Gün ışığının bile görünmediği karanlık 28 gün

12 Eylül faşist askeri darbesinden bir hafta sonra 19 Eylül akşamı köyde düzenlenen operasyonda çocuk yaşta 14'ümde hayatımın alt-üst edildiği gün üzerine…

  • Mücadele postası
  • |
  • Güncel
  • |
  • 12 Eylül 2021
  • 12:46
ikon

12 Eylül faşist askeri darbesinden bir hafta sonra 19 Eylül akşamı köyde düzenlenen operasyonda çocuk yaşta 14'ümde hayatımın alt-üst edildiği gün üzerine…

Tarihler 12 Eylül 1980'i gösterdiği günün sabahı uyandığımda babam deprem evlerinde yaşadığımız evin salonunun penceresinin önünde Kordağı’na dalgın dalgın bakarken radyodan sabah ajanslarını dinliyordu.

Babamın halini öyle dalgın görünce olan bitene biraz anlam verebilmek için radyodaki haberlere kulak vermeye çalıştım. Radyo askeri darbeden bahsediyordu. Amerikancı cuntanın başı Kenan Evren'in yaptığı konuşmalar yayınlanıyor, ülke yönetimine askerler tarafından el konulduğu açıklanıyordu. Babama neler olduğunu sorduğumda yanıtı kısa ve netti: “Askeri darbe oldu.” “Askeri darbe ne demek baba” diye sorduğumda ise, “Askeri darbe askeri idare demek. Askeri idare keyfi idare demek” diye kısa bir yanıt verdi

Cuntanın başı Evren’in konuşmaları radyoda sık sık tekrarlanırken, dönemin tek kanalı olan TRT’nin siyah beyaz televizyonu da diktatörün konuşmaları ve ordunun tanklarla yaptığı gövde gösterilerinin görüntüleri yayınlanıyordu.

Faşist darbenin ardından ilkin amcam gözaltına alındı. Amcamın gözaltına alınması demek sıranın bizlere de geleceğinin işaretiydi. Evimizin her an basılabileceğini düşünürken 14 yaşında bir çocuğun da gözaltına alınacağı hiç aklıma gelmemişti.

***

Ortaokul son sınıf öğrencisiydim. Türkçe dersinden beklemeye kalmıştım. Verdiğim imtihan sonucunun açıklandığı gün Uşak’ta okuduğum Besim Atalay Ortaokulu'nda sonuçları görmeye gitmiştim. İmtihan sonucu Türkçe dersini de geçip artık ortaokulu bitirdiğim sevinciyle köye dönmek için Banaz'da babamla buluşmuştuk. Eniştemin arabasıyla köye dönerken tesadüf ya Uşak-Banaz arası yol üzerinde konvoy halinde askeri teçhizatlarla koruma altına alınmış birçok sivil araçla karşılaştık. Araçlarla aynı yönde yolculuk yapıyorduk. Uşak siyasi polisi Banaz jandarması eşliğinde operasyona çıkmıştı, belli ki sıra bize geliyordu…                                                                                                                                                                                                                  

***

Köye ulaştık. Babam köy içinde kaldı bende Sektekler’e yaşadığımız deprem evlerine geldim. Aradan çok fazla zaman geçmeden yolda gördüğüm sivil araçlar evimizin önündeydi. Ellerinde otomatik silahlar olan birçok sivil ev, bahçe, ahır her yeri talan ediyordu. Evde annemle yalnızdık. Annem ekmek yapmak için hamur yoğuruyordu. Polislerin saldırgan tavırlarına karşı soğukkanlılığını koruyarak hamur yoğurmaya devam ettiği gibi verdiği tepki de görülmeye değerdi…

Aramalar sonucunda kitap dolu koca bir koli buldular. Koliyi saklamak için ben hazırlamıştım fakat fırsat olmadı. Odanın ortasında öylece duruyordu. Polisler kitapları araçlarına taşımamı söylediğinde taşıyamayacağımı, bunun görevim olmadığını söylesem de kendimi kitaplarla birlikte araçta buldum. Arabaya binmem istendi, arabaya binsem de çok fazla ciddiye almamıştım.

 Depremevleri köye yaklaşık 1,5 kilometre uzaklıktaydı. Köyde bırakırlar diye düşünüyordum. Köye vardığımızda başka ekiplerin de işbaşında olduğunu gördüm. Birçok eve operasyon düzenlenmiş aralarında babam ve amcaoğlunun olduğu birçok kişinin köy içinde gözaltına alındığının farkına vardım. Hızını alamayan Uşak siyasi şube polisleri jandarma eşliğinde o gece birçok köyde operasyonlar yaparak onlarca kişiyi daha gözaltına aldılar. Köyden köye evden eve operasyondan operasyona geçerken canı sıkılan siyasi şube polisleri zorla bana türkü söyletmeye çalışırken diğer araçlardakilere telsiz aracılığıyla dinletmek istiyorlardı.

