Büyümenin 2011’de yüzde 8.5 iken 2012’de (muhtemelen) yüzde 2.5’e düşmesi ile cari açık da 77 milyar dolardan 49 milyar dolara indi. Ancak işin içinde İran’a ödemeyi altın ihracatı gibi yapma çapağı var. Bunu dikkate aldığınızda 55 milyar dolara çıkıyor cari açık. Gerçek azalma da 27 milyar dolar değil, 18 milyar dolar dolayında. Bu da, beklenir bir şey. Çünkü üretim düşünce ithalat ihtiyacı da azaldı, dolayısıyla döviz açığı, yani cari açık da düştü. Yarın üretim kıpırdarsa ithalat da yükselir, ona bağlı olarak cari açık da yükselir. Bu “yumuşak iniş” beklerken “çakılma” halinde bile milli gelirin ancak yüzde 7’si dolayına düşebildi cari açık. Bu ölçüde cari açık veren Türkiye’nin bulunduğu ligde başka bir ülke yok. En yakın geleni, Yunanistan’ınki bile yüzde 5.8!..
Bu durum bugünden yarına değişmeyecek, yani cari açık kamburu hiç Türkiye’nin sırtından eksik olmayacak. Çünkü ithalata bağımlılıkta ilerleme var, gerileme yok. Bunu da yapan iktidarın bizzat kendisi. Nasıl? Döviz kurunu sürekli aşırı değerli tutarak. Nitekim bu yıl da aynı şey yapıldı. Cari açık kadar bir sermaye girişi ile yetinilmeyip dışarıdan cari açığın yaklaşık 19 milyar dolar üzerinde dış kaynak girişine kapılar açıldı. Böyle olunca da borçlanmayla bollaşan döviz, aşağı seyretti ve yılın ilk ayında ortalaması 1.84 TL olan dolar, yılı 1.78 TL ile kapadı. Hem de yüzde 6 enflasyon yaşanmışken…
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, hem de herkesin gözünün içine baka baka şöyle konuşmuş; “Bugün itibarıyla cari açığı gerek seviye, gerekse finansman kalitesi bakımından kısa vadede kırılganlık kaynağı olmayacak bir noktaya getirdik”. Oysa, hem seviye, hem kalite yerlerde. Bu iktidar, daha ekim ayında gözden geçirdiği Orta Vadeli Program’da büyüme hedefini yüzde 4’ten yüzde 3.2’ye çekmişti. Bugün ise yüzde 2.5 olacağı anlaşılıyor, diyorlar. Birinci fiyasko bu. İkincisi, bu düşük büyümeye bağlı olarak yine OVP’de cari açığı, hedef büyümeye göre 59 milyar dolara yakın öngörmüşlerdi. Büyüme yüzde 2.5’e çekilince, açık da 50 milyar dolar dolayında kaldı. Burada, iktidarın cari açığı düşürücü hiçbir gayreti yok. Enerjide, imalatta, ithalatı ikame edici, döviz tasarruf edici bir gelişme yaşanmadı.
***
Gelelim giren sermayenin kalitesine… Kaliteli sermaye, borç yaratmayan, risk alan, elini taşın altına sokan sermaye türüne deniyor. Doğrudan yabancı sermayenin, “yeşil, yeni yatırım” diye tanımlanan sıfırdan yatırıma geleni makbul sayılıyor. Bize şimdiye kadar gelen doğrudan yabancı sermaye, ağırlıkla özelleştirilen KİT’leri ve yerli sermayenin bankalarını satın almaya, onlara ortak olmaya gelen yabancı sermaye. Bu anlamda hem miktar olarak hem de biçim olarak da kaliteli değil.
Peki 2012’de gelen yabancı kaynak ne? Bir kere borç yaratan sermaye girişi ön planda. 2012’de 49 milyar dolarlık cari açığa karşın, 67.7 milyar dolar sermaye girdi. Bunun sadece 12.4 milyar doları doğrudan yabancı sermaye. Yani yüzde 18’i. Üstelik 2011’e göre yüzde 23 de gerileyerek. Buna karşılık “portföy yatırımı” denilen “sıcak para”nın borsaya, devlet kâğıtlarına yatırımları 38 milyar doları buldu ve toplam girişlerin yüzde 56’sını aştı. Merkez Bankası, döviz kuruna kelepçe vuracağını ilan edince sıcak paracılar da Türkiye’ye akın etti. Özellikle devlet kâğıtlarına hücum edip 32 milyar dolara yakın devlet kâğıdına yatırım yaptılar. Yani devlete borç verdiler. Öyle tatlı faizler ve kurun sabit tutulmasından kaynaklanan avantalar buldular ki… 1 milyon dolar getiren neredeyse 1.2 milyon dolarla çıktı… Kazancın yüzde 60’ı faizden, yüzde 40’a yakını kurun sağladığı avantadan kaynaklandı.
Borç stoku sadece devlet kâğıtlarına gelenle artmadı, bankalardan da 14 milyar dolara yakın kredi kullanıldı. Yani sonuçta “borç yaratan sermaye” girişi yine öne çıktı. Bu borçlanma ile döviz girişi hızlanınca, haliyle döviz rezervleri de arttı. Şimdi Başbakan çıkıp diyor ki; “Döviz rezervlerimiz tarihi seviyede”. Borçlanma ile rezerv artıran, sonra da buna sevinen tek başbakan herhalde RTE’dir…
Biri anlatsa muhtereme; bu, krediyle borçlandığı parayı, mevduat hesabına yatırıp sonra da banka hesabımda şu kadar param var, diye caka satanların düştüğü gülünçlük… Başka bir şey değil…
Cumhuriyet / 16.02.13