ge çalışmaları eksik, ölümcül etkileri yıllar içinde baş göstermiş ağrı kesici, öksürük şurubu gibi yaygın kullanılan ilaçlar apar topar toplanması yerine 'yeni ve etkinliği yüksek' olanların almasını 'teknolojik ilerleme sayıyorduk'...
Bu arada kültür endüstrileri habire ilahlara mahsus 'ölümsüzlüğü' ve 'gençliğin' peşine taktığı fani kalabalıkları 'organik gıdadan keten tohumunun faidelerine, yeşil detoks-öğle arasında botoxtan- silikonize estetiğe' kendilerinden 'başka bir insan yaratmanın' narsist hayaliyle hipnozluyordu.
Televizyon ekranlarının prime-time kuşaklarını 'sabah ne yemeliyiz, akşam ne yemeliyiz' tartışmalarıyla bir-iki saati doldurmuyorlar aslında ideolojik büyük zihni inşa ediyorlardı.
Böylece yediğine içtiğine takık, kilosuna saplanmış, irileşen narsizmini evcilleştirmemiş nüfusumuz new trend sağlık sektörün önündeki 'tüketici' kuyruğuna girip bedeninden hayatın anlamını söke söke çıkarmayı umuyordu.
Bizler de gerçekten 'sağlığımız' için kötü olanın sadece kolesterol olduğuna emin miydik?
Akşam / 16.02.13