Metal işçisi bir kez daha satıldı. Türk Metal yönetimi, onun uşak ruhlu şube başkanları ve işyeri temsilcileri esip gürleme süresini biraz uzattıktan sonra satışa imza attılar. Birleşik Metal-İş yönetimi ise Türk-İş Başkanı Ergün Atalay gibi ‘bu iş uzarsa altından kalkamayız’ diyerek üç gün önce reddettiği teklifi işçinin onayına sunmadan kabul etti. Böylece üç tane suçu bir arada işlediler; mücadelenin gerekliklerin yerine getirmemek (koltuk kaybetme ve bedel ödeme korkularından kaynaklı), alınmış karara uymamak (bu açıkça disiplin suçudur), işçinin onayına sunmadan sözleşme imzalamak (bu da işçiyi hiçe sayma suçudur).
Birleşik Metal-İş’e üye işçilerden ise tepkiler peş peşe geldi. Sendikanın Facebook'ta ki ana sayfasına yüzlerce tepki yorumu yağdı. Şube başkanları telefonlarla ve sosyal medya aracılığıyla tepkiye maruz kaldı. İşyeri temsilcileri işyerinde sözleşmeyi açıklarken kimse tarafından dinlenmedi. Tepkilerin hedefi değişse de öfke hepsinin belirgin ifadesiydi. İşçiler bir yandan Adnan Serdaroğlu'nun istifasını isterken, bunun olmaması durumunda ise sendikadan istifa edeceklerini ya da artık genel merkezin hükümsüz olduğunu ifade ettiler. Hatta bir kısım zayıf unsurlar tarafından Türk Metal’e geçelim fırsatçılığı yapıldı ve bazı işyerlerinde uygulamasına girişildi. Birleşik Metal-İş üyesi işçilerde sendika yönetimine öfke, sendika kavramına öfke, mücadeleye küsme ve hesap sorma gibi durumlar bir arada yaşanıyor. Tabi sürece sadece kendi fabrikasından bakanları ve yönetimle satışa tepki koyanlar arasında arayı bulmaya çalışanları da es geçmemek lazım.
Kızmanın, küsmenin, ‘emeğimiz boşa gidiyor’, ‘bizi mücadeleden soğuttular’ denmesinin sorumlusu Birleşik Metal-İş yönetimidir. Fakat bu fikirler metal işçisi olarak bizlerin zaaflarını, eksikliklerini örtmemelidir. Bu satışa sendika yönetiminden ayrı bağımsız bir işyeri komitemizin olmamasıyla, sınıf bilincimizin geriliğiyle, ayrıca bedel ödeme ve hak kazanma kararlılığı göstermemekle ya da bu kararlılığı tüm arkadaşlara yaymamakla biz yol de açtık.
Ne Yapmalıyız?
Bir kere amacımızı ve yöntemimizi ortaya koymak gerekiyor. Doğru yol ve yöntem geliştirmenin yolu ise ücretli kölelik sisteminden kurtulmak anlayışını mücadelemize hâkim kılmaktan geçiyor. Fabrikalar, makineler, emekçilerin yarattığı tüm zenginlikler patronların malıyken, devlet bir patron örgütü olarak işlerken nereye kadar kazanabiliriz ki? En önemlisi ise bu bakışı fabrika temelinde işçilerle birlikte oluşturmaktır. Fabrikada bilinçli, planlı, dişe diş mücadeleye hazır bir durum oluşturmak, buralarda kendini göstermiş, sınavı geçmiş insanları temsilciliğe, şube başkanlığına ve genel merkeze taşımak gerekir. Kendimizi yönetilecek birileri olarak görmek yerine kendi kendimizi hep beraber yöneteceğimiz bir işleyiş geliştirememek en büyük eksikliğimiz değil mi?
2012'de Bosch’u, 2016’nın sonunda Renault’ u elinden kaçırmış, 2015'te grev yasağına boyun eğmiş ve eğmeyenleri de eğdirmiş, 2018'de Türk Metal'in ‘yüzyılın sözleşmesi’ne fotokopi imzası atmış sendika yönetiminden ne bekliyorduk ki? Eylemlerdeki coşkumuz ve sosyal medyada yaptığımız ve ya yapacağımız baskı onları frenlemeye yetecek miydi? Bugün daha iyi görülüyor ki bu imkansızdır. İzmir'de bulunan Totomak ve ZF Lemförder temsilcilerini görevden almış, Bekartta dört temsilciyi görevden aldıktan sonra işten atılmasını sağlamış bir yönetime karşı daha bilinçli daha uzun soluklu hazırlık yapma gerekliliği halen devam etmektedir.
Sendikal bürokrasi nasıl yenilir? Mücadelenin gücü nerden gelir?
Her şeyden önce emeğimizi sömürerek büyüyen patronların düzenine karşı çıkmalıyız. Çünkü fabrikaların ve makinelerin bireylerin değil de toplumun olduğu bir düzen bizi kurtarabilir. Ücret zamları elbet önemlidir; bahsettiğimiz düzen bir anda kurulmayacak, yaşamımızı iyileştirmek mücadelesini her an vermeliyiz. Fakat buraya sıkışmamalıyız. Kalıcı refahı hedeflemeliyiz. Unutmamalıyız ki her birimiz bir kazanıyorken patrona en az 3-4 katını kazandırıyoruz. Ve patron bizim gibi yüzlercemizi sömürüyor.