Gece yarısı saat 02.00 gibi karargaha çevirdikleri Banaz'a 4 km mesafedeki ormanlık alanda bulunan Evrende mesire yerine getirildik. Orada da uzun süre araç içerisinde bekletildik. Tuvalet ihtiyacım olduğunu söylediğimde önce kabul edilmedi daha sonra ise tek ayak üzerinde işeyebileceğim, aksi takdirde sırtıma dayadıkları otomatik silahın tetiğine basacakları tehdidini savurdular. Saat 03.00 gibi Banaz jandarma karakoluna getirildik. Birkaç metrekarelik hücrede 33 kişi vardı. Değil oturmak ayakta dikilmek bile mümkün değildi. Çocuk olduğum için ayrı bir odaya kilitlediler. Ertesi gün jandarma karakolu hücresindeki diğer gözaltılarla birlikte adliye binası ve polis karakolunun olduğu yerde daha büyük bir yere götürdüler. Babamla ilk bu transfer anında karşılaştık. Adliye binasının altındaki yer biraz daha büyüktü ama gözaltına alınanların sayısı da çoğalmıştı. 60'tan fazla kişi vardı ve ancak bir kısmımız yerde oturabiliyorduk birçoğumuz ise ayakta kalmak zorundaydı.

14 yaşımdaydım ve gözaltına alınanların en genciydim. En yaşlısı ise 60 yaşındaki babamdı. Karanlık, gün ışığı görmeyen yerde arada bir elektrikler de kesiliyordu. Sayımız her akşam birer birer götürülenlerle eksilmeye başladı. Akşam yemeğe oturduğumuzda daha ağzımıza bir kaşık yemek koymadan içimizden bir-iki kişi ismiyle çağrılıyor, ardından elektrikler kesiliyor, aramızdan aldıkları kişilerin acı çığlıkları karanlığı yırtıyordu. Aldıkları kişilerin bazıları uygulanan ağır işkence sonucu iki polis tarafından koluna girilerek yeniden aramıza bırakılıyor, bazıları ise Uşak ya da İzmir siyasi şubeye götürülüyordu.

***

Günışığına hasret kaldığımız 28 günlük gözaltı koyu karanlıkta, uygulanan baskı ve işkencelerle geçse de moral olarak kimsede bir yıkım yaratmadığı gibi faşizme karşı kin ve öfkeyi biledi.

Her akşam yaşadığımız bir önceki günün tekrarı ya da biraz daha fazla fiziki ve psikolojik işkenceydi. Fiziki işkence yaşamasam da psikolojik işkencenin etkilerini halen atlatabilmiş değilim. Özetle bir anımı daha paylaşmak istiyorum. Gözaltında olduğumuz hücrede faşistler de vardı. Bunlardan iki tanesi üniversiteye kayıt yaptırmak için savcılıktan izin talebinde bulundular. Eskişehir üniversitesine kayıt yaptırabilmeleri için 5 günlük izin verildi. Bir de kendilerine sıcak suyla duş alma imkanı sağlandı.

Ben ortaokulu bitirmiştim, onları görerek liseye kaydımı yaptırmak için 3 günlük izin talebinde bulundum. Aradan bir saat bile geçmeden dilekçe savcının dışarı çıkmamı sakıncalı bulduğu yazısı ve imzası ile geri verildi.

***

Ağır psikolojik işkence altında geçen 28 günlük gözaltı sürecinin ardından çıkarıldığım savcının bürosunda “savcı”, “bir çocuk bu şartlarda bu kadar nasıl tutulur?” diye “köpürse” de aynı savcı yargılanmam için hakkımda dava açtı ve koluma bir mühür kondurarak “akil baliğ” olup olmadığımın araştırılması için adli doktora gönderdi.

Köyde gözaltına alındığımız gün Uşak’ta memur olan iki abim de gözaltına alınmış, Uşak siyasi şubede günlerce tutulmuşlardı. 28 günlük gözaltının ardından babamla birlikte salınmıştık. Ama babamın darbe günü dediği gibi “keyfi idare” ile babam ve abilerim iki defa daha gözaltına alındılar. Yeniden mahkemeye çıkarıldım ve tecilli 6 ay hapis cezasına çarptırıldım. Geleceğimin tehlikede olduğunu söyleyen babam, pasaport çıkartıp 1981 Eylül’ünde Türkiye’de yıllık iznini geçiren bir köylümüzün arabasıyla Almanya’ya abimin yanına gönderdiğinde 15 yaşımdaydım.12 Eylül faşist darbesiyle çocukluğum ayaklar altına alınmış ailemden, sevdiklerimden ve doğduğum topraklardan da koparılmıştım. Aradan 40 yıl geçse de Nazım ustanın da dediği gibi Eylül’ün karanlığını:

Paranın padişahlığını,

karanlığını yobazın

ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selam !..

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim...

Paris’ten bir Kızıl Bayrak okuru