Bartın'da yaşanan madenci katliamının ardında bir kez daha “kader”, “kaza” ve sorumluluk tartışmaları gündeme geldi. İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi'nin düzenli olarak yayınladığı raporlara bakıldığında günlük ortalama 6-7 işçi ölüyor ve bu ülkede her hafta bir Bartın katliamı yaşanıyor. Somut verilere göre işçi ölümleri artık kanıksanmış bir rutini ifade ediyor. Birkaç yılda bir ve daha çok madenlerde yaşanan kitlesel katliamlarsa ülkede hüküm süren kapitalist barbarlığın ulaştığı vahşeti tekrar gündeme getiriyor.
Bartın katliamının hemen ardından ortalığa dökülen gerçekler, kim ne söylerse söylesin, yaşanan ölümlerin nedenlerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Sayıştay raporlarında risk olarak ifade edilen tablo, bir an önce alınması gereken önlemler vurgusu karşısında maden işletmesinin yöneticileri ve devlet, üç maymunu oynamaya devam ediyor. Öyle ki, katliamdan birkaç hafta önce sermayenin tek adamının bakanı, yanına Türk-İş Başkanı’nı da alarak madenin önüne resim çektirmeye gidiyor. Gitmişken 41 madenciye mezar olan madeninin üretim tekniğinin çok gelişmiş olduğuyla övünmeyi ihmal etmiyor. Yine birçok madencinin ailelerinin ifade ettiklerine göre işçiler madende gaz sızıntısı olduğunu, hava akışının yapılamadığını vb. söyleyerek, “hepimizin patlatacaklar” diye yakınıyor. Sonuç, belli ki herkesin bildiği ve beklediği katliam yaşanıyor. Sermayenin tek adamı Erdoğan, katliamın ardından madenin önünde yaptığı açıklama ile “dün, bugün ve yarın böyle şeyler olacak” diye katliamı meşrulaştırmaya çalışırken, “kader planı” açıklamasıyla da bu kadar açık bir nedene dayanan katliamın sorumluluğunu üzerinden atmaya çalışıyor. Sözde başlatılan soruşturmanın ise sonucunu baştan bildiriyor. Soma'da 301 madencinin katledilmesi ve sonrasında yaşananlara bakıldığında, Bartın'ın ve sonrasında yaşanılacakların akıbeti görülebilir.
Bu kadar mı, elbette değil. Ülkeyi ucuz işçi cennetine çeviren, her türlü sosyal haktan arındırılmış sefalet ücretlerine mahkum edenler, aynı zamanda çalışma yaşamını da sermayenin ihtiyaçları üzerinden tam anlamıyla Orta Çağ koşullarına döndürmüş bulunuyorlar. Sermayenin çıkarlarına hizmet eden yasa ve mevzuatı bile ikide bir değiştirerek adrese teslim hükümler kurmak artık AKP-MHP iktidarının gündelik işleri haline gelmiş bulunuyor. Yasalar çerçevesinde rahat hareket edemediklerinde ise yasa ve kural tanımaz uygulamalar rutini karşımıza çıkıyor. Sermayenin gözü dönmüş kâr hırsının güdülediği, insanlık dışı çalışma koşullarının yanı sıra, işçi ölümlerine de kapı aralayan bu uygulamalar ise en pervasız haliyle madenlerde uygulanıyor.
AKP iktidara geldiği andan itibaren, son dönemlerde ise MHP ile birlikte kurdukları gerici-faşist iktidarın tüm olanaklarını sermaye için seferber etmiş bulunuyorlar. Bunun maden işkoluna yansıması ise, her seferinde büyük bir gürültü ile duyurdukları ve tüm sorunları çözeceklerini iddia ettikleri Maden Kanunu’nun 21 kez değiştirilmesi oluyor. Her değişiklik sorunları çözmek bir tarafa daha da ağırlaştıran, maden arama ruhsatlarının dağıtımının kolaylaştırılması, doğa ve insan sağlığını hiçe sayarak yeni maden sahalarının açılması vs. olarak karşımıza çıkıyor.
Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde zorunlu olarak çıkarttıkları “Patlayıcı ve patlayıcı madde bulundurulan işyerlerindeki aletler yönetmeliği”nin uygulanmaması, sürekli ertelenmesi yine bu gerici, işçi düşmanı iktidar bloğunun sermayenin gündelik ihtiyaçları için attığı adımlardan biridir. Sorunları tam olarak çözmek gibi bir içeriğe sahip olmasa da madenlerde kullanılan aletlerin modernizasyonu ve bir standardının olması şartı getiren bir yönetmelik, Türkiye gibi bir ülkede çağdışı koşullarda gerçekleşen madencilik üretimi için fazla görülüyor. Gerçekleştirdikleri yasa değişiklikleriyle önüne gelen herkese maden çalıştırma ruhsatı verenler, doğayı büyük bir yıkıma uğratırken işçi güvenliği ve sağlığı için gerekli asgari önlemleri dahi “gereksiz masraf” olarak görüyor, uygulamayı sürekli erteleyerek tam anlamıyla kitlesel işçi ölümlerine davetiye çıkartıyorlar. Madenlerde modern teçhizatı pahalı buluyor, işçileri yok pahasına ölüme gönderiyorlar.
ATEX olarak kısaltılan bu yönetmeliğe göre, standartlara uygun olmayan teçhizatla çalışan maden ocakları kapatılıyor. İşçilerin emeği ve kanı üzerinden semiren maden patronlarının özel isteğiyle 2012 yılında çıkan bu yönetmelik önce 2015'e ardından 2020'ye şimdilerde ise 2024'e ertelenmiş durumda. Her erteleme, işçiler için büyük bir risk anlamına gelen kuralsız madenlerin, ilkel tekniklerle çalışmaya devam etmesi, güya bir geçiş süreci tanımlamasıyla verilen süre içerisinde var olan sıradan denetlemelerin dahi dışında tutulması anlamına geliyor. “Geçiş sürecinde sorumluluk işverende” tanımlamasıyla maden işçilerini öleme göndermenin sorumluluğunun kimde olduğu dışında kalan her şey bir tanımsızlığı ifade ediyor. Soma'da 301 madenciye mezar olan maden ocağının, bu ertelemeler nedeniyle tekrar açılması gerçeği konuyu özetleyen bir nitelik taşıyor. Diğer birçok şeyin yanı sıra, AKP-MHP iktidarının işçi düşmanı kimliği, kâr ve rant için işçilerin canını hiçe sayan tutumları Bartın’da olduğu gibi kitlesel işçi katliamları üzerinden büyük felaketlere dönüşüyor.
Evet, kimin ne dediği değil somut olgular katilleri deşifre ediyor. İşçi sınıfı sadece açlık, yoksulluk ve kölece çalışma koşulları değil artık canına kast eden bu iktidara, işçi kanıyla beslenen bu sömürü düzenine karşı ayağa kalkmalı, bu gidişe dur demelidir.