Bugün emeği ile geçinen her kadın hayatının bir ya da daha fazla döneminde cinsiyet ayrımcılığı, psikolojik ya da fiziksel şiddet, mobbing, ücret eşitsizliği vb. durumlarından en az biri ile karşı karşıya kalmıştır. Günlük yaşam içerisinde yüz yüze geldiğimiz bu sorunların çalışma hayatı içerisinde mola vermediği, farklı görüntüleri ile hayatlarımızı olumsuz etkilemeye devam ettiği de bir gerçek. Patriarkal kültür kundaktan başlayıp mezara kadar peşimizi bırakmıyorsa, kapitalist sistem emeğimizi daha büyük bir iştahla kemiriyorsa sorunlar da tespih tanesi gibi dizilmeye, yaşamın her alanını kuşatmaya devam edecektir. Bu durum yer, zaman, mekân ya da meslek ayrımı da gözetmiyor. Üniversite diploması sahibi olmak ya da üç farklı dil konuşup sayısız bilgisayar programı bilmek hayatı daha katlanılır ve kolay yapmıyor. Mühendis, mimar ya da şehir plancısı kadınlar olarak bizler de, çalışma yaşamı içerisinde cinsiyet ayrımcılığı başta olmak üzere, birçok sorun ile karşı karşıya kalıyoruz.
Hayatın her alanında cinsiyet ayrımcılığı
Biz kadınlar doğduğumuz andan itibaren önden planlanmış, yazılı olmayan bir takım kurallarla sarılmış olarak, hayata “bir-sıfır” yenik başlıyoruz. Giyeceğimiz kıyafetin renginden, oynayacağımız oyuncağa, evden çıkacağımız saatten eve döneceğimiz saatte kadar her şey belirlenmiş oluyor. Şanslıysak eğer okula devam edebiliyoruz, üniversiteye gidebiliyoruz. Ama bu sefer de okunacak bölüm üzerinden farklı sınırlarla karşılaşıyor, yine bizim yerimize belirlenmiş mesleklere yönlendiriliyoruz. Erkek mesleği olarak görüldüğü için mühendis olmamamız yönünde telkinler alabiliyoruz. “Kadın için en güzeli öğretmen olmak” diyen hatırlatmalar ile yolumuzu çizmemiz isteniyor. Böylece erken saatte evine gelmemiz ve eğer evliysek kocamıza yemek hazırlayıp, varsa çocuklarımızla ilgilenmemiz bekleniyor.
Böyle şekillenmiş bir toplum içerisinde es kaza mühendis, mimar ya da şehir plancısı olmuşsak hayat birden tozpembe olmuyor. Yaşamak için para kazanmak, para kazanmak için de çalışmak gerekiyor.
Yaklaşık on yıl önce yaşanmış bir olay da iş bulmanın hiç de kolay olmadığını kanıtlar nitelikte. 2003 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ÖSYM’nin internet sitesine bir işe alım ilanı veriliyor. Verilen ilanda 65 inşaat mühendisinin alınacağı ve bu alımların erkek adaylar içerisinde yapılacağı belirtiliyor. Resmi ellerle alenen yapılan bu cinsiyet ayrımcılığı basında yer alınca ister istemez tepkilere neden oluyor. O dönemin DSİ Genel Müdürü Veysel Eroğlu’nun, konu ile ilgili bir soruya verdiği yanıt ise içler acısı:
“1000 işçi arasında hanımları korumak için onlara teklifte bulunmuyoruz. Dağ başında çalışmak gayet zor. Kaçmak isterler. Yalvarıp, yakarıp rapor alırlar... Bayanlar bu işlere dayanamaz. Biz hanımları el üstünde tutuyoruz. Çünkü hanımlar narindir. Zariftir. Biz erkekler daha 'kaba sabayız'... Dayanıklıyız. Hanımlara kıyamayız...”
Elbette bu tek örnek değil. Bu ve buna benzer durumlarla iş ilanlarında, mülakatlarda, mesleğimizi icra ederken sürekli karşılaşıyoruz.
İş terfilere gelince ise, etkin pozisyonlara erkeklerin kadınlardan çok daha kolay geldiğini görüyoruz. İnisiyatif gerektirmeyen pasif görevler daha çok kadınlar için ayrılıyor. Aynı işi yaptığımız erkek meslektaşımız bizden daha fazla maaş alabiliyor. Bunun en büyük sebebi de kadının ev geçindirmediği, aile bütçesine katkı için çalıştığı ön kabulü oluyor.
Diğer taraftan şantiyede çalışan bir mimar ya da mühendis iseniz sözleriniz, eleştirileriniz dikkate alınmayıp alay konusu bile yapılabiliyor. Kadın olmak bilgisiz olmakla aynı kefeye konuluyor. Olur da gece vardiyasına kalmak ya da şehir dışına çıkmak gerekirse, bu büyük sorunlara yol açabiliyor. Zaten küçük bir araştırma yaptığınız zaman seyahat gerektiren işler için verilen ilanlarda “erkek aday” vurgusu sıklıkla karşımıza çıkıyor.
Ne yazık ki tüm bu yaşananlar toplum tarafından kanıksanan gerçeklikler olarak her an kendini yeniliyor. İşe alımlarda yaşanan cinsiyet ayrımcılığı işten atmalarda da peşimizi bırakmıyor. Sistemin yaşadığı en ufak bir kriz anında ilk olarak biz kadınlar gözden çıkarılıyoruz.
Gelinen yerde sadece cinsiyet ayrımcılığı değil, kadına yönelik taciz, tecavüz ve cinayetler de sıradanlaşan, toplum tarafından kanıksanan gerçeklikler olarak her an kendini yeniliyor. Gericilik hayatın her alanını kapsarken, içinde yaşadığımız sistem nefes almak için mücadele etmekten başka çare bırakmıyor. Aileye karşı mücadele, kocanıza/sevgilinize karşı mücadele, patrona karşı mücadele, devlete karşı mücadele... eni sonu sisteme karşı mücadele etmeniz gerekiyor!
Emekçi kadınlar bir adım ileri!
Bugün fabrikada çalışan bir kadın işçinin yaşadığı sorunlar ile ofiste ya da sahada çalışan bir kadın teknik elemanın yaşadığı sorunlar farklı değildir. Mesleklerimiz bizlerin kaderini değil yaptığımız işleri tanımlamak için kullanılan nitelemelerdir. Tekstil işçisi Emel ya da ücretli çalışan mühendis Zehra arasında özünde hiçbir farkın olmadığını mevcut deneyimler göstermektedir. Bu deneyimler aynı zamanda bir araya gelme ihtiyacının yakıcılığını da hissettirmektedir.
Kadının özgürlük mücadelesinde atılacak her ilerici adımın kıymetli olduğuna inanıyor, bunların devrimci bir eksende değerlendirilmesinin ise geleceği kucaklayabilmek için kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz. Biliyoruz ki, bu düzeni değiştirme iddiası olmadan ortaya konan tüm çaba, yine bu düzenin duvarlarına çarparak heba edilecektir. Tam da bu noktada 10 Şubat’ta gerçekleşecek olan Devrimci Kadın Kurultayı’nın hangi meslekten olursa olsun aynı sınıfın öznesi olan işçi ve emekçi kadınları kucaklayan bir misyona sahip, bu sebeple de oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz.
Bu vesile ile de, mühendis, mimar, şehir plancı kadınları erkek egemen toplumun nesnesi değil, mücadelenin öznesi olmaya, bu düzeni değiştirme iddiasına sahip çıkmaya çağırıyoruz!
Toplumcu Mühendis, Mimar, Şehir Plancıları