Geçmişin mücadele deneyimleri de bize büyük güç katacaktır. Çoğumuz Kavel’i izler ve kabaca bir kaç ders alıp geçeriz. Fakat nedir bu Kavel işçilerinin ardındaki güç ve ya da hangi koşullar vardı o zamanlar demeyiz. Ya da Kavel ruhu bugün nasıl yaşatılır diye sormayız. Kavel'i yaratan nedenlerden biri dünya devrimci işçi hareketlerinin ülkemize etki etmesidir. Sovyetler Birliği’nde kurulmaya çalışılan sosyalist işçi emekçi iktidarının payı vardır. Rusya'da başlayan dalganın, dünyanın diğer ülkelerindeki işçi hareketlerini tetiklemesi vardır. Kapitalist sistem ile birleşen Türkiye kapitalizminin onlarca yıldır emekçilerde biriktirdiği öfke vardır. İşte bu ve buna eklenebilecek nedenler oluşturdu Kavelleri. Grev hakkı büyük fedakarlıklarla, gözaltılarla, tutuklamalarla, soğukta günlerce kapı önünde beklemekle kazanıldı. Bunu bilmek, Kavel ruhunu 2020 yılında yaşatmak dururken ne yazık ki Türk Metal ve Birleşik Metal sendika yönetimleri ve bazı arkadaşlarımız “bugün greve gitseydik Yüksek Hakem Kurulu ile sözleşme daha kötü bağlanabilirdi” demektedir. Bu arkadaşlar ya işçi sınıfının gücüne inanmıyorlar ya da Türk Metal ve Birleşik Metal yönetiminde görüldüğü gibi sermayenin içimizdeki temsilciliği görevini yapıyorlar.
İşin özü sadece bir takım ekonomik nedenlerle hareket eden değil de bunu da içeren, insanca yaşamın tüm özelliklerini isteyen ve bunun ancak sosyalist düzenle geleceğini bilen ve bunun için mücadele eden bir işçi hareketi oluşturmamız gerekmektedir. Aksi takdirde kazanmamız mümkün değildir. Sürekli “biri bizi kurtarsın” der ve sürekli bekleriz; 2 yılda bir sözleşmeyi imzalayalım diye. Ya da daha iyi bir düzen için bölüm ve işyeri komiteleri ile bilinç ve mücadele düzeyimizi bugünden yükseltiriz. O zaman bakalım bizim onayımız olmadan sözleşme imzalanabilir mi? Hadi diyelim imzalandı; biz onlara bu dünyayı dar etmez miyiz?
Satış sözleşmesiyle kaçan fırsat sadece daha iyi sözleşme maddeleri değildir. Bu süreçte hem grev hakkına sahip çıkmak hem de Türkiyeli emekçilerin üzerinde karabasan gibi dolaşan, patronlar düzeni adına her türlü pisliği yapan tek adam rejimine karşı da mücadelenin büyümesi çok önemliydi. Yüksek Hakem Kurulu’nun tepemizde sürekli sopa sallamasına engel olmak, dişe diş mücadele nasıl yapılır bunu göstermek gerekirdi. Bu durum sendikal bürokrasinin nelerin önünde engel olduğunu göstermek için fırsattır. Azılı işçi düşmanı uygulamalara öncülük eden bir bakana teşekkür edenler teşhir olmalıdır. Buradan belirtmek gerekir ki, önümüzdeki günlerde önümüze örülen barikatları aşacak mücadeleyi fazlasıyla göstereceğiz. Mücadelemizde dost ve düşman tüm açıklığıyla belli olmuştur. Önemli olan gelen süreci karşılamak ve gerekli hazırlığı yapmaktır.
Bugünden sonra
Bundan sonra yapılması gereken bellidir. Her türlü protesto, hesap sorma biçimi meşrudur. Onları sendika yönetimlerinden def etmek için her şeyi denemeliyiz. Yalan atmada usta olanlara, lafı aldı mı mangalda kül bırakmayanlara asla söz hakkı tanımamalıyız. Bu tepkinin sonuç alması ne bir fabrikada ne de sadece bir şubede mümkündür. Birçok şubeden birçok fabrikadan işçi arkadaşlarla birlikte verilecek tepki asıl sonucu yaratacaktır. Sineye çekmek, “nasıl olsa geçti” demek ise yeniden ve yeniden satılmak demektir. Fabrikalarımızda Türk Metal’e geçişin adının duyulması ise asla tahammül edeceğimiz ve izin vereceğimiz bir şey olmamalıdır. Uzun sürse de bu yol, her seferinde başarılı olamasak da; sendika bürokratlarını def etme çabamızda bilinç ve mücadele düzeyimizi sürekli yükselterek yeni örgütsel biçimleri ve yeni yolları deneyerek geleceğe yürüyebiliriz.
Birleşik Metal üyesi bir işçi