8 Mart yaklaşırken bir kadın hikayesi

Kadını yardımcı, yan sanayi, yedek parça gibi gören erkek egemen bir anlayışı küçüklükten gelen, günlük bilinçaltı başlıklarıyla anlatmaya çalıştım.

  • Mücadele postası
  • |
  • Kadın
  • |
  • 07 Mart 2020
  • 11:46
ikon

“Ben ortaokulda ödevlerimi Neriman’a yaptırırdım. O, 9 alırdı, ben 10 alırdım.” diyen yetim Ahmet. Herşeyi ayağına beklediği için hayatın hep böyle devam edeceğini sanan yetim Ahmet. Herkesin annesi kadar fedakâr olmasını bekleyen Ahmet. “Askerliği Irak sınırında sıfır noktasında yaptım.” diye hava atan, topuk korkusuna askerde patates soyduğunu zaman zaman ağzından kaçıran yetim Ahmet. Yeri geldiğinde Peygamber efendisinden bahseden, kadının yerini bildiren yetim Ahmet... Seni bu gerici toplum, gelenekçi aile yapısı bu hale getirdi. Erkek egemen bir dünyada var olmaya çalışıp, her şeyin üstesinden gelen kadınlara, düşse de dizini silkeleyip koşmaya çalışan Ayşe’ye karşı.

Ya Ayşe. İlkokula giderken sabahçıydı. Kendisinden 3 yaş küçük kardeşi Emre ve kendisinden 2 yaş küçük Betül ile her sabah ilkokulun yolunu tutan, henüz uykusunu alamamış teyze kızı Betül’ün çantasını ve bir de kendi çantasını çekeleye-çekeleye okula götüren Ayşe. “Sen ablasın dediler” Ayşe’ye evcilik oynarken, anne görevini üstlendi hep. Çimenlikte top oynayan, ip atlayan kardeşine ve kuzenine göz kulak olmak durumundaydı o. Gözetleme duvarında oturmuş izliyordu kardeşini, yokuş aşağı hızını alamayıp üzerine devrilen kardeşiyle aşağıda cam kırıklarının üzerine düşen, kafasında bir atardamarın kesilmesiyle eve koşarken üzeri kan revan içinde kalan Ayşe. Annesi gördüğünde “Oh çok şükür iyi ki Betül değil” (emanet çocuk) diyen annesine bakakalan Ayşe.

Ortaokul, lise bitti. Kısa yoldan iş hayatına atıldı. Genç kızdı artık, kısa elbise giyse işyerinde kadın şube müdürü tarafından azarlanan Ayşe. Kırmızı ruj sürdü diye ruju yine kadın şube müdürü tarafından sildirilen Ayşe. Hep Ablaydı. Şimdi “sen küçüksün” oldu. “Sen daha küçüksün kısa giyme”, “sen daha küçüksün kırmızı ruj sürme”. Ayşe ne çocuk kalabildi, ne büyüyebildi. İş hayatına atıldığında “kalk kız bana su getir” diyen erkek kardeşine “sen kalk al suyunu. Ablan işten geldi, yorgun.” diyen, ezdirmeyen bir tek annesi oldu. Tek nasihati “çalış kızım”dı. “Şu sigara paketini görüyor musun? Bunu içeceksen bile kocana muhtaç olma. Bak babana, “bıktım senin sigarandan” deyiverdi gördün mü? Çalış, çalış ki şu sigara paketi için bu lafı işitme.” O günden sonra çalışmak, kardeşi, arkadaşı, yoldaşı olmuştu Ayşe’nin. Yıllar yılları kovaladı. İşini kelebekler gibi uça kona yaptı. Ofiste bir eliyle arkadaşlarına ikram etmek için elma soyup diğer eliyle printerın enter tuşuna basıp yazıyı çıkaran Ayşe. Bu durum yetim Ahmet’in gülümseyerek, “Sen şunu da yapıver Ayşe, sen bunu da halledersin Ayşe” demeyi çoğaltmasına neden olmuştu.

Ayşe fedakardı ama manipüle edilecek biri değildi. Set çekmeye başladı. Bu tavırlar karşısında dikkatini çeken bir şeyler vardı. Bir baktı, iki denedi, o da tavır almaya başladı. Çünkü Ayşe, Yetim Ahmet’in ne ortaokulda ödevlerini yapan Neriman’dı. Ne de iyi niyeti kullanılmaya müsaitti. Bu sefer fedakar Ayşe gitti. Kavgacı Ayşe, “kötü” Ayşe geldi.

Kadını yardımcı, yan sanayi, yedek parça gibi gören erkek egemen bir anlayışı küçüklükten gelen, günlük bilinçaltı başlıklarıyla anlatmaya çalıştım. Ek iş gücü değiliz! Tüm dünyada ve Türkiye’de çalışma hayatının içerisinde olan, yadsınamaz bireyleriyiz.

Bir daha düşünün!

Küçükçekmece’den bir Kızıl Bayrak okuru