Neo-liberal saldırıların Türkiye’deki miladı: 24 Ocak kararları

24 Ocak 1980 yılında açıklanan ve 12 Eylül askeri faşist darbesi ile önü açılan 24 Ocak Kararları'nın üzerinden 40 yıl geçti. Burjuva ekonomistlerin söylemiyle, 24 Ocak kararları temel olarak Türkiye’nin “serbest piyasa ekonomisine” geçmesini ve uluslararası sermaye ile entegrasyon sağlanmasını amaçlıyordu. Buradaki serbestlik işçi ve emekçileri sömürü serbestliği olarak anlaşılmalı, ki pratikteki karşılığı tam da bu oldu.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Sınıf
  • |
  • 24 Ocak 2020
  • 13:55

Burjuva ekonomistlerin söylemiyle, 24 Ocak Kararları temel olarak Türkiye’nin “serbest piyasa ekonomisine” geçmesini ve uluslararası sermaye ile entegrasyon sağlanmasını amaçlıyordu. Buradaki serbestlik işçi ve emekçileri sömürü serbestliği olarak anlaşılmalı, ki pratikteki karşılığı tam da bu oldu.

24 Ocak Kararları'nın en belirgin özelliği ise Kamu İktisadi Teşebbüsleri’nin (KİT) özelleştirilmesine başlanması oldu. Her şey, eğitim, sağlık dahi özel sermayeye, yerli yabancı tekelci burjuvaziye peşkeş çekildi. Özelleştirilen KİT'lerde sermayenin ilk işi işçi çıkarmak oldu. Özelleşen alanlarda ise çalışan işçilerin tüm hakları bir bir ortadan kaldırıldı. Esnek çalışma biçimleri yaygınlaştırıldı, taşeronluğun önü açıldı, ücretler düşürüldü...

Söz konusu saldırılar, kapitalist sistemin dünya ölçeğinde yaşadığı krizin faturasını emekçilere ödetme hedefiyle bir dizi ülkede hayata geçirildi.

Neo-liberal saldırılar ve AKP dönemi

24 Ocak Kararları, dünya ölçeğinde gündeme getirilen neo-liberal saldırı furyasının Türkiye'deki adı oldu. Ne var ki, 12 Eylül öncesinde toplumsal muhalefetin gelişkin olması sermayenin bu adımı atmasını zora sokuyordu. Bu durumda sermaye sınıfı ya bu politikadan vazgeçecek ya da bu politikaları yaşama geçirebileceği koşulları sağlayacaktı.

Sermaye devleti 12 Eylül darbesiyle birlikte neo-liberal saldırı furyasının önünü açmış oldu. Bugün ise Erdoğan yönetimi neo-liberal saldırıların iyi bir uygulayıcısı olduğunu tartışmasız bir şekilde gözler önüne seriyor. Zira AKP dönemi, özelleştirmelerin en yoğun yaşandığı, işçi ücretlerinin sistemli bir şekilde düşürüldüğü, temel hak ve özgürlüklerin budandığı, sendikal örgütlülüklere azgınca saldırıldığı bir süreç olarak yaşandı.

Kapsamlı yıkıma karşı devrimci sınıf mücadelesi

On yıllardır aralıksız devam eden ve gelinen süreçte işçi sınıfının yaşamını adeta cehenneme çeviren neo-liberal yıkım programları ancak devrimci bir sınıf mücadelesi ile geri püskürtülebilir. Yıllar içerisinde kaybedilen hakların geri kazanılması, daha insanca bir yaşam ve çalışma koşullarının sağlanması da bu yoldan geçmektedir. Tersi ise, işçi ve emekçileri bekleyen çok daha kapsamlı bir yıkım demektir. Zira kapitalist sömürü düzeni bir kez daha kriz içerisinde debelenmektedir ve çareyi işçi ve emekçilerin üzerindeki sömürüyü yoğunlaştırmakta aramaktadır.

H. Ortakçı