Çaresizlik yok, çare sensin!

“Öğretilmiş çaresizlik” hali, işçilerin sınıf dayanışması ile kırılabilir. Sendikal örgütlülüğü güçlendirerek kırılabilir. Sınıfa karşı sınıf mücadelesinin geliştirilmesiyle kırılabilir. Tüm deneyimler gösteriyor ki, işçi sınıfıyla emekçiler kapitalist krizin yıkıcı sonuçlarına karşı örgütlü bir direniş geliştiremedikleri durumlarda yozlaşmanın, çürümenin, intihar ve yok oluşun önüne geçmek mümkün olmuyor. Çaresizlik yok... Çare sensin! Çare örgütlü mücadeledir!

  • Mücadele postası
  • |
  • Güncel
  • |
  • 30 Eylül 2020
  • 18:34
ikon

İşçi ve emekçiler örgütlenip, sınıf bilincini kuşanmadıkları sürece birer “canlı makina” olmanın ötesine geçemiyorlar. Tarihsel deneyimler göstermiştir ki, sınıf bilinci gelişmeyen, örgütsüz bir işçi sınıfı etkisizdir. Örgütlülükten yoksun işçiler iliklerine kadar sömürülür, karın tokluğuna çalıştırılır, posası çıkınca da buruşturulup atılır. 

Kapitalist sistemin kronik krizlerinin faturası işçi-emekçilere düşük ücret, işsizlik, yoksulluk, bunalım, yozlaşma ve intiharlar şeklinde ödetilir. Saray beslemesi medya haberini vermese de intihar edenlerin sayısında büyük bir artış var. Bu dramatik sorunu sosyal medyada yapılan paylaşımlardan izliyoruz. Kimi zaman cinnete varan aile faciaları halini alan toplu intiharlar da oluyor. Sınıf mücadelesinin gelişmediği koşullarda yoksulluğun ve yoksunluğun dayattığı “öğretilmiş çaresizlik”, yazık ki örgütsüz işçi ve emekçilerin bir kesiminde yaşama tutunma gücünü yok ediyor. 

Artık neredeyse her gün yanımızda bir arkadaşımız, bir akrabamız, bir tanıdığımız bu “çaresizliğin” kurbanı oluyor. Bu boyuta varan olayı işçi ve emekçilerin “bireysel intiharı” şeklinde ele almak eksik ve yanlış bir sonuca götürecektir. Çünkü intiharların nedeni politik, ekonomik ve toplumsal sorunların günden güne derinleşmesidir. AKP iktidarı 18 yıldır üretime, istihdama dönük bir politika ortaya koymuyor. Tam tersi yandaş siyaseti güderek, yağma, talan, ihale, rüşvet, adam kayırmacılık, savaş siyaseti üzerinden toplumu parçalamış, içinden çıkılmaz bir ekonomik-sosyal buhrana sokmuştur.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Haziran ayına ilişkin işgücü istatistiklerine göre, 4 milyon 101 bin kişi işsiz bulunuyor. Bu verilerin gerçeği yansıtmadığını hepiniz biliyoruz. Resmî kaydı olmayan milyonlarca işsizin olduğu bir gerçek. Nitekim DİSK’in yaptığı son araştırma, gerçek işsizlik rakamının 14 milyon civarında olduğunu gösteriyor. 

Bu gerçeklik sistemin resmidir. Milyonlarca işçi ve emekçi yaşamak için çırpınırken saray rejimi ve yandaşları, siyasal iktidarın sağladığı ranttan her gün milyon dolarları iç etmektedirler. Bu asalakların sebep oldukları cinayetlerin kurbanı gencecik işçi ve emekçiler oluyor. 

Darıca’da kargo işçisi Furkan Celep daha 18 yaşında, ama içinde bulunduğu ekonomik-sosyal koşullar yaşama tutunma direncini yok ederek, onu bir yok oluşa sürüklüyor. Yine bir işçi havzası olan Gebze’de dış cephe işleri yapan 39 yaşındaki Levent Akar, ödeyemediği borcu yüzünden kendini asarak yaşamına son veriyor. 

Levent’i tanıyordum. Erzincanlı yoksul bir işçi ailesinin çocuğuydu. Yaşama sevinci olan bir gençti. Yıllar oldu onu görmeyeli. Hiç beklemediğim ölüm haberini sosyal medyada görünce çok üzüldüm. Levent evli, iki çocuk babası bir işçiydi. Döviz üzerinden borçlanmış ve dolar kurundaki yükseliş, onu borcunu ödemeyecek bir duruma düşürmüştü. Bir çıkmaza sürüklenen Levent, arkasında bir mektup bırakarak yaşamına son veriyor. Geride kalan yıkılmış bir eş ve iki yetim çocuk... Kokuşmuş düzenin yarattığı bu trajedi Türkiye’de her gün ortalama 5 işçi ailesinin başına geliyor. 

Bu ‘iş cinayetleri’ ve ‘intiharların’ arkasındaki sosyal-sınıfsal nedenler derinlikli bir tartışmaya konu edilmezse, ölenler kendi öldüğüyle kalacaklar. Bu durum ise AKP-MHP iktidarının işini kolaylaştıracak ve emekçilere karşı işlediği bu ağır suçun hesabı sorulamayacaktır. Sorunları ve sebeplerini sosyal-sınıfsal açıdan tartışmak bir bilinç gerektiriyor. Bilinç işi ise, bir örgütlülüğü, örgütlü tutumu gerekli kılıyor. Bu bunalımların ve “intiharların” sebepleri politiktir ve iktidarın yıkıcı politikalarından bağımsız değildir. 

Sebepleri ortadan kaldırmadıkça bu ‘cinayetlerin’ ardı arkası kesilmeyecek. Her gün işçi ailelerinin ocaklarına ateş düşmeye devam edecek. İşçilerin “dayatılmış çaresizliği” kabullenmeleri kendi gücünün, sınıfsal rolünün bilincinde olmayışlarından ileri geliyor. “Öğretilmiş çaresizlik” dinci-faşist iktidarın planlı bir şekilde uyguladığı bilime düşman, hurafelerle dolu ‘din soslu’ eğitim sistemi ve medyası, Diyaneti, tarikatları, cemaatleri, vakıfları ile oluşturduğu karanlık bir ağ tarafından işçi-emekçilerin zehirlenmesi sayesinde yayılıyor. Bu “çaresizlik hali” yıkıcı ve öldürücü sonuçlar yaratıyor. Kişi, kendi gerçekliğini sorgulayamaz hale geliyor, asıl nedenleri görme yerine kendini suçlama ve kendi varlığına yönelerek, kendi yaşamına son veriyor. 

Bu “öğretilen çaresizlik” hali, işçilerin sınıf dayanışması ile kırılabilir. Sendikal örgütlülüğü güçlendirerek kırılabilir. Sınıfa karşı sınıf mücadelesinin geliştirilmesiyle kırılabilir. Tüm deneyimler gösteriyor ki, işçi sınıfıyla emekçiler kapitalist krizin yıkıcı sonuçlarına karşı örgütlü bir direniş geliştiremedikleri durumlarda yozlaşmanın, çürümenin, intihar ve yok oluşun önüne geçmek mümkün olmuyor. 

Çaresizlik yok... Çare sensin! Çare örgütlü mücadeledir!

M. İmran